Sivas Katliamı’nın 29. yıldönümünde, sinemada dinin ve köktendinci tarikatların temsiline ve laik bir bakışla din olgusuna yaklaşan sinematografik yapıtlara değinmekte yarar var

İnsanlık tarihinin en vahşi olaylarından birinin yaşandığı, İslamcı ideolojinin devletin tüm kademelerinde etkisinin gün geçtikçe arttığı bir ülkede din, toplum ve sanat ilişkisi üzerinde durmanın zamanıdır. Laikliğin Anayasal bir ilke olduğu bir ülkede bir Vali “Türkiye bir İslam ülkesidir” diyebiliyorsa, İslamcılığıyla övünen bir profesör “Laikler beyin özürlüdür” diye ahkâm kesebiliyorsa, bir tıp fakültesinin mezuniyet töreninde Hipokrat yeminine sansür uygulanabiliyorsa, kız çocuklarının okutulmaması talebi din adamlarınca dile getirilebiliyor, LBGTI bireylere karşı nefret söylemi politikacıların dilinden düşmüyor, bir tarikat liderinin cenaze törenine devletin en üst kademesi katılabiliyorsa, kadın cinayetleri hız kesmeden devam ederken bir kararname ile ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyorsa, tarikat yurtlarındaki taciz olaylarına yayın yasağı getiriliyorsa, Sivas katliamından hiç ders almamışız demektir.


Bundan tam 29 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te ‘Pir Sultan Abdal Şenliği’ne katılmak üzere Sivas’a giden aydınlardan 33’ü kaldıkları Madımak Oteli’nde din tüccarları tarafından kışkırtılan (belki onları da kışkırtanlar vardır ama bu kimseyi mazur göstermez) bir kitle tarafından yakılmış, aralarında Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Behçet Aysan, Asım Bezirci, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Uğur Kaynar ve Asaf Koçak gibi yazar ve sanatçıların bulunduğu 33 aydın ve 2 otel görevlisi yaşamını yitirmişti. Tarihte benzeri olmayan bir vahşetti bu. Nazilerin yaktığı kitapları, gaz odalarında öldürdüğü Yahudileri ve komünistleri, Fransa’da köktencilerin saldırısında öldürülen karikatüristleri, Taliban’ın ve benzerlerinin yıktığı heykelleri, ‘recm’ ettiği kadınları nasıl unutmuyorsak bu vahşeti de unutmayacağız… Unutturmayacağız.

Din ile bilimin ve sanatın çatışması, tarih boyunca sürüp gitmiştir. Düşüncelerini savunmak adına ölümü seçen Socrates’ten engizisyonun ölüme mahkûm ettiği nice bilim ve sanat insanına, Avrupa’da Katolik-Protestan çatışmasının, Asya’da farklı dinler arasındaki gerilimin yol açtığı iç savaş kurbanlarından Amerika’da Ku-klux-klan ve benzeri paramiliter güçlerin köktendinci terörünün kurbanlarına nice cinayet… Bugün de, Afganistan’dan İran’a, Sudan’dan Nijerya’ya geniş bir coğrafyada sanatçılar ve tüm aydınlar köktendincilerin baskısı altında yaşıyor.

BEYAZ PERDEDE PROPAGANDA

Sanatın bu vahşete kulaklarını tıkaması mümkün değildi. Köktendincilik eleştirisi edebiyata, sahneye ve perdeye yansımakta gecikmedi. Kazancakis’in, Salman Rüşdi’nin romanları, Arthur Miller’in “Cadı Kazanı”, Genco Erkal’ın “Sivas’93”ü yalnızca birkaçı… Sinema sanatı da duyarsız kalmadı olup bitenlere; sayısız yapıt köktenci terörü eleştirirken, bazıları da ötekileştirilenlerin dramını, İslamofobi’yi konu aldı. Bu kapsamda yer alan filmlerden örneklere geçmeden önce din ile sanat ilişkisinin tarihine göz atmakta yarar var.

Beyaz perdeye dini temaların yansımasının tarihi, sinema tarihi kadar eskidir. İlk örnek, 1898 yılında Georges Melies’in yaptığı “Aziz Antonio’nun Baştan Çıkarılışı”nda, Michelangelo’nun tablosundaki şeytanların yerini kadınlar almıştır. Lucien Nonguet ve Ferdinand Zecca’nın didaktik yapımı “İsa’nın Hayatı ve Çilesi” Hristiyanlığın tarihini konu alan sayısız yapıtın öncüsü sayılır. 1959’da Willam Wyler’ın yönettiği “Ben-Hur” 2016 yılında Timur Bekmembetov tarafından yeniden çevrilir. John Huston’un “İncil”, Mel Gibson’un “Tutku: İsa’nın Çilesi” filmleri Hollywood için her zaman verimli bir tema olan dini ticari bir metaya dönüştürme çabasının ürünleri arasındadır. Martin Scorsese’in Kazancakis uyarlaması “Günaha Son Çağrı”sı, Roland Joffe’nin “Misyon”u ise din temasına çağdaş bir yorumla yaklaşır.

Yahudiliğin tarihi Hollywood’un gözde temaları arasındadır. Cecil B. DeMile’in çektiği “On Emir” ve Ridley Scott’un ”Büyük Göç / Exodus: Tanrılar ve Krallar” Hz. Musa’nın yaşamı üstüne yapılmış en ünlü filmlerdir. İslam dünyasında da sinemanın propaganda gücünden yararlanmak için filmler yapıldı. Mısırlı yönetmen Mustafa Akad, “Çağrı”yı ve “Çöl Aslanı Ömer Muhtar”ı çekti. Omar Al-Qattan ve Michael Schwarz “Muhammed: Son Peygamber”i, Richard Rich aynı adla bir canlandırma filmi yaptı. 2015 yılında İranlı yönetmen Mecid Mecidi “Muhammed: Allahın Elçisi” filmi ile peygamberi sesli ve görüntülü olarak temsil ederken, tutucu çevrelerin tepkisiyle karşılaştı. Dinler tarihinin başka kahramanları da Batılı yönetmenlere ilham kaynağı oldu. King Vidor’un “Hazreti Süleyman ve Saba Melikesi”, Henry King’in “Hazreti Davud’un Kılıcı”, Richard Fleischer’in “Barabbas”, Ridley Scott’un Selahaddin-i Eyyubi’yi konu aldığı “Cennetin Krallığı” bu filmlerden yalnızca birkaçı. Dünyada farklı inançlar üstüne panoramik bir bakış olan Ron Fricke’nin “Samsara”sı da dinler ve sinema ilişkisi denilince unutulmaması gereken bir yapım.

ELEŞTİREL BAKIŞLAR

Avrupa sinemasında Kieslowski, Zanussi, Bresson, Tarkovski gibi inançlı yönetmenler din konusuna propagandist bir yaklaşım yerine kuşkucu ve naif bir bakış getiren yapıtlarıyla öne çıkar. Carl Dreyer’in başyapıtı “Jan d’Arc’ın Tutkusu”nun dindar kahramanı, 2000’li yıllarda Luc Besson tarafından çağdaş bir yorumla ele alınır. Robert Bresson’un “Bir Köy Papazının Günlüğü”, Jean-Pierre Melville’in “Leon Morin, Rahip”, Michael Cacoyannis’in “Yakup ve Yusuf” (The Story of Jacob and Joseph), Jules Dassin’in “Yeniden Çarmıha Gerilen İsa”, Pier Paolo Pasolini’nin “Teorema”, ”Salo ya da Sodom’un 120 Günü”, “Aziz Matyas’a Göre İncil” filmleri, Ingmar Bergman’ın “Aynanın İçinden”, “Kış Işığı”, “Sessizlik” üçlemesi ve “Yedinci Mühür”ü, Ken Russell’ın “Şeytanlar”ı, Milos Forman’ın “Goya’nın Hayaletleri”, Darren Aranofsky’nin “Nuh, Büyük Tufan” ve “Anne”si, Maurice Pialat’nın “Şeytanın Güneşi Altında”, Jean-Jacques Annaud’nun “Gülün Adı”, Xavier Beauvois’nın “Tanrılar ve İnsanlar”ı, Marco Pontecorvo’nun “Fatima”sı, Andrey M. Konçalovsky’nin “Günah”ı, Peter Mullan’ın “Günahkâr Rahibeler” ve Paul Verhooven’in “Benedetta” filmleri Hristiyan inancını sorgulamaktan geri durmaz. Terry Jones’un “Brian’ın Hayatı”, Jaco van Dormael’in “Yeni Ahit” filmleri ise inanç temasını alaycı ve fantastik bir boyut içinde ele alan yapımlardır.

Amerikan sinemasının köktendinciliği eleştiren yapımları arasında, Stanley Kramer’in Darwin teorisini öğretmek üzere yola çıkan bir öğretmenin din kurumu ile çatışmasını konu alan “Rüzgârın Mirası”, Nicholas Hytner’in “Cadı Kazanı”, Martin Scorsese’nin 17. Yüzyıldan bir Cizvit misyoner’in öyküsünü anlattığı “Sessizlik” ilk akla gelenler. Ortadoğu’daki köktenciliği işleyen sayısız film arasında, Tahran’daki elçiliğine sığınan Amerikalıları kurtarma serüvenini anlatan Ben Affleck’in “Argo Operasyonu” bu türün en tipik örneğidir. Tabi, bir de tarikatların içyüzünü deşifre etmeye niyetlenen yapımlar var: Ron Howard’ın ’Illuminati’ tarikatını konu alan “Melekler ve Şeytanlar”ı ile Dan Brown uyarlaması “Da Vinci Şifresi”, Stanley Kubrick’in “Gözleri Faltaşı Gibi Kapalı” (ülkemizde ‘Gözleri Tamamen Kapalı’ diye yapıldı ‘Eyes Wide Shut’un çevirisi), Paul Thomas Anderson’un “The Master”ı…

Şilili yönetmen Alejandro Amenabar, “Agora” adlı filminde 4. Yüzyılda Roma egemenliğindeki İskenderiye’de ilk kadın matematikçi, filozof ve astronom olan Hypatia’nin dini otoritelere karşı verdiği mücadeleyi anlatır. Senegalli yönetmen Osman Sembene’nin filmleri, Hintli Mira Nair’in “Gönülsüz Köktendinci” filmi eleştirel yaklaşımlarıyla öne çıkar. Hanna Makmalbaf’ın “Yeşil Günler”, Asghar Farhadi’nin “Geçmiş” ve “Bir Ayrılık”, Amerikalı yönetmen Brian Gilbert’in “Kızım Olmadan Asla”, Cyrus Nowrasteh’in “Soraya’yı Taşlamak”, Marjane Satrapi’nin “Persopolis” filmlerinde İran’daki, Michaela Pavlotova’nın “Benim Güneşli Maad’ım” filminde Afganistan’daki dini baskı gözler önüne serilir. Din olgusuna eleştirel yaklaşmayanlar da var. Mistik temalara ve uzak diyarlardaki dinlere yönelen İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci’nin “Küçük Buda”sı, Fransız Jean-Jacques Annaud’nun “Tibette Yedi Yıl”ı, Amerikalı Martin Scorsese’nin “Kundun”u Budist kültürü Hristiyan değerlerle karşılaştırarak yüceltirler. Amerikalı Ang Lee’nin “Pi’nin Yaşamı” dinler üstü/dinlerarası bir inancı anlatır. Tunuslu Nacer Khemir’in “Bab’Aziz”i İslam düşmanlığına bir tepki, Sufist kültüre bir güzelleme niteliğindedir.

Türkiye sinemasında, Muhsin Ertuğrul’un “Nur Baba”, Lütfi Akad’ın “Vurun Kahpeye”, Yılmaz Güney’in “Umut”, Atıf Yılmaz’ın “Adak”, Ali Özgentürk’ün “Hazal”, Özer Kızıltan’ın “Takva”, Ahmet Haluk Ünal’ın “Saklı Hayatlar", Cenk Ertürk’ün “Nuh Tepesi” filmleri köktendincilere karşı net bir duruşu olan yapımlardır. Semih Kaplanoğlu ve Derviş Zaim İslam mitolojisine göndermeleri olan önemli filmlere imza atmış yönetmenlerimiz arasındadır. Yücel Çakmaklı’nın “Birleşen Yollar”, “Minyeli Abdullah”, Mesut Uçakan’ın “Yalnız Değilsiniz”, “İskilipli Atıf Hoca” filmleri ise bir zamanlar büyük hasılat yapan, ama artık pek esamisi okunmayan İslamcı propagandist çizginin öne çıkan örnekleridir... Bu çizgi günümüzde ‘cin’li filmlerle devam ediyor. Bu yıl içinde gösterime çıkan 100 filmden 33’ü cinlerle uğraşan korku filmleri… Yaşamlarımıza her geçen gün biraz daha müzahil olan dinci siyasetin bir yansıması mı, yoksa içinde yaşadığımız/yaşatılan korku atmosferinin bir ürünü müdür, bilemiyorum. Marjane Satrapi’nin bir sözüyle noktalayalım: “Aslında savaş Doğu ile Batı arasında değil; akıllılarla aptallar arasında”...