Önce Akşener’in; “Binamızın girişi, E5’in altında kaldığı için, ateş edilen yerden bina girişinin vurulma ihtimali gerek fizik gerek de geometri kurallarına göre imkânsız. Yani ya ifade yanlış ya da bu bekçi kardeşimiz, bir aksiyon filmine özenmiş olacak, ‘mermiye falso vermiş’ ve olağanüstü bir nişancılık sergileyerek, ‘yanlışlıkla’ binamızı vurmuş” dediği saldırı…

Ardından CHP İstanbul İl Başkanlığı Binası önünden geçen araçtan havaya ateş edilmesi… CHP’lilerin kimseye “Siz yaptınız” diyemediği ama iktidarın kutuplaştırıcı dilinin yarattığı iklime dikkat çektiği saldırı…

Hepsi bu da değil. Geçen gün Aksaray’da CHP Gençlik Kolları üyelerine yönelik muştalı, bijon anahtarlı saldırı… İstanbul’un Bahçelievler ilçesi Kocasinan Mahallesi’nde açılan Yeşil Sol Parti’nin (YSP) seçim bürosuna yönelik “kimliği belirsiz” ırkçı saldırı…

Biraz geriye gidin Sinan Ateş cinayeti, Bursaspor-Amedspor maçında yaşananlar…

Hemen tüm muhalefet çevrelerinin “otoriter bir rejim” diye tanımladığı memleket, tarihinin en kritik seçimi için geri sayıma başlamışken bunların hafife alınacak yanı yok. İyi Parti olayında fail ilan edilen bekçi ile konuşup “Hiçbir silahlı siyasi eylem bu kadar salakça olamaz” analizlerini sallayan sallayana… Tarihe şöyle bir baksalar, diktatörlüğe giden ne kadar çok yolun taşlarının böyle “salakça silahlı siyasi eylem”le döşendiğini görecekler!

İyi Parti ve CHP İstanbul il binalarına dönük saldırılar ardından herkes her türlü destek açıklamasını yaptı. Ağızlarına sağlık!

SOL Parti, dayanışma için CHP İstanbul İl Başkanlığı’nı da ziyaret ederek; “Unutulmasın ki halkın örgütlü gücünden daha büyük bir güç yok, tüm gücümüzle saldırılara karşı tüm muhalefet güçleriyle omuz omuza SOL var. Orada haydutlar varsa, bu ülkenin devrimcileri de de var” dedi.

Keşke, İyi Parti’ye de gidilseydi. Ne sadece bir iki partinin bu tür ziyareti yeter, ne de hep bir ağızdan yapılan açıklamalar!

Mermi kime değerse değsin, ister İyi Parti, ister CHP, HDP veya Saadet, kurşunların hedefi belli. Kurşunlar bu otoriter rejimin değişmesini isteyen herkesi, tüm muhalefeti, onların cesaret ve inancını hedef alıyor.

Bu köşede ne zamandır döne döne yazıyorum: Otoriter rejimlerde seçim kazanmanın yolu, muhalefetin sandıklar önüne konmadan çok önce sokaklarda olanca gücüyle görünür olmasından geçiyor!

Tabii ki kırıp dökerek değil. Tabii ki sokaklardaki görünürlüğün en demokratik, en meşru, en kucaklayıcı ve olabildiğince güler yüzlü olmasına dikkat ederek. Ama bir o kadar da kararlı! Ne kadar çok olduğumuzu gösterip birbirimize dokunarak, cesareti büyüterek… Sandığa girenden başka bir şey çıkartmaya niyetlenenleri şimdiden caydırarak!

Kurşunların hedefinde sokakta olma cesaretinizi kırmak da var!

Ağca’nın “Maalesef beni tuzağa düşürdüler” diye anlattığı Büyükçekmece’deki villada karanlık adamların yaptığı toplantıyı hatırlıyor musunuz? “Reis’ten başkası bu ülkeyi yönetemez… Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes bilir, sokaklara hakim olan bizleriz!” diyenlerin toplantısını.

Seçimlere birkaç hafta kalmışken, sandıklardan; sokaklarda hukukun, adaletin, birbirimize saygının, özgürlüğün hakim olduğu bir düzeninin çıkacağını göstermek lazım.

Muhalefetin, her renginin yan yana ve ortak adayın arkasında, ne kadar çok ve ne kadar kararlı olduğunu kanıtlayan mitinglerle, kolaylıkla taşınabilen simgelerle sokakta görünür olması lazım. Bu rejimi devam ettirmenin yolunun sandıktan değil sokaktan geçtiğini düşünenler varsa, onlar sokakların boş olmadığını görmeliler.

Bunu tam da şimdi gösteremezsek, kurşunlar adresini bulur!