Karşımızda kendine belirli hedefler koymuş, bu hedefleri temel hak ve özgürlükleri sınırlayarak gerçekleştireceğini ilan eden, devlet yönetiminde dinsel referansa ağırlık veren, tarikatın açıkça şeriat devleti alarak tarif ettiği türden devlete özenen bir rejim anlatısı var.

Katı olan her şey...

Son yıllarda bir rejim değişikliğinden, doğal olarak devletin de buna göre yeniden yapılandırılmak istendiğinden söz ediliyor. Herkesin bildiği bu konu üzerinde durmamızın nedeni yurttaşların devlet karşısındaki konumunu açıklığa kavuşturmak içindir. Çünkü devlet-toplum, devlet-yurttaş ilişkisi, devlet birey ilişkisi kapsamında değil, devletin sınıflar karşısındaki konumunun ışığında anlaşılabilir. İnsanın doğayla ilişkisi ve mücadelesi, pek kötü bir sınav vermiş olan kapitalist sistemde yaşam alanlarının ölümü pahasına, daha fazla kâr hedefi ile toplumsal hâsılayı artırmaksa, gelir dağılımındaki eşitsizlik de sömürüyü anlatır. Bu iki alan, temeli-altyapıyı oluşturur. 

Bu temelin üzerinde ise karmaşık yapısıyla ideolojik alan, kültürel, felsefi, dinsel, hukuki faaliyetler var. Bu ikisinin oluşturduğu dağdağalı hayat alanında ise geçişken bir ilişki, canlı bir fonksiyon olarak siyaset yer alıyor. Siyasetin etkin unsurları, devleti yönlendirme, yönetme amacı taşıyan siyasal partiler, örgütlenmiş eğilimler, hareketler, meslek örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri, sendikalar, farklı duyarlılıkların ifadesi olarak sivil toplumdur. Bu hareketli yapının içinde rejimi belirleme eğiliminde, bu nedenle etkin olmaya, bugünü geçmişe bağlama çabasında dernek, vakıf kılığında yasallık kazanmaya çalışan kendini göstermeye hevesli cemaat, tarikat da yer alıyor. 

Eleştiri kapısı kapanırken

Ama devlet-toplum ilişkisinin genel gidişatına devlette egemen siyasetin gücü ve eğilimleri yön verir. Rejim değişikliği çabalarının kendini gösterdiği yer de burasıdır. Burada güç dengeleri harekete geçer. Sarkacın en katı yönetim biçimlerini etkin kılmak isteyenlerle, sınıflar arasındaki ilişkiyi daha dengeli biçimlerde uygulamayı savunan odaklar arasında gidip geldiğini de tarihsel bir bilgi ve günümüzün aktivitesi olarak görebiliyoruz. Özetle devlet, sermaye ile halk sınıfları arasındaki dengede sermaye sınıflarının yanında, tartışmasız sistemin tarafında yer alır. Henüz başarı kazanmamış rejim değişikliği ise bu genel çerçevede yönetim tarzının yenilenmesini ifade eder. Başladığı zaman nerede duracağı belli olmaz. Kimi zaman yeni rejimin kısıtlamalarını kabul etmeyen kadınların kırbaçlandığı, muhaliflerin idam edildiği İran’da olduğu gibi, uzun sürebilecek İslamcı faşist bir döneme doğru da ilerleyebilir.

Devletin yeniden yapılandırılması, değişen yasalarla, kararnamelerle ya da kimi yasaların fiilen devreden çıkartılmasıyla somutlaşıyor, kendini gösteriyor. Bu değişimin ne yönde geliştiğini, yukarıdaki bakış açısıyla irdelemeye, bireyin-toplumun yeniden yapılandırılan devletle ilişkisini, uygulanan ya da devre dışı bırakılan yasalar karşısındaki konumunu anlamaya çalışmakta büyük yarar var. Anayasada açıkça ve anlaşılır bir şekilde yazılmış olmasına karşın Anayasa Mahkemesi kararlarının yok sayılması; yasalarla net bir şekilde yasaklanmış tarikatlara meşruiyet kazandırılması, laikliği koruyan hükümlerin ve uygulamaların devre dışı bırakılmak istenmesi bu kapsamdadır. Bu değişiklikler seküler yapıyı, dindarlar dahil yurttaşların hareket alanını daraltan türdendir. Medyanın durumu da bu daralma ile birlikte yeniden tarif ediliyor, eleştiri kapısı tümden kapatılıyor. Demek ki devletin yapısı, biçimi yurttaşların hakları, sınıfların karşılıklı ve devletle ilişkisi yeniden tanımlanmak, yeniden formüle edilmek isteniyor.

Teorik özerkliğin pratik anlamsızlığı 

Günümüzde fazlaca tartışma konusu olmayan, kabul gören gerçek, devletin, sınıflar içi ve arası ilişkileri düzenleme amaçlı “görece özerkliğinden” söz edilse bile bu özerkliğin geçici, sınırlı olduğudur. Peki, bizim yeniden yapılandırıldığından söz ettiğimiz devlet bu açıdan nasıl bir devlettir? Karmaşık bir konu değil; devleti yeniden yapılandıranların, yönetenlerin sık sık söylediği gibi ilişki klasik çerçevenin içindedir; veciz bir ifadeyle, yeni rejimin temelinde grev yasakları varsa, dinsel referanslar bu yasağın ideolojisi egemen olsun diyedir; “görece özerklik” sanıldığından daha dar ve göstermeliktir.

Görece özerkliğin yeniden yapılandırmadaki anlamı ise, belirli sermaye kesimlerinin yeniden yapılandırma karşısındaki tutumuna göre davranılacağını, bunun bir anlamda “yasallık” kazanacağını göstermesidir. Kısacası çizilen çerçeve, farklı sermaye guruplarına yol gösteriyor. Bu konuda rejimin gereksinimlerinin yönlendirici, etkin olduğunu, örneğin medya üzerinde etkili sermaye kesiminin bu alandan kolayca tasfiye edilebildiğini gördük. Belirli sermaye gruplarına ise kapı ardına kadar açıldı. Bunun nedeni siyaseti ve sonuç olarak devleti tümüyle belirlemeye aday yeni rejimin kendisiyle ilişkisi konusunda kuşku duymayacağı bir sermaye kesimine olan gereksinimidir. 

İlerlemeye el koymak kolay mı?

Peki, yeni rejimle tanımlanmış devletin öteki sınıflar halk sınıfları ile ilişkisi nasıl olacak, nasıl biçimlenecek? “Bekleyelim görelim” diyenler var ama konu karmaşık görünmüyor. Devletin sınırlayıcı, baskıcı karakteri, ilan edilmemiş olağanüstü hal yöntemlerinin kalıcılaştırılması ile en çok bu kesimler üzerinde önceki dönemlere göre daha ağırlaşmış olarak kendini gösterecektir.

Gelişmiş Batı ülkelerinde baskının “demokratik ikna” yöntemiyle kendini yasal çerçevede “toplumsal uzlaşma” olarak kabul ettirdiğini biliyoruz. Küreselleşme adıyla her türden gelişmeye el koyan, uluslararası sermayeye sınırları koşulsuz açan, yoksul dünyadan gelen göçmenlere ise katı bir şekilde kapatan Batı da, “demokrasisini” gözden geçiriyor. Bilim ve tekniğin gelişmesini kendi denetimi altında tutmak, ağırlıklı olarak silahlanmaya yöneltmek, gelişmeyi herkesin hizmetine sunmaya çalışanlardan uzak tutmak istiyor. 

Karşımızda kendine belirli hedefler koymuş, bu hedefleri temel hak ve özgürlükleri sınırlayarak gerçekleştireceğini ilan eden, devlet yönetiminde dinsel referansa ağırlık veren, tarikatın açıkça şeriat devleti alarak tarif ettiği türden devlete özenen bir rejim anlatısı var. 

Farklı siyasal kümelenmelerden, partilerden başlayarak, halk sınıflarının da devletle ilişkilerini her gün biraz daha netleştirmesi, somutlaştırması, kendilerine çizilen alanın darlığının, sınırlılığının farkına varması beklenebilir.

***                

Manifest’te burjuvazinin sistemi yerleştirdiği, kapitalizmin kurallarını koymaya başladığı zamanlar için “yeni olan ilişkiler kemikleşmeden köhneleşiyor, katı olan ne varsa buharlaşıyor” diye yazılmıştı. Aradan uzunca bir zaman geçti. Egemenlerin sistemi artık savunma konumundadır; şimdi yeniden bilimdeki gelişmelere karşın hurafenin yardımına gereksinim duyuyor, cehaletin kemikleşmesinden katılaşmasından medet umuyor; ama tarihsel gerçek ve geleceğe ilişkin ipuçları gösteriyor ki, eski zamanlardan kalma donmuş ilişkiler uzun boylu yaşayamaz, katı olan her şey sonunda buharlaşacaktır...