Hakkında bir “sosyal fenomen” olarak yazılar yazılan “suç örgütü lideri” -rahatça söylüyorum, çünkü “kanlarında banyo yapacağız” demek neresinden baksanız suçtur- Hobsbawm’ın “sosyal haydut” kategorisine yerleştirilip Yaşar Kemal ustamızın İnce Memed’ine de benzetilince, tamam dedim ben artık, bu kadarı fazla.

Kayıp zamanların kahramanları…

Susurluk’ta ortaya çıkan, üstü hemen örtülerek gösterilmesine izin verilmeyen gerçek, derin devletin yasalara tabi olmadığını kanıtlayan bir kaza, Maradona’nın eline değerek cisimleşen “Tanrının eli” gibiydi; ama ne yazık ki gol olmadı. Talihsiz bir kamyon içinde derin devletin maruf şahsiyetlerinin, hizmetteki katillerin bulunduğu siyah Mercedes’e çarpmış, sırlar asfalta yayılmıştı. Ama derin devletin ya da ona kol kanat gerenlerin gayreti, medyanın karıştırma konusundaki mahareti işe yaradı.

Unuttuk gitti.

İkinci bir şansı birbirine düşmüşlerin birbirlerinin sırlarını ortaya döktükleri, ayakkabı kutuları meselesinde yakalar gibi olduk; onun öğrenilmesi de mahkeme kararıyla engellendi; sonunda “korkunun ecele faydası” olduğu kanısı ve “hafıza-ı beşerin nisyan ile maluliyeti” baskın çıktı.

Onu da unuttuk, o da gitti…

Üçüncü şansımızı da yitirmek üzereyiz. Bu kez içerdeki dışarı, dışarıdaki içeri nöbet değişimi dışarıdakinin itirazı ile karşılaşınca işler biraz karıştı. Dışardaki sınır dışarı çıkıp, dizi yayınına başlayıp, “vay siz bana öyle mi” vaveylasıyla dizi filmlere nasip olmayan izlenme oranlarına erişince demokrat liberal çevrelerde dahi övgüye mazhar olmasın mı? Oldu; hatta “hitabeti harika, belagati mükemmel, üstelik de bilgili” diye övgülere doyamayanlar bile çıktı. Hakkında bir “sosyal fenomen” olarak yazılar yazılan “suç örgütü lideri” -rahatça söylüyorum, çünkü “kanlarında banyo yapacağız” demek neresinden baksanız suçtur- Hobsbawm’ın “sosyal haydut” kategorisine yerleştirilip Yaşar Kemal ustamızın İnce Memed’ine de benzetilince, tamam dedim ben artık, bu kadarı fazla. Değilmiş; işte Guevara’dan söz ediyor, solcu olmasa da solcuları seviyor, “İlla ki Turanı kuracağız” dese de sağcı, ırkçı falan olmuyormuş.

Bıraktım işin peşini, diziyi de merak etmiyorum artık.

PANDEMİ GÜNLERİNİN ÇUKURLARI

Peki diye soruyor arkadaşlar bu ilginin kaynağı nedir? Sayıyorum: Bir- memleketin halidir; iki- dizilere kapıldık, iyice evlere kapanınca şu pandemi günlerinde, herkes ya zenginlerin, güzellerin boy gösterdiği hayal âlemine ya da “ailemiz, mahallemiz, kurtarılmış bölgemiz” Çukur’a düştü. Bu mafyözün cinayeti var mı bilmiyorum ama Çukur’dakiler bir giriştiler mi sayıyı şaşırıyor insan; ama solcu, çevreci, hümanist duvar yazıları ile gönlümüzü fethetmediler mi; uyuşturucu işine girmeyip silah işiyle idare ederek evvel eski silaha düşkün milletimizin aklını çelmediler mi? “Sosyal haydut” böyle olunuyor demek ki. Yalnız bu İnce Memed pek denk düşmemiş; o garibim, yavuklusu Hatçe’yi başkasına yar etmemek için dağa çıkıp, ne yaptığının farkına sonra sonra varan, Ağa ile mütegallibe ile vuruşan bir köy çocuğuydu; hiç benzemez, hem onun okuması yazması yoktu, hitabeti zayıftı, daha çok susarak konuşanlardandı, belagati hele hiç, nerden öğrensin, uyuşturucu da silah da yok aslında bizim Memed’te, silah dediğin av tüfeği değilse kabzası kırık piyade tüfeğidir.

Ama bu dizi işinin bir faydası belki olur, gazeteciler üşenmeyip ya da “dağları bekleyene” aldırmayıp peşine düşerlerse, yıldızı parlamış dizicinin laf arasında sözünü ettiği hani Kolombiya’dan yola çıkan, son varış noktası İzmir ya da Mersin olan, lakin ne büyük talihsizlik yolda çevrilen bilmem kaç bin tonluk pudra, pardon kokain, gemisini diyorum. Çok iş çıkar oradan gazeteciye. Vatana millete de büyük faydası olur.

Uzattık, uzatmayalım, esasa gelelim; suç örgütleri liderleri devletle kavga etmezler; devletin derinlerinin kimi olmazsa olmaz işlerini yapmaya talip olur, kendi alanlarında da biraz korunup kollanmak isterler. Çizmeyi aşmadıkça ya da kuralmış gibi söylemeyelim, en azından bir süre için istediklerini alırlar. Ama bunun da hiç garantisi yoktur. Çünkü devlet denilen devasa alette, “Leviathan”da, kadrolar elemanlar sık sık değişir, yeni gelen kadroların ne yapacağı, kimi koruyup kollayacağı hiç belli olmaz, garantisi yoktur yani bu işin. Bu nedenle de mafya, suç örgütü, çete adına artık ne derseniz, yerlerini kaybetmemek için hasımlarıyla, derinlerin devlet içindeki elemanlarıyla ağız dalaşına girebilirler; ama bu dalaş şimdi olduğu gibi üst makamlara kadar uzanmaz. Bu nedenle diyorum ki, bu senaryo ile bu dizi fazla gitmez, yakında final yapar; “ne güzel eğleniyorduk” diye mızmızlanmayalım, memlekette olup bitenleri gözden kaçırır, işi kimi arkadaşların yaptığı gibi Sherwood ormanlarının Robin’i ile Kral John arasındaki çatışmaya benzetiriz ki hem fena halde yanılır hem de memlekette olup biteni anlamanın önüne bir engel daha çekmiş oluruz.

ŞİFRE FALAN YOK, ÖNÜ ARKASI BİR

Büyütmeyelim, destan yazıp, “bak bak Troçki de biliyor bu, Bob Dylan koymuş bu defa aşırı düzenli masanın üstüne” diye abartmayalım, kendisinin tıp dilinde “Obsesif kompulsif” tabir edilen zararsız bir takıntı hastalığı var besbelli; nerede eğri, yamuk bir resim, bir çerçeve görse düzeltmezse uyuyamayanlardan; öyle menhus bir hastalıktır bilirim, ama şimdi bundan şifre falan çıkarmanın âlemi yoktur.

Gene uzattık, ne yapalım, mesele bu geçici kavganın aslında çoktandır parti içinde sinsi sinsi büyümüş, dallanıp budaklanmış çatışmayla daha doğrusu çatışmalarla yakından ilgili olmasıdır. Bu fukara, -fakir demedim yanlış anlaşılmasın, ne güzel anlattı para kazanmanın kolay yolunu- bir tarafa yaslanıp öteki tarafla işi pişirmek isterken, üst katlardaki değişiklikleri biraz geç fark etmiş olmalı ki hem intikam almak hem kendini koruyup kollamak derdine düştü. Başkaca bir anlamı yoktur, rica ediyorum, sosyal haydut falan deyip işi sulandırmayalım, bildiğin suç örgütü işte. Bulunduğu noktada işi devletle kavgaya dönüştürmeye kadar uzatırsa sulh imkânını da yitirir, o nedenle şu sıralarda kapalı kapılar arkasında bir af sağlayabilirse, dışarıda unutulmanın koruyucu kollarında bir süre dinlenip işini sürdürmenin yollarını araması daha makuldür. Tahminim bu yöndedir, daha sonra yeniden göreve talip olabilir, kimlerin “kanında duş yapacağını”, kimleri “kurşun manyağı” edeceğini ilan edebilir. Etsin zaten, çünkü etmezse bizim kahraman sıkıntısı çeken arkadaşlarımız “ille de gel sosyal haydudumuz ol bizim” diye peşine düşecekler.

***

Kapitalizm düzgün işleyen bir sistem değildir. Zaman zaman hem kendi unsurlarını hem de dışarıdan düzene taş koyan sınıf ve katmanları, “had bilmeyen militanları” hizaya sokmak için suç örgütlerine mafyaya, çetelere gereksinim duyar. Ama sistem krizleriyle baş edemediğinde, çeteler söz dinlemez olur, kimi zaman başına buyruk davranmaya, olmadık işler yapmaya, kendi aralarında çatışmaya başlar; iyice zıvanadan çıkmışlarsa hiç yapmadıkları işi yapmaya, devlete kafa tutmaya bile yeltenirler. Kuşkusuz ekonomik krizlerin politik krizlerle katlandığı süreçlerde devletin yürütmesi, yasaması, yargısı arasında görev karışıklıkları ortaya çıktığında elemanlar, troller, medya leşkerleri arasında birbirinin ayağına basma, çelme takma eylemleri boşluğa yol açtığında mafya türü örgütlerde boşluğu doldurma hevesi canlanır. Bir bakarsınız hükümetin bakanı yerine konuşur, bir bakarsınız “biz olmasak ne olurdu bunların hali” havasında omuzlar dikleşir, söz dinlemez paramiliter teşkilatlar, polisin yerine “Sturm Abteilung” türü otorite dinlemez sokak muhafızları, kabadayıları türer.

Durum böyleyse halkın kendini “sosyal haydut” kılığına girmiş çetelerden koruması, akla karayı ayırması, gelişmeleri bir dizi gibi seyretmek yerine harekete geçmesi, kendi işine bakması gerekmez mi?

Bizim işimiz soru sormaktır ama kimi zaman yanıtı içinde sorular sormaktan da kendimizi alamıyoruz, ne yapalım…