“Elin ekmeği ile yaşayan kurt kahrolsun/Boynunda tasma izi taşıyan kurt kahrolsun/Kar yağmış dağlarına, üşüyen kurt kahrolsun/Kahrolsun kurt postunu giyen yalancı kuzu/Dağıtanlar kahrolsun kurt sesli ordumuzu”

Hafta içinde, oyuncu Pelin Batu’nun bir söyleşide “Yazıcıoğlu külliyatını hatmettim” dediğini görünce, Muhsin Yazıcıoğlu’nun hatmedilmesi gereken neler yazmış olabileceğini merak edip internette araştırırken işte bu bol kahırlı tuhaf şiire rastladım. Şiddet dozu epey yüksek olan şiirin bence en acayip kısmı, ‘yalancı kuzu’dan bahseden dördüncü dize: “Kahrolsun kurt postunu giyen yalancı kuzu“... İster gerçek yaşamda olsun ister masallarda, kuzu denilen masumiyet sembolünün bir kurda verebileceği en büyük zarar, olsa olsa onun karnını guruldatmak olabilir; oysa burada bildik kavramlar dünyasının alt üst olduğu öyle bir algı biçimiyle karşı karşıyayız ki, akıl ve bilinç bile ideolojik semboller uğruna yoldan çıkarılıyor... Şiir yazımının pek çok üretim alanına göre daha fazla imgesel özgürlüğü var tabii, ama en uçuk anlatının bile mantıksal bir tutarlılığa sahip olması beklenir… Hani ne bileyim, kuzu yerine ‘çakal’ dese, ‘sırtlan’ dese şiir mantık açısından tutarlı olacak ama kuzu ile kurt diyalektiğini böyle irrasyonel bir çıkmaza dönüştürünce tutarlılıktan hiç iz kalmıyor.

Ne acı ki, Batu da farkına varmadan bu çıkmaza girmiş gibi görünüyor. 12 Eylül sonrasında cezaevinde yatmış ülkücü bir babanın darbe travmasıyla büyüyen kızını canlandırdığı filmle ilgili söyleşide Batu çok ilginç sözler söylüyor. “Darbeyle ilgili birçok film/dizi çekildi. Sizinkinin farkı nedir?” sorusuna verdiği cevap mesela: “’Zor Yılların Kayıp Çocukları’ olayı sağ/sol, iyi takım/kötü takım gibi ayırarak ele almıyor, ikisini de ele alıyor. Bizim filmimizde takım tutma yok, ‘Bu iyi, bu kötü’ demiyoruz.”

Gördüğünüz gibi, tarih üzerine bir TV programında Ermeni Soykırımı’nın yarattığı azaba ağlayan, yani taraf tutan, yani ‘bu iyi, bu kötü’ diyen Pelin Batu, ülkücüler-sosyalistler tartışmasında taraf tutmamayı nedense iyi bir şey gibi tanımlıyor. Bu diyalektik tutarlılıktan yoksun bir söylem maalesef: Evet, 12 Eylül darbesi bu ülkenin yaşadığı en kötü olaylar listesinde ilk 5’te yer alır. Ve evet, devletin ideolojisiyle MHP’nin ideolojisi örtüşmesine rağmen bir çok ülkücü de hapishaneden, tabutluklardan nasibini almıştır. Lakin ülkeyi o darbeye götüren toplumsal koşulların en önemli mimarı da onlardır; Kahramanmaraş’ın, Çorum’un tetikçileri, NATO güdümünde SSCB’ye karşı çizilen kontrgerilla hattının Türkiye ayağını oluşturan ülkücü camia...

Ama hadi diyelim ki öyle oldu; 12 Eylül solu yaraladığı kadar faşist cepheye de vurdu geçti. Peki sonra ne oldu? Türk-İslam sentezi 12 Eylül Türkiyesinin ana ideolojisi oldu. Bu ideolojinin derin ve sığ tüm kuruluşları Güneydoğu’yu kan gölüne çevirmek için ellerinden geleni yaptılar. 12 Eylül zihniyetinin Güneydoğu ve Kürt politikalarına dair en kanlı örgütlerinden JİTEM’in kurucusu Ersever üzerinden ülkücüleri –özellikle Muhsin Yazıcıoğlu’nu- tanımlayan şu satırları anımsayın: “Ahmet Cem Ersever adına Ankara Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi'nin ‘MHP ve ülkücü kuruluşlar davası’ kararının gerekçeli hükmünde de rastladık... MHP Davasının Gerekçeli Hükmü'nde tanıklardan ülkücü Hüsamettin Aliveli, Kaçakçılık Istihbarat Daire Başkanlığı görevlileri tarafından alınmış ve üç sayfalık ifadesinde, Türkiye'ye kaçak olarak girerken Ersever'den yardım gördüğünü söylüyor. Aliveli, Ersever'in dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile de gizli gizli görüştüğünü anlatıyor. Gerekçeli Hükmün 796. sayfasında Aliveli'nin ifadesinden şöyle bilgiler öğrenmiştik, Ersever hakkında: ‘Kaçak olarak 1976 yılında Habur sınır kapısından Türkiye'ye girdiğini, Jandarma Yüzbaşısı Ahmet Cem Ersever'in kendisine oturma müsadesi için yardımda bulunduğu, ülkücü görüşü benimsediğini, Nejat Söyler'in Ortadoğu Nakliyat Firması'nda işçi olarak çalıştığını, Nejat Söyler'e ait TIR'larla kaçak tabanca ve diğer mallarla yakalandığını, Ankara'da Yüzbaşı Ahmet Cem Ersever'le birlikte Demirtepe'deki Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne gidip Genel Başkan Muhsin Yazıcıoğlu ile görüştüklerini, Cem Ersever'in Muhsin Yazıcıoğlu ile özel olarak kapıları kapatarak konuştuklarını beyan etmiştir.’ Önemli bir noktaya değinelim: Binbaşı Ersever Adıyaman Kahta'da görev yaptı. Bilindiği gibi Kahta'da Menzil Şeyhi Raşit Erol vardı. Muhsin Yazıcıoğlu 12 Eylül'den sonra 'İslamı keşfetmiş’, Şeyh Raşit Erol'un müridi olmuştu. Binbaşı Ersever, Muhsin Yazıcıoğlu ve Güneydoğu'da 1991 yılında ortaya çıkan ‘Hizbullah’ ilginç bir üçlü oluşturuyor!.. Ülkücü Hüsamettin Aliveli'nin ifadesinde, Ersever'in Muhsin Yazıcıoğlu tarafından, ünlü kaçakçı Nejat Söyler'e ait TIR'da yakalanan tabancalar ve kaçak mallar için görevlendirilerek Istanbul'a gönderildiğini bildiriyor.” (Soner Yalçın, Binbaşı Ersever’in İtirafları)

Bunlar çok mu geride kaldı dersiniz? Daha yakına bakalım o zaman: Hrant Dink’i öldüren BBP bağlantılı katiller gökten zembille mi indi? Bu kalleşliğe “Fatihalar, Yasinler/Bitmez Karadeniz'de” diye övgü dizen ülkücü türkücüler karşısında nasıl tarafsız olabilir, nasıl ‘bu iyi, bu kötü’ demeyiz?

Sonuçta böyle bir tarihsel fonun önünde taraf tutmamanın iyi bir şey olduğunu sanmak, en basitinden saflıktır; büyük bir oranda da körlük: Bulduğu her fırsatta kuzulara saldıran kurtlar konusunda epey ciddi bir körlük...