“Ben kalkıyorum kadının Allah'ın erkeklere bir emaneti olduğunu söylüyorum. Bu feministler filan var ya. "Ne demek diyor kadın emanetmiş, bu hakarettir" diyor. Ya senin bizim dinimizle medeniyetimizle ilgin yok ki.” Recep Tayyip Erdoğan Şubat 2015

“İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz.” Tayyip Erdoğan Kasım 2019

1980 darbesinin akabinde siyasal İslamcılığın giderek güçlenmesine, feminizm düşmanı politikacılara ve ayrımcı söylemlerine rağmen mücadelemizin büyümesi engellenemedi. Aksine özellikle uluslararası yasal düzenlemeler çerçevesinde ilerlemeler kaydedildi. Örneğin; Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi Türkiye tarafından 1985 yılında imzalandı.

İçinde bulunduğumuz süreçte ise Türkiye tarihsel bir eşikte duruyor. Ülkemiz, ya insanlığın ilerici birikimini savunarak geleceğini yeniden kuracak ya da Orta Çağ karanlığına sürüklenecek. Bu kritik eksen o kadar esas ki, içinde bulunduğumuz süreçte bunu kavramadan Türkiye’de gerçek anlamda politika yapmak mümkün değil.

∗∗∗

Özellikle son 15 senedir AKP, tüm toplumsal ilişkilerin eşitsizlik perspektifiyle örüldüğü bir durum yarattı. Bu çerçeveden bakıp; laikliği yaşam tarzı, kılık kıyafet özgürlüğüne indirgemek yerine, muhtemel düzenlemelerin kadınlar açısından yaratacağı somut etkileri üzerinden meseleyi ele alarak politika üretmemizin elzem olduğu açık. Kadınları birbirine yakınlaştıracak politikaların sürdürülmesi ve temas alanlarının geliştirilmesi çok önemli. AKP bloğunca planlanan yasal dönüşümlerin salt laik kesimi etkilemeyeceğini dindar/ muhafazakâr kadınların hayatını daha da zorlaştıracağını öngörmek mümkün. Örtülü, örtüsüz tüm kadınların nefes alma hududu laiklik ile başlıyor. Öte yandan, farklı inançlara alan açmayan ve sadece Sünni İslam yorumuyla laikliği ele almak da oldukça sorunlu.

1924 senesinde kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) devletin laik niteliği açısından ilk günden itibaren bir tartışma alanı oluşturmuştur. 12 Eylül sonrası yasal anlamda eli güçlendirilen Diyanet, en büyük dönüşümü bittabi AKP ile yaşadı. Özellikle son on beş senede DİB’in sistem içinde kazandığı güç devletin mimarisinin yeniden ele alındığını göstermekte. 2018 senesinden beri DİB bir bakanlığa bağlı değil, cumhurbaşkanına bağlı. Devlet memuru olan, her yurttaşa eşit bir yaklaşımda hizmet etmek zorunda olan, vatandaşların ödediği vergilerle bütçesi oluşturulan olan Diyanet İşleri Başkanı, devlet protokolünde 12. sırada yani bakanların önünde bir yere sahip. Ve en mühimi DİB, senelerdir yayınlamış olduğu fetvalarla Anayasayı fiilen bitirmek için elinden geleni yapmakta.

21 senedir siyasal İslamcı hareket, ideolojik-kültürel bir dolayım üzerinden ve gayet sistematik olarak ilerledi ve nihayetinde mevzii kazandı. Örnek vermek gerekirse; amacı aileyi dini referanslarla güçlendirmek olan Aile İrşat ve Rehberlik Büroları kuruldu ve genellikle kadınlar çalışıyor. DİB’in sayıları giderek artan vaizleri ev sohbetleri ile kadınlara ulaşıyor. Ve itaat, emanet, fıtrat temelinde yeni bir cinsiyet düzeni inşaa etmeye çalışan AKP bu yolda hızını düşürmeden ilerliyor.  Tam da toplumun ve yasaların dine göre düzenlemeye çalışıldığı bu süreçte laiklik kavramını kullanmaktan kaçınmamak gerekmekte. İdeolojik mücadele alanı ihmal edilir, laiklikten taviz vermeme gayesi savsaklanırsa; siyasal İslamcı iktidara karşı mücadelenin gerçek anlamda yürütülmesi mümkün mü? Eğitimden kültüre, üniversitelerden hukuk düzenine, festivallerden sanatçıların konserlerine, kadınların sokakta ne giyeceğine, çiftlerin öpüşmesine, kamuya açık alanlarda içki içilmesine kadar anti demokratik düzenleme ve kurumsallaşma devam ederken muhalefet kanadı ne yapıyor? Koca bir hiç!

∗∗∗

Laiklik tüm dünya insanlarının kazanımı. Aklın dinsel düşünce karşısında özgürleşmesi çok büyük bir kazanım. Hele kadınlar için daha da önemli. Zira siyasal İslam politikalarının ana gündemi kadınlar. Kadınlarla ilgili düzenlemeler İslamcı politikaların her zaman göbeğinde yer alıyor. Yazımın başındaki cümlenin sahibi olan zihniyetle mücadeleyi sadece laik bir düzende sürdürebiliriz. Şunun da altını çizmek gerekir; artık sadece mahalle baskısı değil, AKP bloğunun itiraz eden herkese karşı baskısı uzun süredir var. Sadece itiraz ederek değil, yeni durumlar için yeni analizler yaparak ilerlemek gerekiyor. Siyasal İslâmcıların yayınlarında kadınlar için ne tür kelamlar edip, yazdıklarını uzun süredir incelemekteyim. Belirgin olan, kadınların hayatlarına sahip çıkmasına ve feminist düşünceye ağır düşmanlık! O yüzden düşmanını tanımak ve laiklik mücadelesinin önemini bu tarihsel kavşakta vurgulamak da önemli.

AKP, 21 senedir sistematik olarak eğitim sistemini siyasal İslam ekseninde yeniden şekillendirmekteyken; geniş toplum kesimleriyle buluşmanın, kitleselleşmenin ve gerçek anlamda bir siyasal güç olmanın tam zamanı. Evrensel değerlere dayanan bir eğitim sistemi yerine, İslamcı nesiller yetiştirmek amacıyla dinci/mezhepçi bir hegemonya kurmayı gayelemiş ve ÇEDES projesi aracılığıyla okulları camileştirmek için adım atmakta.

Yarın İzmir’de önemli bir miting var. Eğitim-Sen, Veli-Der, Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekler Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Demokrasi İçin Birlik ve birçok siyasi partinin çağrıcı olduğu mitingde; çağdaş, laik, bilimsel ve demokratik eğitim hakkını savunmak, eşit yurttaşlığı haykırmak, ÇEDES’e hayır demek için bir araya geleceğiz. 

İran’da ahlak polislerinin istediği şekilde başını örtmediği için katledilen Mahsa Jîna Amini’nin ölüm yıldönümünde bir araya geleceğiz. Laik eğitimden, laik yaşamdan, eşit yurttaşlıktan korkanlara sözümüzü yarın saat 17.00’den itibaren İzmir Gündoğdu Meydanından söyleyeceğiz. 

Alanda görüşmek üzere.