Tarikatlar eliyle tırmandırılan gerginliğin iktidara yarayacağını söylemek zor. Çünkü gerginliğin iktidar partisine yarayabilmesi için iktidarın süreklilik hedefine öyle ya da böyle her aracı kullanarak ulaşması gerekiyor.

Bu yazının konusu, hızlı bir değişim gösteren politik koşulların ne yönde gelişebileceğine ilişkin “kehanetler”le ilgili ipuçlarını değerlendirmeye çalışmak; iktidarın güçten düşse de hız kesmeyen tırmanışının ifadesi olan “kültürel iktidar olamadık” yakınışının gerçekliğini tartışmak. 

“Kültürel iktidar olamadık” sözü yandaş kültür âlemini harekete geçirme, tahrik etme amacıyla gündeme getirilmişti. Her şeyden önce “kültür-kültürel” kavramlarıyla iktidarın sözünü ettiği “kültür-kültürel” kavramlarının farklı olduğuna da dikkat çekerek başlamakta yarar var...

Türkiye’deki kurulu düzenin kendisini ait hissettiği Batı dünyası, “sol” “sağ” ya da “ilerici” “muhafazakâr” ayrımlarını içinde barındıran, gerçek Sol’u Marksist düşünceyi marjinal sayan bir anlayışı militan düzeyde sahiplenmiştir. Ama kültür dünyamızda “marjinal” sayılan solun etkisinin inkâr edilemeyeceği, Aydınlanmadan ve Marksizmden nemalanan bir derinliğin söz konusu olduğunu unutmamakta yarar var. İktidar partisinin kültür anlayışı ve dünyası ise son yüzyıldaki değişimi sıfırlamayı amaçlayan daha çok İslamcı bir kültür yaratma, bu tür bir ideolojiyi egemen kılma hedefi ile belirleniyor. Aslında yüzyıllık değişimin üzerinde geliştiği zemin birkaç yüzyıllık İslami kültürdür. Bülent Danışoğlu bu gerçeği Bianet’te dikkat çekerek başlamakta yarar var... Türkiye’deki kurulu düzenin kendisini ait hissettiği Batı dünyası, “sol” “sağ” ya da “ilerici” “muhafazakâr” ayrımlarını içinde barındıran, gerçek Sol’u Marksist düşünceyi marjinal sayan bir anlayışı militan düzeyde sahiplenmiştir. Ama kültür dünyamızda “marjinal” sayılan solun etkisinin inkâr edilemeyeceği, Aydınlanmadan ve Marksizmden nemalanan bir derinliğin söz konusu olduğunu unutmamakta yarar var. İktidar partisinin kültür anlayışı ve dünyası ise son yüzyıldaki değişimi sıfırlamayı amaçlayan daha çok İslamcı bir kültür yaratma, bu tür bir ideolojiyi egemen kılma hedefi ile belirleniyor. Aslında yüzyıllık değişimin üzerinde geliştiği zemin birkaç yüzyıllık İslami kültürdür. Bülent Danışoğlu bu gerçeği Bianet’te yer alan ufuk açıcı yazısında özlü bir şekilde şöyle anlattı: 

“Fakat kültür kavramını ‘kültür sanat faaliyetleri’ başlığında toplanan dar anlamından çıkararak, gerçek anlamıyla düşünürsek, Tayyip Erdoğan’ın kültürel iktidar konusunda pek sıkıntısı olmadığını görürüz. Hatta Erdoğan’ın güçlü bir kültürel iktidarı olduğu için ekonomik veya siyasal iktidarında sarsıntılar yaşasa bile, durumu toparlama gücüne sahip olduğunu da anlarız.”  

Yine de bu zemin büyük ölçüde değişime uğramış, eski kültürel dünyanın egemenliği büyük ölçüde sarsılmıştır. O nedenle de ideolojik hedefin olmazsa olmazı iktidarın sürekliliğidir. Kendini Batı uygarlığına ait hisseden sınırlı sayıda ülkede ise iktidara gelen İslamcı partilerin sözünü ettikleri kültürel hegemonyayı kurması, var olan kültürel birikimin yerine siyasal İslamcı kültürü temel edinen siyasi ideolojiyi egemen kılması, İran gibi zayıf “laik” bir diktatörlüğün bir İslam devletine dönüşmesi örneği bir yana bırakılırsa pek kolay ve mümkün değildir. 

Bu nedenle iktidar partisinin 20 yılı aşan uzun egemenliğinin daha fazla ilerlemesi devleti İslamcı bir devlete, ülkeyi bir İslam ülkesine dönüştürme projesini hızlandırma eğilimi, tarikatlar eliyle güç kazanmış görünüyor. Bu hedefe ulaşmayı kolaylaştıran destek ise ne yazık ki halka ulaşmanın yolunu kültürel atmosferin içinden laikliği soyutlayarak terk etmek ya da zayıflatmakta gören muhalefet partilerinden geliyor.  

Tüm bu çabalara rağmen Cumhuriyet’in kuruluşu ile ülkeye egemen olan laiklik, yazı dilinin, medeni kanun ve diğer kanunların değiştirilmesi, Osmanlı’da sınırlı olarak uygulanan şeriat hukukunun tümüyle ortadan kaldırılması gibi radikal kültürel yapı yenilgiye uğratılamamıştır. Özetle kültürel alanda Kemalizmin, sosyal demokrasinin, solun damgasını taşıyan Batılı kültürel üstyapı kırılamamış, onun yerine siyasal İslam ikame edilememiştir.  

EKONOMI HÂKİM, KÜLTÜR SABIRLI, SİYASET İNATÇIDIR 

Siyasi iktidar - kültürel iktidar farklılaşması geçmişten bugüne uzanan bir tartışmadır. Ama bu tartışma ancak siyasetin ve kültürün zemininde egemen ekonomik sistemin bulunduğunu varsaymak koşuluyla anlam kazanabilir. İlk bakışta bu zemin görülemiyorsa bunun nedeni, temel ile üstyapının, ekonomik sistemle üstyapıyı oluşturan siyaset ve kültürün, siyaset açısından sınırlı, kültür açısından daha uzun erimli başatlığıdır. 

Kısacası bir kopukluktan değil, sürekli çatışan çarpışan kültürler arası bir süreklilikten söz etmek tartışmayı daha anlaşılır kılabilir. Bu tartışmanın ön cümlesi ön kabulü, zaman zaman biri diğerini belirleyen iki olgudan söz edilmesi olmalıdır. Siyasetin siyasetlerin kısa süreli egemenliklerinin kültürlerin dayanıklılığı karşısında çabuk pes etmekle birlikte hızla bir diğer siyasete evrilerek, değişerek, ayak uydurarak ayakta kalmayı, yani iktidar hedefini canlı tutmayı başarması da ikinci ön kabul olsun. Özetle zaman ve süreklilik içinde siyaseti de içeren ve onu sık sık reddeden kültür her zaman egemen ekonomik ilişkilerin yansıtıcısı olagelmiştir.  

Sistemin sıkı savunucusu liberaller siyasal İslamcı hareketin durumunu, tutumunu değerlendirirken bu hareketin neden kültürel alanda iktidar olamadığını anlatma çabası içinde bir yanılsamaya imza atmakta, “siyasal İslamın otoriter olmayabileceği” iddiasını ciddi ciddi tartışmaktadırlar. Oysa dogmalara dayanan bir yapının otoriter olmaktan başka şansı yoktur. Liberal iddia özetle şöyledir; siyasal İslam kültür alanında da iktidar olabilirdi ama İslami alternatifin güzelliğini, doğruluğunu, geçerliliğini göstermekte başarılı olamadı. Bu iddiayı kabul etmek olabilirliğini göstermek için güzel, doğru, geçerli, “demokratik” örnekler vermek gerekirdi, ama böyle örnekler yoktur.  

“Sosyal Demokrat” partinin yönetimini de kapsayan liberal yaklaşım, siyasal İslamcı hareketin kültürel alanda iktidar olmaya çalışmadığını, bunun yerine iktidarını sağlamlaştırarak, gerektiğinde zora başvurarak sürekliliğini sağlamak istediğini, bunun doğal sonucu olarak kültürel iktidarın da gerçekleşeceğini umduğunu söylüyorlar. Liberaller ılımlı, Batılı, modern “gerçek” bir İslam kurguladılar. Ama bu dediğimiz gibi “eşyanın tabiatına aykırı” olmalı ki, böyle bir örnek ortaya çıkmadı. Ortaya çıkan örnekler ise ürkütücüdür.  

Yakın gelecekle ilgili tahminlerde kehanetlerde bulunan siyasal yorumcular, kamuoyu araştırma şirketleri, Kültürel hegemonya kurmak bir yana azalan halk desteği nedeniyle iktidarın sürekliliği projesinin de tehlikeye girdiğini söylüyorlar. Son seçimler iktidar partisinin oylarının artmadığını seçimi muhalefetin teslimiyetçi tutumu nedeniyle kazandığı gerçeği de bu saptamayı güçlendiriyor. Bu durum da kaçınılmaz olarak, sonuçta bir kültürel hegemonya kurma hedefi ile ortaya çıkmış ve projesini 2023-2071 gibi iddialı bir projeksiyonla süreklilik üzerine kurmuş partinin bundan sonraki tutumu ve toplumun yarısından fazlasını oluşturduğu belirtilen karşı cephenin nasıl bir yol izleyeceği tartışmaların odak noktasını oluşturuyor. 

*** 

Tarikatlar eliyle tırmandırılan gerginliğin iktidara yarayacağını söylemek zor. Çünkü gerginliğin iktidar partisine yarayabilmesi için iktidarın süreklilik hedefine öyle ya da böyle her aracı kullanarak ulaşması gerekiyor. Anayasa değişikliği hedefi iktidar partisinin gündemine bu tür bir köklü değişim hedefinin yerleştiğini gösteriyor. Böyle bir strateji yorgun, ideolojik-kültürel hegemonyasını kurmakta zorlanan bir hareket için pek de olumlu sonuçlar vermeyebilir.  

Tarihte siyasetin geçici de olsa zaman zaman bağımsızlaştığı örnekler de vardır. Ama siyasetin bağımsızlaştığı dönemler her zaman tek yönlü işlemez. Gidişten sıkılan ve sistem dışında çözüm arayan halk kesimleri de kendi demokratik çıkışları için zamanın geldiğini düşünebilir; seçimlerde pek kötü sınav vermiş partiler cephelerle, geç kalmazlarsa eğer, bu kez solun önderliğinde siyasete müdahil ve demokratik, geniş bir karşı çıkışın lokomotifi olabilirler. Yara almış olsa da solun kültür alanındaki baskın durumu bu hedef için küçümsenmeyecek bir zemin oluşturuyor. Sorun bu zemine sahip çıkmakta ikircikli davranmanın verdiği zararının görülememesidir.