Kırmızı Pazartesi Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in kitabının Türkçedeki adı. 

2015 senesinde Notos dergisi Marquez dosyası yayımladı. Eseri dilimize kazandıran kıymetli çevirmen İnci Kut’un dosyada belirttiği gibi, kitabın asıl adı, İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü’dür. Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz, “Kırmızı Pazartesi” adını önermiş ve böylece olay örgüsüne uyarlanabilecek evrensel bir durum teşhisini de bize kazandırmıştır.  

Kırmızı Pazartesi metaforu pek çok şeyi anlatır halde. Metafor, en son olarak da Merdan Yanardağ üzerinden işlenen hukuk cinayetini anlatıyor. Üstelik bu hukuk cinayetinin işleneceğini de herkes biliyordu.

Hukukçuların, hukuksuz hukuktan şikayetçi olduğu ülkemizde; 27 Haziran’da gazeteci, Tele1 genel yayın yönetmeni, BirGün gazetesi yazarı Merdan Yanardağ tutuklandı.

Üstelik bayram arifesinde. Bu zamanlama özellikle seçildi, bayram tatilindeki bürokratik eksiklikler sonucu hak ihlallerine maruz kalması için…

Yanardağ sadece bir gazeteci değil, Türkiye’nin önde gelen muhalif haber kanallarından birinin genel yayın yönetmeni. Yani bu sadece Yanardağ’ın şahsına değil, Tele1 kanalına yönelik de bir hamle. 

Merdan Yanardağ’ın 20 Haziran’daki konuşmasının yedi gün sonra tutuklamaya dönüşmesiyle yine aynı döngüye girmişken, tutuklanmasına daha geniş bir çerçeveden bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü O’nun maruz kaldığı muamele; iktidarıyla muhalefetiyle, demokrasi ve hukukun Türkiye’deki halini gösteren dört başı mamur bir örnek niteliğinde.

Yanardağ’a yapılan operasyonun hukuki açıdan iki boyutu var: Birincisi, konuşmasının içeriği ve yapmadığı bir konuşmanın oluşturulma süreci, diğeri de Tele1 kanalının polislerce basılması ve gözaltı işlemi. Akabinde emniyette ve adliyede uzun süre bekletilmesi, savcılıkta ifadesinin alınmasının uzun sürmesi.

İçeriğe dair ama’lı cümleler kurmadan altının çizilmesi gereken hususa gelirsem; Merdan Yanardağ herhangi bir şiddet çağrısı yapmadı, ırkçılık yapmadı, sözlerinde suç teşkil eden unsur olmadığı gibi Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilecek herhangi bir sözü de yok. Zaten "ben söylemediklerim için içerdeyim" diyor. Montaj ile sahtelik üzerine kurulan düzen sonucu tutuklandı ve bittabi montaj bir suç.

Diğer durum ise; velev ki ortada bir suç olsa bile polisin bir tv kanalını basması Anayasayı ihlaldir, suçtur. Kanala giren polis suç işledi. Savcılık tarafından davetiye tebliği yerine Yanardağ’ın polis eşliğinde emniyete götürülmesi, o anların kameraya çekildikten sonra kamuoyuna servis edilmesi hak ihlali. Arife gününde, izne ayrılmış personelin olduğu cezaevine geç saatte girişi de acil ihtiyaçlarına ulaşmasını engellediğinden hak ihlallerinin devamı niteliğinde. Anayasanın kaç maddesi ihlal edildi sayamadım. Tam da burada Mümtaz Soysal’ın mühim bir sözüne yer vermek isterim: “Zaten, anayasaları yaşatan veya öldüren şey de, içlerindeki kelimecikler değil, dışlarındaki hayattır.” 

Ezcümle, ortada Yanardağ’ın işlemiş olduğu bir suç yok ama ona karşı işlenen suçlar çok.

Bu hukuksuzluğun sadece Yanardağ’ın şahsına değil, kanala yönelik de bir hamle olduğu iki gün evvel RTÜK ‘ün Tele1’e kesmiş olduğu orantısız cezalarla netleşmiş oldu. RTÜK, Tele1’e yedi gün yayın durdurma, %5’er idari para cezası, beş gün program durdurma olmak üzere bir yayından iki ayrı ceza verdi. Emsali görülmemiş bu yaptırımdan anlaşılıyor ki birileri çok kızmış! En ufak muhalefete tahammül edemeyen muktedir, Tele 1 televizyonu gibi sert muhalefet yapan bir kanalı sansürleyerek esasen özgür basının susturulmasına, sansürlenmesine neden oldu.

HALKA YAPILAN BİR SALDIRI

Tutuklama kararıyla sesi kesilmeye çalışılan gazeteci sadece Merdan Yanardağ değil; sorgulayan, araştıran, eleştiren, biat etmeyen gazeteciliktir. RTÜK sansürüyle ağır yaptırımlara maruz kalan ise sadece Tele 1 değil, bizleriz. Ülkede haber özgürlüğünün dolaşımını engelleyerek halkın haber alma, bilgilenme özgürlüğünün engellenmesidir. Bu halka yapılan bir saldırı.

Dezenformasyon yasası ile iktidarın sansürü uzun zamandır haberleri gölgelemekte, devletin haber kaynakları iktidar partisinin emrindeyken, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın verilerine göre en az 34 tutuklu veya hükümlü gazeteci ve medya çalışanı gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde. Gazetecileri baskı altına alan, susturmaya çalışan ve haberciliği yapılamaz hale getiren uygulamalar hiç hız kesmiyor.

Sonda yaşanacak olanı en baştan tahmin etmek nereden baksanız can sıkıcı bir durum. Ancak hikâyenin sonunda ne olacağı değil, nasıl olacağı daha önemli hale gelmiş vaziyette. Öyle bir ülke düşünün ki, yakın zamanda bir gazeteci düşünceleri sebebiyle tutsak edilecek ve ülkenin en sert muhalefetini yapan kanallarından biri sansürlenecek. Herkesin bildiği ama haberleri yokmuş gibi davrandıkları bir hukuk cinayeti.

Tam da burada aklıma, Millet İttifakı’nın seçim döneminde sıklıkla vurguladığı düşünce ve ifade özgürlüğünün süründüğü yerden ayağa kaldırılması vaatlerine ne oldu acaba? diye bir soru geldi.

Vaatleri düşünürken fark ettim ki zaten Merdan Yanardağ’a ve Tele1’e karşı işlenen bu hukuk cinayetinin ateşini yakan İyi Parti’nin yetkilileri. Yani bıraktım tepki göstermeyi; hedefe koyan, kara propagandaya dahil olan ve adeta kamuoyu rızası oluşturanların içinde olan bir ittifak bileşeni.

HAKİKATİN ÖTESİNE GEÇMEK

25’ini 26’sına bağlayan gece; Merdan Yanardağ’ın tırnak içinde kullandığı ifadeleri, metaforları alıp, kesip, yapıştırıp bambaşka bir metin ortaya çıkarılarak kısa bir video hazırlanmış, bu video sosyal medyada dolaşıma sokularak 48 saatlik linç başlamıştı.

Malum, montaj bizler için yeni bir kavram değil. Geçtiğimiz mayıs ayında AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul mitinginde gösterdiği montaj videoya CHP tarafından verilen haklı tepkiler hafızamızda. Çünkü o günlerde montaj kasetlerle olmayan varmış gibi gösterilmiş, sahteliği her yerinden akan görüntüler miting alanlarında yayınlanmış, yetmemiş tüm yandaş kanallardan da yayınlatılmıştı. Ezcümle, o günlerde hakikatin ötesine geçilmişti. Tıpkı Merdan Yanardağ’a yapılanlar gibi. Ne var ki, birkaç isim hariç CHP’den güçlü bir tepki geldiğini söylemek zor. Yanardağ’ın tutuklama haberi geldikten sonra CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medyada paylaşımıyla tepki gösterdi. Ancak son tahlilde, 48 saatlik linç, 24 saatlik gözaltı süresince ses çıkaran CHP’li sayısı bir elin parmağını geçmedi. Oysa bu sahtelik üzerine kurulan düzen herkesin nefesini kesmekte. Ve aslında bu yapılan tam da seçim döneminde kullanılan montaj video siyasetinin devamı!

Yanardağ’ın tutuklanması için uzun zamandır aranan bahane o montajlanmış video ile oluşturulurken Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Merdan Bey’in tutuklanması için ‘ifade özgürlüğü kapsamında değil’ dedi. Altun gibi görevi olmayan açıklamaları yapanlar varken, görevleri olan açıklamaları yapmayanlar da var. Hukuka açıkça aykırı olarak tutuklanan Yanardağ’ın şahsında ifade ve basın özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına yönelik ihlal karşısında, Diyarbakır Barosu hariç, barolardan ve Türkiye Barolar Birliği’nden herhangi bir açıklama yok. Üzücü.

Muktedire boyun eğmeyen pek çok insan gibi, Merdan Yanardağ da siyasi bir tutsak. Maruz kaldığı bir siyasi bir operasyon, sopası ise yargı! Öte yandan, bu tutuklamayı adım adım kamuoyunun nabzını ölçme olarak da nitelendirebiliriz. Yaşananlar neyi gösteriyor, ona bakmak gerekir. Açık ki daha göze alınacak pek çok olay beklenmelidir.

Dayanışma içinde olmaz isek; yeni suçlamalar, otokrasi cephesinden gelecek yeni talimatlı soruşturmalar, ceza tehditleri, belki daha da kötülerinin yaşanabileceği olasılığı ve yine dayanışma içinde olmaz isek; birilerinin söylediği çok kıymetli, başka birileri söyleyince suç haline gelmesinin devam etme ihtimali ile karşı karşıyayız.

İktidarın herkes tarafından bilinen, görünen böylesi politikalarını seyretmemenin tek yolu mücadeleyi büyütmek. Önlemeye çalışmazsak her birimizin durumu Kırmızı Pazartesi romanındaki kasabalıların durumuna benzer. Bilinen ve beklenen gerçekleşir. İşte tam da bu sebeple umutsuzluktan, yılgınlıktan sıyrılmanın yolu olarak mücadelenin dahilinde olmayı seçmek mühim. Savaşımımızı yeni, yaratıcı, geçmiş deneyimlerden ders almış bir şekilde birleştirmeli ve kendimizi korkuların üzerine sürmeliyiz.

Yazımın sonuna; direnişin, kararlılığın, boyun eğmemenin sembolü sıkılı yumruk görseli koymak isterdim, siz koydum var sayın. Hafif bir pazar günü dilerim.