Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 30 Eylül günü yapılan 4. Olağan Kongresi nicelik olarak son derece görkemliydi.

Büyük hatta devasa bir salon hazırlanmıştı. Sadece delegeler değil izleyicilerle de tıka basa doldurulmuştu. Salonun çevresinin de kalabalık olması için organizasyon epeyce çaba harcamıştı.

 

Kimsenin hakkını yemeyelim, bu “ilkel” durum Türkiye’deki bütün siyasi partiler için geçerli. Herkes iyi görüntü vermek istiyor. İyinin ise tek ölçüsü var: Olabildiğince insan yığmak!

Oysa siyasi parti kongreleri nicelik değil, nitelik işidir. Tabii bu demokrasiyi özümsemiş memleketlere özgü bir durumdur.

 

İçi boşaltılmış bir demokrasinin motoru olan siyasi parti kongreleri de dışını şişirerek görüntü kurtarılıyor. Bu işi en iyi kim yapıyor derseniz onu da teslim edelim: Adalet ve Kalkınma Partisi!

Türkiye’nin 2023’e kadar vizyonunu çizecek diye takdim edilen büyük(!) kongrede sadece Genel Başkan Tayyip Erdoğan konuştu. Diğer herkes (delegeler, üyeler, konuklar ve ekran başındaki bütün Türkiye) dinledi.

Hiç kimse farklı bir görüş ortaya koymadı, koyamadı. Zaten buna ihtiyaç yoktu.

Başbakan esti gürledi!

Mesela dedi ki:

 

-Kimsenin hayat tarzına karışmadık, karışmayacağız!

Bu nasıl oldu?

Başbakan bizzat Bilgi Üniversitesi’ne telefon edip bira festivalini yasakladığını kendisi açıklamıştı. Hiç kimse bunu hatırlatamadı!

Ayrıca içki içenlere ne gözle baktığını yine kendisi şöyle ifade etmişti:

 

-Aksırıncaya-tıksırıncaya kadar içiyorlar!

 ***

Balkonizm

Eskiden söyledikleriyle yaptıkları birbirine uymayanlar için çok bilindik bir sıfat yakıştırılırdı:

-Yalancı!

Şimdi o geride kaldı, artık bu eksiklik bir siyasi akımın markası haline geldi. Onun için yeni bir isim gerekiyor:

-Balkonizm!

 ***

Hepi-topu iki aylık macera
Pınarhisar Destanı!

Başbakan sadece iki ay hapis yattığı Pınarhisar Cezaevi deneyimini öyle bir destan haline getirdi ki, sanki günümüz Türkiye’sinde yaşamıyormuş hissiyatı uyandırdı. Siyasi görüşleri yüzünden insanların hapse atılmaları kötü bir şeydir.

 

Ama bu sadece Tayyip Erdoğan için mi kötüdür?

 

Şu anda Kürtler arasında “siyaset yapmak suçundan” tam 8000 kişi hapishanelerde bulunuyor. Kürt Sorununun çözümü için muhatap alınacağı ilan edilen Abdullah Öcalan 1999’dan beri İmralı Adasında ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına mahkumdur.   

Bir başka örnek Tahir Canan ise kesintisiz 31 yıldır Türkiye’nin cezaevleri rekortmeni olarak aramızda yaşıyor.

Başbakan çıkıyor 2 ay bedelli askerlik tarzındaki özel cezaevi koşullarında geçirdiği süreyi çile abidesi havasıyla anlatıyor. Erdoğan için Pınarhisar Cezaevinde yapılan mangalda balık partisi yüzünden binanın duman içinde kaldığını bu dayanışmayı örgütleyen kişi anılarında açıkladı.

Dış dünyadan bakıldığında Türkiye bugün bir basın özgürlüğü ve insan hakları cehennemi görünümü arzediyor. AKP Kongresi de bunu teyit edici uygulamasıyla bir kez daha gösterdi.

AKP’nin beğenmediği yayın organları başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, Birgün, Evrensel, Yurt, Sözcü, Aydınlık ile İMC-TV ve Ulusal Kanal’a mensup gazetecilerin kongreyi izlemeleri yasaklandı.

Neden?

Çünkü AKP o yayın organlarını beğenmiyor!

 ***

Zahmet etmeyin o istediğini alır
Erdoğan’a yeni görev!

Bu yasağı bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’nın koymuş olması daha da endişe verici. Çünkü en ufak ayrıntılarla bile bizzat ilgileniyor. Bunların hepsi de negatif yönde oluyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e yaşadığı çaresizliği şu sözlerle anlatıyor:

 

-Bu iş beni aşar!

Belli ki Çelik yasaktan yana değil. Ama uygulamaktan başka çaresi de yok. On yıldır iktidarda olan bir partinin genel başkan yardımcısı bile var olan otorite karşısında bu kadar “çaresiz” kalabiliyorsa, bu rejimin niteliği konusunda büyük soru işaretleri oluşmaz mı?

Erdoğan “bu benim son genel başkanlık adaylığım” diyerek gelecek dönem için AKP’de mümkün olmayan bir görev kavramı ortaya attı:

 

-Partim bana ne görev verirse orada olacağım!

Genel Başkan’dan izinsiz yaprağın bile kıpırdamadığı bir partide böyle bir şey kimin haddine olabilir ki?

 

Gazetecilerin kongre izlemesi konusunda bile “beni aşar” kanunlarının uygulandığı AKP’de Erdoğan’a onun istediği görev dışında hangi makam telaffuz edilebilir?  

 

Erdoğan’ın konuşması gerçekler üzerinden değil de imaj cilama bulvarından akıp gidiyordu. Bu yüzden de o konuşurken ekran başından isyanlar yükseliyordu. Örneğin eşini 1 yıl Silivri’ye kaptırmış olan Vecide Şener twitter’dan can hıraş mesajlar yolluyordu: Yalan, yalaaan, yalaaaaan!

AKP’nin 4. Büyük Kongresi demokrasi açısından bakıldığında tek kelimeyle şöyle ifade edilebilirdi:

 

-Ürpertici!

Yarın için umut verici bir gelişme olarak kabul edilemez. Ama bu durum AKP’yi de kapsıyor. Fren mekanizması gereksiz görerek söküp atan bir liderin peşindekiler için de parlak bir gelecekten söz edilemez.

12 Eylül döneminde Cunta üyesi general Nurettin Ersin, göstermelik Danışma Meclisi’nde biraz farklı sesler çıkartan Kamer Genç için “atın bu adamı dışarı” diye talimat veriyor. Dışişleri uyarıyor:

 

-Avrupa’ya karşı iyi olmaz!

Kamer Genç Danışma Meclisi’nde kalıyor. Ama AKP’de hiç kimse bunu yapamıyor:

 

-Sayın Genel Başkanım muhalif basına yasak getirmek Avrupa’ya karşı imajımızı zedeler!

Bu kadarı bile yapılamıyorsa, varın siz hesaplayın artık neler olacağını…