Eğer sorunun yanıtını komplo teorileriyle değil de olağan bir akıl yürütmeyle vereceksek; eldeki tüm veriler İmamoğlu’nu önde gösterirken, kaybetmesi kesin olan bir seçim öncesi tartışmadan Yıldırım’ın fazla zarar görmeyeceğini, iki adaya da aynı soruların sorulup aynı sürelerin verileceği bir formatta tarafların bilinen görüşlerini tekrar edeceğini söylemiştim. Öyle de oldu. Çok sayıda insanın olağanüstü bir şey […]

Eğer sorunun yanıtını komplo teorileriyle değil de olağan bir akıl yürütmeyle vereceksek; eldeki tüm veriler İmamoğlu’nu önde gösterirken, kaybetmesi kesin olan bir seçim öncesi tartışmadan Yıldırım’ın fazla zarar görmeyeceğini, iki adaya da aynı soruların sorulup aynı sürelerin verileceği bir formatta tarafların bilinen görüşlerini tekrar edeceğini söylemiştim. Öyle de oldu.

Çok sayıda insanın olağanüstü bir şey olacağını düşünerek heyecanla beklediği tartışma, hiç de beklentilerle uyumlu olmayan bir şekilde yapıldı, bitti.
Türkiye’nin olağanüstü kutuplaşmış, iktidarın düşmanlaştırıcı ve muhaliflerini teröristlikle eşitleyen dili sıradanlaşmışken, iki tarafın temsilcilerinin hiç de böyle bir dil kullanmadan konuşabiliyor olmaları, Babalar Günü vesilesiyle hediyeleşmeleri ve birlikte aile fotoğrafı vermeleri, hem bir kazanç hem de Erdoğan’ın inşa ettiği siyaset diline darbe oldu.

İnsanlar, “Madem böyle konuşabiliyorsunuz, o zaman o “beka” hikayeleri, muhatabınıza terörist muamelesi yapmak falan neden?” diye soracaktır. Pazar gecesinden sonra, kendisini rakiplerinden yukarıda görerek onlarla yan yana gelmenin rakibe prim yaptırır diye bu tür tartışmalara yaklaşmayan Erdoğan’ın, bu tavrını sürdürmesi de tutarsızlık olarak algılanacaktır.

Yazının başlığındaki soruya araştırma şirketleri yapacakları araştırmalar üzerinden daha net bir yanıt verebilir.

Ancak, tartışmanın tarafların kesin destekçilerini etkilemediğini söylemek için, tartışmanın yapılmasını bile beklemek gerekmiyordu. Farklı nedenlerle sandığa gitmemiş, özellikle AKP’li 500 bin kadar seçmenin ve 31 Mart’ta diğer partilere oy vermiş ama 23 Haziran’da ne yapacağı konusunda son bir işaret bekleyenlerin tavrını etkileyebilecek tartışmada, tam da bu kitleye, tartışmadan nasıl etkiledikleri sorularak başlıktaki soruya yanıt bulunacaktır.

Tartışmanın başından sonuna görece daha gergin olan, sık sık İmamoğlu’nun sözünü keserek format dışına çıkan Yıldırım’ın, tıpkı 31 Mart sonucunda olduğu gibi, İmamoğlu’ndan az farkla geride olduğu söylenebilir. Bazılarının beklediği gibi, ezildi mi, hayır. Zaten bu formatta böyle bir şey mümkün değildi.

AKP’nin siyaset guruları ve en başta da Erdoğan, tartışmanın göz dolduran tarafının İmamoğlu olduğuna hükmetmişlerdir. Enerjisi, rahatlığı, her soruya daha doyurucu yanıtlar vermesi, özellikle yoksullukla mücadele gibi en duyarlı olunan konuyu Yıldırım teknolojik/teknik bir çerçeveye sıkıştırırken, onun insanlara dokunan vaatleri İmamoğlu’nu öne çıkarttı.

Küçükkaya’yı, “Sayıştay raporunu okudun mu İsmail Bey” sorusuyla açığa düşüren Yıldırım’ın, daha sonra aynı soru kendisine sorulunca “Hayır” demesi onun en önemli gaflarındandı. İmamoğlu bunu vurgulayıp altını çizse daha zor duruma düşerdi.
Mülteciler konusunda da, sözlerini “Baktık huzursuzluk yaratıyorlar, tutar göndeririz” gibi bir cümleyle bağlayan Yıldırım, belki sokağın tepkisine karşılık verdi ama kendi partisinin söylemine ters düştü.

Küçükkaya’nın tartışmayı; “Moderasyonumu nasıl buldunuz?” sorusu bence yaptığı işe onay aradığı izlenimi doğuran gereksiz bir soruydu. Sayıştay raporu ile ilgili bir soru sorarken raporu okumamış olduğunu söylemesi de ona yönelik bir başka eleştiri olabilir.

Ama hepsi bu. Böylesi bir formatta, tartışmayı yöneten gazetecinin de daha fazla öne çıkıp tartışmacıları sıkıştırması zaten mümkün değildi.

Erdoğan, Pazar gecesinin kırılma noktası olacağını, duruma bakarak İstanbul’da sahaya ineceğini söylemişti.

Kırılan dökülen ve de değişen bir şey olmadı. Reis buyursun sahaya!