Google Play Store
App Store

Kurban Bayramı yaklaşıyor, binlerce, belki de milyonlarca hayvan katledilecek gene. İtiraz edenin din düşmanı diye suçlanacağına kuşku yok. Bu yüzden susuyoruz, kimsenin inancına karışacak değiliz. Üstelik, bırakın hayvanları, insanları bile koruyamıyoruz bu ülkede. Dersim, Çorum, Maraş, Başbağlar katliamlarının acısı hâlâ taze… Daha geçenlerde Sivas’taki katliamın kurbanlarını andık. 33 aydını yitirmiştik, Pir Sultan Şenlikleri sırasında yakılan Madımak Oteli’nde. Asım Bezirci’den Metin Altıok’a, Behçet Aysan’dan Hasret Gültekin’e, Nesimi Çimen’den Asaf Koçak’a, Uğur Kaynar’a pek çok sanatçının içinde olduğu bir aydınlar topluluğu… Katliamda canını kurtaran, ama bu acıyla birlikte bir yıl daha yaşayabilen Aziz Nesin de Temmuz ayında andığımız aydınlar arasında…

Dün de, bir başka kurbanın yıldönümüydü. Değerli arkadaşım, sanat tarihçi Prof. Bedrettin Cömert’in hunharca katledilişinden bu yana 42 yıl geçmiş, dile kolay… 12 Eylül darbesini hazırlayan siyasi cinayetlerden biriydi bu olay. Sabahattin Ali’den Onat Kutlar’a pek çok sanatçı ve sayısız aydın katledildi bu ülkede. Şeyh Bedreddin’den Musa Anter’e, Ahmet Taner Kışlalı’dan Doğan Öz’e, Muammer Aksoy’dan Necip Hablemitoğlu’na, Bahriye Üçok’tan Turan Dursun’a, Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e nice değerini yitirdi bu ülke; hepsi de ülkemizin ‘makus talihi’nin kurbanları… Tıpkı, Mahir Çayan’lar, Deniz Gezmiş’ler, Haziran direnişinde yitirdiğimiz gençler gibi…

Bugün, 12 Temmuz, İkinci Yeni’nin özgün şairi Ece Ayhan’ın ölüm yıldönümü. Ünlü dizeleriyle anmak isterim: “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında/ Bir teneffüs daha yaşasaydı,/ Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür/ Devlet dersinde öldürülmüştür.”

Öldürülemeyen aydınlar Server Tanilli gibi sakat bırakıldı; sürgünlere, hapislere mahkum edildi. Mithat Paşa, Namık Kemal, Behice Boran, Ahmet Arif, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Enver Gökçe, Arif Damar, Vedat Türkali, Şükran Kurdakul, Kerim Korcan, Sevgi Soysal, Mehmet Uzun, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Eşber Yağmurdereli, Ahmet Altan ve (henüz mahkum bile olmadığı halde neredeyse 1000 gündür içerde tutulan) Osman Kavala… hepsini sıralamaya yerim elvermez.

Elbette, tüm aydınlar aynı direnme gücüne sahip olmuyor. Dün de öyleydi, bugün de… “Ben işimi yapıyorum, siyasete karışmam” diye kaçak oynayanlar olduğu gibi, ikbal ve paranın izinde giderek, iktidarların eteğine sığınanlar da var (Aslına bakarsanız, ikisi arasında bir fark yok). Saraylarda ağırlanan, ‘Devlet Sanatçısı’ unvanı ile taltif edilen aydınlar ve sanatçılar, her dönemde var olmuştur. Son günlerde, ‘havuz medyası’nda bazı sanatçı/yorumcular övüle övüle bitirilemiyor. Kimi, Sarayın düzenlediği konserlere katılmayı kabul ettiği için, kimi (Demet Akalın, Hande Yener) Saray’a kabul edilip, Başkan’ın iltifatlarına mazhar oldukları için, kimi de yeni ‘eserleri’ nedeniyle… Erhan Güleryüz’ün “15 Temmuz Senfonisi”nden sonra, bu yıl da Fahir Atakoğlu’nun “15 Temmuz Destanı Senfonisi”ne maruz kalacağız. Gündemi yakalamakta pek mahir olan Tuluyhan Uğurlu’nun “Ayasofya, İslam mabedi olarak açılmalıdır” diyerek, yeni bestesi “Ayasofya”yı “sevgili A Haber izleyicileri için özel olarak” çalması doğal da, bu koroya önceki yıllarda cesur çıkışları olan Alpay’ın da katılması ve “sanata sahip çıktığı için” Başkan’a teşekkürlerini sunmasına ne demeli? Bütün bu olanlar, hep ‘duygusal’ meselelere bağlı galiba…

Onlara da düzenin ‘kurban’ları mı desek?

Bu sanatçıları övgülere boğan siyasal iktidar ve borazanları, bazıları için pek iyi şeyler düşünmüyor. Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Berna Laçin, Orhan Aydın gibi düşüncelerini ifade etmekten çekinmeyen sanatçılar mahkeme kapılarını aşındırıyor.

Elbette, teslim olmayanlar bu isimlerle sınırlı değil. Sanat alanındaki hukuksuzluklar, sansürler karşısında suskun kalmıyor pek çok sanatçı. Ama başkalarının (örneğin avukatların, gazetecilerin) uğradığı haksızlıklar, hak ihlalleri konusunda aynı cesareti gösteremiyorlar nedense… Hangi kesimden olursa olsun, hangi düşünceyi savunursa savunsun, baskılara karşı çıkmak, demokrasiden yana tavır almak tüm aydınlara düşen bir sorumluluk değil mi?