Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Cumhurbaşkanlığı seçimine şunun şurasında birkaç gün kaldı.

 Cumhurbaşkanlığı seçimine şunun şurasında birkaç gün kaldı. 10 Ağustos’ta seçimin ilk turu yapılacak. Herkes, kimin Cumhurbaşkanı seçileceğini merak ediyor. Oysa ben daha çok, “Kim Cumhurbaşkanı olmamalı?” sorusuyla ilgiliyim.

“Parlamenter Demokrasi” için mi, “Hitlervari” bir “tek adam” yönetimi için mi oy kullanacağız?

Bir başka deyişle, “Anayasal bir cumhurbaşkanı” mı istiyoruz, “seçilmiş bir padişah” mı?

Tercihimizi bu iki karşıt yönetim biçimi, daha doğrusu “rejim” arasında yapacağız.

“Korkak, cesur, cahil ve hakîm (bilge)” olan halkımız, “kıldan ince, kılıçtan keskin” bir dönemeçte bakalım tercihini kimden yana yapacak…

AKP medyasına bakarsanız, RTE ilk turda işi bitirip Çankaya’ya çıkacak!

Paralı anketçiler, iktidara yakın “Pİ-AR şirketleri” de günlerdir bu algıyı yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.

Son derece haksız ve eşitsiz bir seçim sürecine tanıklık ediyoruz. Hukukun ve adalet duygusunun yerle bir edildiği koşullarda sandığa gidecek insanlar. Seçim yarışına girenlerden biri hem iktidar partisinin Genel Başkanı, hem Başbakan, hem de Cumhurbaşkanı adayı! Hiçbir etik kural tanımayan bu adam, devletin bütün olanaklarını kendi propagandası için pervasızca kullanıyor. Bir yanda “havuz medyası”, bir yanda iktidarın güdümündeki TRT, günde 24 saat Tayyip Erdoğan’ın borazanlığını yapıyorlar! RTE’nin “ihtiyaç molası” dışındaki her anını “canlı yayın” olarak izliyoruz ekranlardan! Utanma, sıkılma diye bir şey kalmamış bu kurumları yönetenlerde! Propaganda sürecinde eşitliğin güvencesi olması gereken YSK ve RTÜK, çeşitli uyarılara karşın, televizyonların hukuk tanımazlığına müdahale etmiyorlar. Dahası, kamu görevlisi olduğunu unutan TRT Genel Müdürü, başında bulunduğu kurumun yansız davranmasını isteyen adayları, “Bizi eleştirirseniz yayını keseriz!” diye tehdit etmekten çekinmiyor!

30 Mart’ta yapılan yerel yönetim seçimi, Türkiye tarihinin en şaibeli seçimi olarak kayıtlara geçti. 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi de “ileri demokrasi”mizin en kirli yarışlardan biri olarak anımsanacak…

* * *

Ama umutsuzluğa kapılmayalım.

Tüm olumsuzluklara karşın, bu seçimde Tayyip Erdoğan’ı tarihin çöplüğüne göndermek elimizde!

“Armudun sapı, üzümün çöpü” mızmızlığına girmeden aklımızı kullanabilirsek, böyle bir şansa sahibiz.

Özellikle sol kesimin, bugün ideolojik değil, stratejik bir seçimle karşı karşıya olduğumuzu kavraması gerekiyor.

Parlak sözler, tumturaklı tümcelerle “boykot” çağrıları yapmanın zamanı değil!

“Devrimci lafazanlık”, teslimiyetin ve ihanete seyirci kalmanın örtüsü olmamalı!

“Burjuva demokrasisi” ile “faşizm” arasında fark görmeyenler, dünyaya at gözlüğü ile bakan siyasal miyoplardır!

Bu görüşümü 13 Temmuz’daki “TKP Atılım Kongresi”nde de açık açık seslendirdiğim için burada yazmakta sakınca görmüyorum.

Parti’nin ayrı kongre toplayan iki kanadı da ne ilginçtir ki “boykot” kararında birleşti!

12 Eylül referandumundan iki gün önce BirGün’de kaleme aldığım yazıda boykotçuları uyarmak için şunları söylemiştim:

“BOYKOT, ‘EVET’ DEMEKTİR!

Boykot taktiğini sosyalistlerin kuramsal ve kategorik olarak yadsımaları elbette söz konusu değildir. Ama boykot, her zaman ve her durumda uygulanabilir, genel geçer bir yöntem de değildir. Boykotun koşulları vardır. Tarihte bu yöntem, genellikle devrimci dalganın yükseldiği dönemlerde uygulanmıştır. Bu silahı kullananların, her şeyden önce toplumsal bir yaptırım gücüne sahip olmaları ve boykot sonunda siyasal iktidara ölümcül bir darbe vurmaları gerekir. Somutlarsak, 12 Eylül’de boykotun olumlu sonuç vermesi, ancak çoğunluğun sandık başına gitmeyerek siyasal iktidarın dayattığı Anayasa değişikliğini ‘meşru bir oylama’ olmaktan çıkarmasına bağlıdır. Şimdi ülkemizde böyle bir durum var mıdır? BDP’nin başını çektiği ‘Boykot’ cephesinin Güneydoğu illerinde bile başarı şansı kuşkuludur. Referandum yarışı, büyük ölçüde ‘Evet’ ve ‘Hayır’ arasında geçmektedir ve sonucu da bu seçeneklerden birinin üstünlüğü belirleyecektir. (…) Bu iki seçenekten hangisi daha çok oy alırsa, o seçenek benimsenmiş sayılacaktır. Referandumu boykot ederek sandıklara gitmeyecek az sayıdaki yurttaşların siyasal eylemi ise pratik bir sonuç doğurmayacak, oylama açısından ulusal ölçekte bir ‘meşruiyet tartışması’ başlatmaya yetmeyecektir. Özünde muhalif bir gizilgücü içinde barındırsa da, verili koşullardaki ‘Boykot’ eylemi, son kertede ‘Evet’çilerin ekmeğine yağ sürmüş olacaktır. AKP’nin bu tutumdan hoşnut olmaması için hiçbir neden yoktur. Sonuçta, belki ‘devrimci’ niyetlerle başvurulan boykot silahı, diktatoryal amaçları gün yüzüne çıkmış bir siyasal partinin iktidarını pekiştirmeye yarayacaktır…” (BirGün, 10 Eylül 2010)

“Boykot” konusunda 2010 yılında yazdıklarım bugün için de geçerlidir. Seçimlerini ve eylemlerini her zaman “somut durumun somut çözümlemesi”ne dayandırmak zorunda olan sosyalistlerin, 10 Ağustos ve sonrasında akılcı davranmak sorumlulukları vardır. Kürt yurttaşlarımız da bu sorumluluktan “azade” değillerdir! Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucu ikinci tura kalırsa, diktatör bozuntusunun karşısında onların da yığınsal olarak tutum alma sorumlulukları vardır. “Boykot”, Çankaya yolunda Tayyip Erdoğan’ın ayaklarının altına kırmızı halı sermek demektir ve Kürt halkını böyle bir seçeneğe zorlayanlar, tarih önünde sorumluluktan kurtulamazlar!

* * *

Alevi kesimin kanaat önderlerinden ve BirGün yazarı Turan Eser, 29 Temmuz’da yayımlanan “Turbo diktatörlüğe oy yok” başlıklı yazısında, “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl bir tutum almalı?” diye sorduktan sonra kendi yaklaşımını şöyle açıklamış:

“Sandık başındaki tavrım net. Lafı evelemeye gevelemeye gerek de yok! ‘Boş oy’ ya da ‘boykot’ tavrım olamaz! Bu, AKP’ye hizmet olur! Birinci turda oyum HDP adayı Selahattin Demirtaş’a destek olacaktır! Eğer Demirtaş ikinci tura kalırsa oyum yine Demirtaş’a olacaktır! Fakat ikinci tur seçim İhsanoğlu ile Erdoğan arasında olursa, kızarak sandığa gitsem de oyum kerhen İhsanoğlu’na! Oyum onun düşüncesine, programına değil, AKP ve RTE’nin elindeki iktidar gücünün zayıflatılmasına, parçalanmasına ve yeni dengelerin kurulmasına katkı sunmak!”

Ben de böyle düşünüyorum. 10 Ağustos’ta sandığa gidip oyumu Selahattin Demirtaş’a vereceğim. Umuyorum ki, Kürt arkadaşlar da sosyalistlerin bu tutumunu dikkate alarak, ikinci turda “boykot” çağrısı yapmak yerine; faşizme yönelen iktidar cephesinde derin bir gedik açılması için çaba göstereceklerdir.