Nedense bana en hüzünlü gelen şiir dizesi Ece Ayhan‘ın ‚Meçhul Öğrenci Anıtı‘ şiirindeki “Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler…” Hrant Dink‘in bütün o emekleri… Katilinin serbest bırakılması toplumsal travmayı tekrarladı, o sabah pek çok kişi karanlık bir sabaha uyandı.

TEDİRGİN

Korku kültürünün hakim olduğu yerlerde, travmalar tekrarlanır. Travmanın tekrarlanması, bireyleri topluma bağlayan ve psişik yapılarının bütünlüğünü sağlayan bağlara zarar verir. Anlam sistemleri, tekrarlayan bu travmalarla zarar görür. Aşırı siyasi baskı koşullarında halk, iyi bir vatandaşı neyin iyi bir vatandaş yaptığını anlamakta zorlanır. Bu zorlanma hali, kendilerini sürekli tehdit altında ve tedirgin hissetmelerine neden olur. Tekrarlayan bu travmaların neden olduğu tedirginlik, içe kapanmayı ve uyuşmayı beraberinde getirir. Otosansürün doğal olarak apolitikliği dayattığını bilerek baskıcı politikalar uygulanır ve politikalar tekrarlayan travmalarla etkili hale gelir.

İTAAT VE CEZA

Korku kültürü itaat etme ve cezalandırma üzerine kurulu olduğu için tek tek bireylerde bu iki özellik bir norm haline gelmeye başlar. En ufak bir anlaşmazlıkta bile karşı taraftan itaat beklenir, yoksa cezası verilir ve bu çok doğal bir şeymiş gibi yaşanır. Ahlaki değerler de, hayatta kalmaya programlanmış insanların adaptasyon becerileriyle uyumlu hale gelir. Korku, kamusal alandaki sosyal yaşamı azaltıp yavaş yavaş boğar ve tecrit edilmiş bireyler gerçeklikten kopup fantezilere sığınmak zorunda kalır.

REGRESYON

Güney Amerika‘da yapılmış çalışmalar, baskıcı iktidarlar döneminde çocukların hayalet görme korkularının arttığını tespit etmiş. Öğrenme güçlüğü, kaygı bozukluğu, somatik rahatsızlıklar… Korku, regresyona neden olup kitleleri otoriter lidere pasif de olsa güven duymaya iter, hatta onları neredeyse bebeksileştirdiğini sokak röportajlarında ya da mitinglerde görebiliriz.

ÖNYARGI

Yine biliyoruz ki, korku kişiyi önyargılı birine dönüştürür. Akhtar’ın ‘Acının Kaynakları’ kitabında, korkunun kişilerde kendilerinden farklı olanlara karşı yavan bir kayıtsızlığa neden olduğunu ve bunun ‘zihinleşmemiş’ bir zenofobiye dönüştüğünü yazmıştı. Göçmenlerle ilgili siyasi tartışmaların yoğunluğu, içinde bulunduğumuz korku kültürünün derecesini gösteriyor. Saldırganlığın dışsallaştırması ve paranoya da alıp başını gidebiliyor böyle bir psikolojik atmosfer içinde. Azınlıklar ise Vamık Volkan’ın tabiriyle “kullanışlı yansıtma hazneleri” işlevini görür korku kültüründe.

CESARET

Akhtar’ın korkuısuzlukla cesareti birbirinden ayıran yaklaşımı da önemli. Korkusuzluğu üç kategoride ele alıyor. Birincisi, korkuyu bilmeyen bebekler. İkincisi, suç çetelerinde görülen, güçlü patronları sayesinde cezalandırılmayacaklarını düşünerek riskli davranışlar sergileyenler. Ve üçüncüsü ters-fobi, yani aslında korktuğu halde bilinçdışı bir biçimde korkusunun üzerine gidenler. Cesur olansa, yaptığı şeyin ve risklerin farkındadır, gerçekliği doğru biçimde değerlendirir ve başkalarından onay ya da ödül beklemez. Hrant Dink, istisnai bir cesarete sahipti, tedirginliğini dile getirip korkularıyla yüzleşen. Ah ki…

“Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır / Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek”