Fantastik ülkenin dışişleri bakanının mayıs sonundaki fantastik konuşmasını anımsıyor musunuz? “Türkiye’de sadece gayrimüslim azınlıklar değil...

Fantastik ülkenin dışişleri bakanının mayıs sonundaki fantastik konuşmasını anımsıyor musunuz? “Türkiye’de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor.”

Tabii gerçekten de çok zordur Türkiye gibi laik bir ülkede Müslümanca yaşamak... Örneğin namazınızı kılamazsınız. Bırakın vakit namazlarını, cuma namazı için mesai saatlerini birazcık esnetmeye kalkışsanız, anında kapı dışarı edilirsiniz.

İbadet için cami yaptıramazsınız, hadi yaptırdınız diyelim, imam bulamazsınız; çünkü okullarda tümüyle seküler bir eğitim verilmekte, din adamı yetiştirecek okullar bulunmamaktadır; hadi buldunuz diyelim, o imamın parasını cemaat olarak sizin ödemeniz gerekir, laik devlet imamınıza maaş bağlayacak değil ya! Kaldı ki bulduğunuz imamlar da sürekli öldürülme korkusuyla yaşarlar bu anti-müslim ülkede...

Ramazan ayı geldiğinde orucunuzu tutamazsınız, hatta sokaktaki insanlar oruç tuttuğunuzu anladıklarında sizi öldürmeye kalkışırlar!

Hacca gitmek isteseniz gidemezsiniz, laik devlet hacca gitmek isteyenlere özel zorluklar çıkarır. Kurban bayramlarında kurban kesmeniz zinhar yasaktır!

Dininizin kitabı “Yeryüzünde din Allah’ın oluncaya kadar savaşın” demektedir ama bunu hiç yapamazsınız; özel okullar, yurtlar, dersaneler açıp gençlere kendi dininizi öğretmeniz sürekli engellenmektedir. İşte böyle, Türkiye gibi bir laik düzende Müslümanca yaşamak zor iştir.

Ama örneğin Hıristiyansanız, sorun yok, gizli ibadethaneler falan kurmaya gerek kalmadan açık açık ibadetinizi yaparsınız, kimse de canınıza kast etmez. Dinsizler için de öyle: Rahatça ve açık bir biçimde dinsiz olduklarını söyleyerek toplum içinde dolaşabilirler fakat siz Müslüman olduğunuzu dile bile getiremezsiniz!

Karanlığıyla ortaçağı bile korkutup utandıracak bir dinsel ilkelliğin abidesine dönüşmüş bir tarih olarak 2 Temmuz’un 15. yılına işte böyle acayip, böyle akıldışı, böyle demagojik bir zihniyetin gölgesinde, bir inanç sistemini türbana indirgemeyi başaran çirkin akılların gölgesinde ulaştık.

“Bedenimiz ve ruhumuz da dahil, bildiğimiz her şeyin yaratıcısı öldürülmüştü” Kanadalı yönetmen Karim Hussain’in bu sözlerle başlayan ve tam da 2 Temmuz günü izleme fırsatı bulduğum 2002 tarihli filmi ‘Ascension/Yükseliş’in etkileyici bir öyküsü var:

Görülemeyen, tanımlanamayan bir varlık tanrıyı öldürmüş, gücünü de insanlara vermiştir. Artık her bir insanın mucizeler yaratabilen bir tanrıya dönüştüğü dünya kaos içinde yıkıma doğru giderken, ikisi genç biri yaşlı üç kadın, ‘tanımlanamayan’ı öldürüp insanlardaki tanrılığı yok etmek üzere yola çıkar ve eski bir fabrikaya benzeyen çok katlı bir yapıya girerler.

Tarkovsky’nin ‘İzsürücü’süne aşırı derecede benzeyen filmin tamamı, işte bu binanın merdivenlerinde geçer; yukarıya doğru çıkarken -‘tanımlanamayan’ en üsttedir- bir sürü cesetle karşılaşır, feci bir kar fırtınasına yakalanır ve cehennem azabını aratmayacak varoluşsal hesaplaşmalar yaşarlar.

Filmdeki merdivenler, sadece çağrıştırmakla kalmayıp doğrudan “Yakub’un Merdiveni”ne (Jacob’s Ladder) gönderme yapmaktadır aslında, hani Yakub’un rüyasında gördüğü ve yeryüzünden cennete ulaşmasını sağlayan, sayısız ikona ve modern resme konu edilmiş şu merdiven...

Fakat bu sefer tanrıya ve onun cennetine değil, tanrının katiline doğru yükseliyor basamaklar...

Filmde yavaşça ölüme tırmanan üç fedakâr ve çileli kadının merdivenlerde otururken görüntülendiği bazı sahneler var ki Behçet Aysan, Metin Altıok ve Asım Bezirci’nin Madımak merdivenlerinde otururken çekilmiş son fotograflarını fazlasıyla andırıyor.

Dışarıda kapkara bir kalabalık öldürdükleri tanrının yerine geçerek can almaya çalışırken, nereden geldiği ve nereye gittiği belirsiz basamaklarda oturan üç ozanın fotoğrafı...

İşte bu, ‘Madımak merdiveni’nin ikonu...