Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni kundaklayan saldırganın AKP iktidarının yarattığı bir figür olduğunu inkar edecek olan var mıdır? Başkanlık katından, toplumunun en alt kesimlerine kadar inmiş olan “nefret söylemi”, bu söyleme temel olan tüm değerleri üzerinde taşıdığı iddiasındaki herkesi saldırgan birine dönüştürebilir rahatlıkla. “Kininizi unutmayın” öğüdü gündelik cihadın amentüsüdür.

Bu saldırgan da, bu topraklarda her gün üretilen, egemen maneviyatçı /milliyetçi hezeyanların kılavuzluğuyla “unutulmaması” öğütlenen” kinin” taşıyıcısı olarak aydınlık kurumları, kişileri hedeflerken desteği Başkanlık katından da alıyor haliyle. Toplumun maneviyatını çökerttiği düşünülen her ne varsa artık “gündelik cihad”ın hedefi durumundadır.

MGSM’yi kundaklayan saldırganın yakalandığında verdiği ilk ifadede “sarhoştum” demesi “maneviyat”ı gölgeledi biraz tabii. Yaptığı eylemi, cihada çıktığı düşünceleriyle savunamayacağını bildiğinden olsa gerek “sarhoşluk” bahanesi gelmiş olmalı aklına önce. Ancak sonrasında, ortamın da verdiği muazzam bir rahatlıkla aslında sarhoş olmadığını söyleyip kundakçılığını “atasıAbdülhamid’e yapılan saygısızlığa olan tepki gibi savunması tutumunun bilinçle yapılmış bir cihad eylemi olduğunu gösterdi.

Eskiden olsa bu tür saldırılar meczup eylemi olarak değerlendirilir, eylemi tetikleyen “değerler”in gizlenmesine çalışılırdı. Tabii bu tür girişimleri yapsa yapsa bir deli yapar kabulü de vardı bu durumda ama faillere “meczup” diyenler belli ki bunu hesaba katmazdı. Şimdi iş farklılaştı. “Hayır, sarhoş değildim” diyerek saldırıyı tasarlayarak yaptığını kabul eden fail, günümüzde maneviyattan yola çıkarak eylem yapmayı kabullenmenin bir suç oluşturmadığını biliyor çünkü.

Gerekçesi, Abdülhamid’e, onun yakınlarına yapıldığını iddia ettiği saygısızlığa karşılık vermekmiş. Hayatta olsa bu zatı sopayla kovalayacak olan Abdülhamid’in tiyatro, opera düşkünü olması bir şey ifade etmiyor bu adam için. Önemli olan Abdülhamid’e toz kondurulmamasıdır, çünkü Türkiye İslamcısının tek ortak “kahramanı” Abdülhamid’dir. Türkiye İslamcılığı kendisine “yerli” bir kahraman yaratamadı. O nedenle en azından son 30 yıldır, yazılanlardan bilinenlerden farklı bir Abdülhamid anlatır dururlar bunlar. Türkiye İslamcısının geriye dönük kahraman yaratma gayreti hazindir.

Bir kere inanılmaz bir diplomasi zekasına sahip olan Abdülhamid’in, bugün kendisini savunanlardan daha laik tutumları olduğunu bunlara anlatamazsınız. İzlediği bir İslamcılık da olmamıştır hiç, kim ne derse desin. Sadece kendisine yönelik muhalefetin dönemin aydınlarından, dine mesafeli figürlerinden, nihayet gayrimüslimlerinden oluşması karşısında, Halife’yi, yani kendisini “Zilllulahi fi’l alem” (Allah’ın yeryüzündeki elçisi) olarak görenlerin desteğini almıştır haliyle. Bu doğal kamplaşmanın İslamcı sanısı uyandırdığı biridir Abdülhamid. Hepsi bu.

Elbette çağının aydınlığından, ilerlemesinden hazzetmeyen, her yeniliği kendisine karşı bir muhalefet olarak anlayan, Memalik-i Osmani’nin bekası için eğitime (kız okulları ilk onun döneminde açılmış da olsa)pek önem vermeyen Abdülhamid, bir İslamcıdan çok, kendi zamanında bile muhafazakar biriydi. Filistin’i dönemin Yahudi sermayesine para karşılığı satmaması İslamcılığına örnek sayılır. İnananların emiri, Müslümanların Halifesi olarak bunu yapmamasının diplomatik, siyasal gerekçeleri vardı kuşkusuz. Kimse, İslamcılığına örnek veremez.

Gericiydi kuşkusuz, ama gericiliği döneminin gerçeklerine sırt çevirmesidir. Gericiliğinde dinin payının çok olduğunu söylemek kolay değildir.

MGSM’ni kundaklayan zatın, Abdülhamid’in torunu olduğu iddia edilen genç kadını, İslamcılığın hangi kıstasına göre savunduğu, ona yapıldığını düşündüğü hakaretlere yanıt verirken, bu hanımefendide savunulacak (komik kıyafeti dışında) hangi İslami değeri gördüğü de merak konusu gerçekten.

Bence ortam ona her ne kadar eylemini açıkça savunacak şartlar sağlamış da olsa, keşke “sarhoş” olduğunda ısrar etseydi.

Sarhoşluk, “değerlerinin” yanında daha mantıklı bir gerekçe gibi kalıyor.