İstanbul’da devri Osmanlı’da Köle Pazarı, bir de Avrat Pazarı varmış

İstanbul’da devri Osmanlı’da Köle Pazarı, bir de Avrat Pazarı varmış. Afrika kökenliler, Magripler, Çerkezler bu pazarlarda alınıp satılırmış. “Kaldırım serçesi” mi, “şafak güzeli” mi, “kraliçe” mi, “hizmetçi” mi, “endamı ölçüye sığmazı” mı, “dilberi” mi, ne “kadın” ararsanız burada satılırmış. Avrat Pazarı’nın en ünlüsü ise Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan zamanında kurulmuş. Bu biçare Hürrem’in kendisi de vakti zamanında Kanuni Sultan Süleyman’ın haremine şans eseri bir “esire” olarak girmiş, ancak padişahtan dünyaya bir çocuk getirerek “hürriyeti”ne kavuşmuşmuş.

Esir Pazarları, ortasında dikdörtgen bir avlu bulunan binalarda olurmuş. Kadınlar “alıcıların” karşısına işte bu avluda çıkarmış. Avluda “siyahlar”, odalarda ise “beyazlar” varmış. Beyaz elbiseler içinde kadınlar, kabartılmış büyük örgüler halindeki saçlarını omuzlarından aşağı döker, parıldayan saçları ve alımlı dudaklarıyla “satın alınmayı” beklerlermiş. Alıcı, gözüne kestirdiği kadına yaklaşır, “gözle” başlattığı incelemesini bu defa “beden” ile yaparmış. Ağız koklamak, dişleri saymak, “düztaban” kontrolü yapmak gerekirmiş. Esireyi inceleyen alıcıyı ikna etmek için “satıcı” ise ortalığı kızıştıran bir sesle bağırıp çağırırmış. Efendi kadını aldıktan sonra ister satar, ister “hibe” eder, isterse başkalarına “hediye” edermiş.

Köle Pazarı’ndaki kadınlar kısım kısım fiyatlanmış. Sekiz yaşındaki “bakire” Çerkez kızı veya on yedi yaşındaki Arap kızı mesela, en fazla 2 bin kuruşmuş. Aynı dönemde bir safkan atın fiyatı 5 bin kuruştan az olmazmış. İki genç kız, bir “at” etmezmiş.

Kadını köleleştirme, alıp satma, aşağılık bir yaratık ve aynı zamanda “cinsel eğlence aracı” görme halleri, Osmanlı boyunca sürmüş. Mesela kadın erkekle sandala binemez, “kaymakçı dükkânına” gidemezmiş. (Dinci sapıklar bugün de kadının “dondurma yemesi” görüntüleri için “günah” diyor, “kaymakçı”nın yerini “dondurmacı” almış!) Üçüncü Osman zamanında kadınların haftada 4 gün, Dördüncü Mustafa zamanında ise hiçbir gün sokağa çıkamayacakları “ferman” edilmiş. Kölelik, 20. yüzyılda, ancak 1908 devriminden sonra, “kaldırılmamış” ama “sönmüş”.

Nasıl kaldırılsın? Osmanlı denen toplumun üstünde alelade bir şeriat devleti kuruluymuş. Bu devletin kaynağı ise, yedinci yüzyılda Arabistan’da gökten inen “Tanrı buyrukları” imiş. Arap Kral Faysal, mesela bu kölelik denen ucubeyi ta 1962’de, o da “Batı’nın baskısı” ile kaldırmayı kabul ederken, “dini ulema”sı şiddetle itiraz etmiş: “Kuran bunu emrediyor, kaldırılamaz!”

Hz. Muhammed öldüğünde 80 kölesi, 20 cariyesi varmış. Zamanında Habeş Kralı Hz. Muhammed’e Mihran adlı köleyi, Marya ve Şirin adlı cariyelerle birlikte “hediye” olarak göndermiş. İslam ve Kuran zaten köleliği hiçbir zaman yasaklamamış. Köle İslam’a göre “ikinci sınıf” insan bile değilmiş. Hele kadınlar. Mesela Hz. Muhammed’in eşi Safiye, Hayber Savaşı’nda köle olarak alınan, cariye yapılan bir kadınmış, peygamber onu nikâhına almış, “eş” yapmış. Muhammed, oğlu İbrahim’in doğumunu kendisine müjdeleyen Ebu Rafi’ye köle “hediye etmiş”. Verili dönemin “insan” anlayışı işte böyleymiş.

Kuran insanları “hürler” ve “köleler” olarak ikiye ayırmış. Kadının kölesi “cariye” adını almış. “Hür insanlar” da gerçekte gökten inen buyrukları uygulayıcısıymış, hür değilmiş yani. Zaten “hür” Kuran’da “abd” olarak geçermiş ki esas anlamı “köle”den başka bir şey değilmiş. “Allah’a köle” olma. Kuran kulların içinde bazı kullara “kulluk” etmeyi de kabul etmiş. Köle öldürene “kısas” değil, “azarlama” cezası öngörülmüş. Şarabı yasaklayan, hırsızın bileklerinin kesilmesini öngören İslam nedense insanın köleliğini yasaklamamış. Çok lafı edilen “azatlama” işi ise “özgürlük” veya “hayır” için değil, doğrusu köle efendisine “daha iyi hizmet” versin diye kabul edilmiş. Köle için değil, “Efendi” için yani.

Osmanlı’nın insanlık dışı “Avrat Pazarı” şimdi Irak, Suriye ve Arabistan’da. IŞİD “esir” aldığı Ezidi, Türkmen, Hıristiyan, Kürt, Alevi kadınları, dünyanın gözü önünde, “cariye” yapıp “tanesi” 5 bin dolardan “pazarlarda” satışa sunmuş. Cariye yapamadıklarına ise “sünnet” şartı koymuş. Faysal’ın Arabistanı’ndaki “ulema” üyesi Salih Fevzan ise kadın ve kızların pazarlarda satılmasına “helal” diye fetva vermiş. “Gelenek” sürüyormuş.