Kitap dendiğinde, Kuran’ın akla geldiği uçsuz bucaksız Müslüman topraklarda madalyonun başka bir yüzü vardı. Madalyonun bu öteki yüzü, bu toprakların gerçeğinin diğer yarısıymış. Misal, bizim fukara topraklar üstündeki topraktan fakir insancıklar, Kuran’ın üç telli saz, okunacak en büyük kitabın insan olduğuna inanmış. Fesüphanallah, bizimkiler Hak âdemde, gibi bir laf bile etmiş. Zaten suratı hep asık, dili efsunlu hacılar, hocalar, kadılar, müftüler nedense bizimkilere, kitapsız derlermiş. Bizimkiler boş durur mu, siz eğer ehli kitapsanız, biz de ehli hakkız diye cevabı yapıştırmış.

İnsan kutsal olmayan kitaptan hep korkmuş. Siz, dünyanın efendileriyle dünyanın sırlarını anlamaya çalışanların berdevam kütüphanesini zenginleştirmelerine bakmayın. Bugün Library of Congress yüz milyon cildi aşan kitaplarıyla ne kadar gururlanıyorsa, on üçüncü yüzyılın bazı keşişleri sahip oldukları üç yüz kitapla en az o kadar övünüyorlardı. Ama gelmiş geçmiş tüm kıyamet tellalları, dünyayı ancak okuma yazma bilmeyenlerin kurtarabileceğini vaaz etmiş.
Tek tanrılı dinler henüz yokmuş, kitap varmış. Güneş saatini icat eden Berossos, tufandan önce dünyanın başkentinin adının Tüm Kitaplar olduğunu öğrenmiş. Talmud, dünya yaratılmadan evvel engin bir kütüphanenin var olduğunu söylemiş

Bu kütüphane, -tövbe estağfurullah- yaradan kendisini yaratmadan evvel bile varmış.
Mıhemmed’den, İsa’dan, Mursa’dan evvel kitap varmış. Teb şehrindeki kutsal kütüphanenin kapısında, ruh bakımı evi yazarmış. Kitap okumak ruhu sağaltmakmış, varlığı iyileştirmekmiş, vazgeçilmezlikmiş. Kitaplı dinler ilk kitaba saldırmış. İskenderiye’deki kütüphaneyi, kaç din, kaç halife, kaç kumandan yıkmış, içindeki kitapları kaç medeniyet yakmış, sayıya gelmez.

Milattan önce kırk sekizde ilki, faili Sezarmış. Yangın çıktı, yayıldı, rüzgâr vardı, amacım kitap yakmak değildi, demiş hiç utanmadan. Beşinci yüzyılda kütüphane eski ihtişamına kavuştu kavuşmasına ama bu defa da İslam orduları gelmiş. Altı yüz kırk’ta ikinci halife Ömer işgal etmiş. Mısır’a vali olarak atadığı Amr’dan dil bilgini İoannes kütüphanedeki kitapları isteyince, Ömer kütüphanenin makus talihini belirleyen mektubu yazmış: Eğer orada yazılı olanlar Allah kitabına aykırı değilse, Allah’ın kitabı sayesinde onlara ihtiyacımız yoktur, eğer kitaba aykırı iseler, kötüdür, yine yak. Her iki durumda kader değişmemiş, Amr bağrına taş basmış, şehirdeki dört bin tellağa dağıttığı kitaplar, tam altı ay, hem de geceli gündüzlü hamamları ısıtmış. Bu, İskenderiye’nin Hıristiyanlardan sonra ikinci yakılışıymış. Ömer daha evvelden ise Perslilerin, Asurluların, Babillilerin bilimlerini yok etmiş. Bu kütüphaneler ayakta kalsaydı, dinler bu kadar kıyıcı, Ortadoğu ve dünya bu kadar karanlık olur muydu, bilinmez.

Fetih gerçekleştiğinde, yirmi dokuz mayıs bin dört yüz elli üçte, Konstantiniyye’de sadece sekiz haftalık kanlı savaş, inatçı bir direniş, üç gün üç gece katliam, dehşetengiz ölüler, Boğaz’da kanallarda yüzen kavunlar gibi insan başları, Fatih’in askerlerince köle olarak satılan insancıklar kalmamış. Yüz yirmi bin el yazması kitap yok edilmiş, içinde kutsal kitaplar varmış.

Kitapları Kuran’a aykırı veya Kuran’a uygun diye yakan, bizim dağbaşlarındaki biçarelere ehli kitap değiller diyerek küfürler edenler, sonunda kendi elleriyle Kuran’ı da yakmış. Ehli kitabın kitabı ateşle düzenli olarak flört etmiş.

Kuran’ı ilk yakanlar Araplarmış. İslam yayılınca, Mağrip ve Nübye’nin büyükçe kısımları fethedilince, Peygamber’in sözü kulaktan kulağa yayılırmış ve Kuran’ın birçok versiyonu varmış. Uzaktaki iktidarların nimetlerini tek başlarına toplayan ve Kuran okuyarak geçimini sağlayan ve gittikçe semiren qurralara engel olmak için üçüncü halife Osman, Kuran’ın bir tek versiyonu olduğunu ilan etmiş. Bu Ömer’in kızı ve Hz. Muhammed’in dördüncü karısı Hafsa’nın elindeki kodeksmiş. Osman Hz. Muhammed’in evrak-ı metrukesinden itinalı bir nüsha çıkartmış, bütün Müslüman şehirlere dağıttırmış, Kufa, Basra, Şam ve diğer tüm şehirlerdeki Kuranları ise toplattırmış, ateşe attırarak yaktırmış. Osman’ın yazdırdığı bu nüshanın uzun yüzyıllar tek nüsha olduğu büyük bir rivayetmiş.

Bugün, yirmi birinci yüzyıl başında, Afrika’daki Kuran bile diğer Müslümanların Kuranıyla aynı olmasa da, Tayyip Erdoğan’ın Kürt şehirlerinde seçim meydanlarında salladığı Kuran, Osman’ın işte o Kuranmış.