Kimin kaybedip kimin kazanacağını anketler gösteriyorsa, ucube tek adam rejimine destek yüzde 35’lere kadar düşmüş ve parlamenter sistem diyenler yüzde 60’ları geçmişti. İki rejim arasındaki bir seçimde kaybedecek olan belliydi de, rejim değişsin diyenlerin hataları kazanacak adayın işini biraz zora sokardı.

Yazıyı gazeteye gönderdiğimde masada kalanların ve o masada olmayan muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’nun adı henüz açıklanmamıştı.

Kazanacak aday baştan beri oydu, yeter ki öncelik rejim değişikliği diyen Masa’dan “kazanmayacak aday” diye çelme takan olmasın. O çelmenin yol açtığı krizi de, ilk anda verdiği tepki ve büyük bir beceriyle Masa’nın en az zararla atlatmasını sağlayan da Kılıçdaroğlu oldu.

Önce şunu not edeyim; kazanılacağı garanti kavgalara girmek ne cesaret gerektirir, ne onur, ne de iyilik. Kazanılacağı garanti kavgalara herkes girer!

Akşener’in kazanacak aday çıkışıyla bir kriz çıkardı, muhalif kesimlerde bir moral bozukluğu oldu, tartışmaların odağı kaydı ve ortalığı toz duman kapladı… Bu, ülkenin bir kısmını yerle bir eden ve 85 milyonu etkileyen depremin üzerine iktidarın işine yarayan ikinci bir yıkım oldu.

7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler; memleketin işsizlik, yoksulluk, enflasyon, hukuksuzluk, adaletsizlik, baskı, beceriksizlik, kayırmacılık, yağma gibi sorunlarının geri itilip yalnızca memleketi kimin yeniden inşa edebileceğine odaklanmış bir seçim kampanyasının kapsını açmıştı. Atlatıldığı ve atlatılamadığı kadarıyla kriz, Erdoğan’a, “toplandılar, konuştular, dağıldılar, bunlar yapamaz”ı deme fırsatı da verdi.

Her neyse, tarih verili koşullar içinde yapılıyor ve biz de koşullar ne olursa olsun ah vah etmeden kendi tarihimizi yapmaya çalışırız. Aynı tarih, yarın herkesi yaptıklarıyla bir yere koyar.

Kriz durumlarının toz dumanı içinde en yapılmaması gereken; ilk taşı kim attı, suçlu kim, masayı mı dağıttı masadan mı atıldı, bu 418 milyar doları yağmalayanların müesses nizamı devam ettirme darbesi miydi, masadan kalksaydı ama bu kadar da sert konuşmasa mıydı tartışmalarına boğulmaktır.

Bir krizden çıkış için ise sakin olmak, tozu dumanı yatıştırmak ve asıl meselenin muğlaklaşıp, bulanıklaşmasına izin vermemek gerekir.

Son yazımda, Akşener’in baştan beri “başbakan olacağım” hedefine ilerlediğini, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına da kazanamayacağı için değil, bu hedefe hizmet etmeyeceği için karşı çıktığını yazdım. Başka değerlendirmeler de oldu. Onlar orada kalsın artık, tekrarlamanın kimseye yararı yok ve yeni koşullarda önümüze bakmamız lazım.

Seçim sürecinde yazdıklarımın omurgasını “Ehem mühimme müreccahtır” (En önemli önemliden önce gelir) oluşturuyor ve hepimizin kendi önemlilerimizi ucube tek adam rejimini değiştirmek olan “en önemli”nin gerisine çekmemiz gerektiğini yazıyordum. Türkiye’nin sosyalistleri en küçük bir yalpalama olmaksızın bunu yapıyor. HDP, onca itilip kakılmaya karşın, tam bir sorumlulukla davranıyor.

Ehem mühimme müreccahtır”ın tamamı şöyle; “Ehem mühimme, elzem lazıma müreccahtır!” Yani, en gerekli olan da gerekliden önce gelir. Masayı kim dağıttı, kim topladı, ne oldu, neden oldu diye de tartışmak da “lazım” tabii. Ancak zamanı gelince... “Elzem” olan o değil şimdi!

Şimdi elzem olan birkaç gündür yaşananların tozu dumanı içinde “en önemli”nin muğlaklaşmasına izin vermeden, kaybedecek olan ve kaybetmesi gereken tek adam rejimine karşı en geniş birliği oluşturmak.

Kılıçdaroğlu’nun ilk yapması gereken de birkaç gün önce söylediği gibi, herkesin cumhurbaşkanı olmaya dönük "sofrayı büyütecek" adımlar atmak.

Sakin ve kendimizden emin yürüyeceğiz. Ne İyi Parti’ye ne de AKP’ye destek olanları düşmanlaştıran bir dil kullanarak… Sadece depremde ortaya çıkan iyilik ve dayanışma damarlarını birleştirip örgütleyerek ülkeyi yeniden kuracağımızı, memleketin “Bursaspor sahasına” dönmesine izin vermeyeceğimizi anlatarak…

Biz sadece işimize bakalım; “Saray iktidarına karşı laiklik, özgürlük, eşitlik ilkelerinden ödün vermeksizin ortak adayda buluşup, bu örgütlü kötülüğü tarihin çöplüğüne atalım.