Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla bir fotoğraf ortaya çıktı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir bölümü yönetimi ele geçirmek amacıyla kışlalarından çıktı. Tanklar, helikopterler, F-16 savaş uçaklarıyla dehşet ortamı yarattılar.

Fotoğrafın temel öğelerine kabaca bir göz atalım.

Resmi açıklamalara göre toplam 250 kişi hayatını kaybetti. Bu şimdiye kadar yapılan bütün askeri darbe ve darbe girişimlerinden çok fazla kayıp anlamına geliyor.

İdamlarla sonuçlanan 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri için bile “kansız darbe” tanımlamaları yapılmıştı. Çünkü hiç birinde ilk günde bu kadar çok insan ölmemişti!

Cumhurbaşkanı bile ölüm tehlikesi atlattı. Başbakan ise darbecilerden sadece 15 dakika önce Boğaz Köprüsünden geçerek tesadüfen canını kurtardı. Bunları sonradan öğrendik.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı bağlı olduğu Başbakanı ve Cumhurbaşkanı’nı arayıp bilgi vermediği de sonradan ortaya çıktı. Aynı MİT Başkanı 15 Temmuz 2016 günü saat 16.00’da bir darbe olacağı tespitini yapmış, Genelkurmay Başkanı’na da söylemişti.

Ama neden başkasına söylemediğini ilk amiri Başbakan Binali Yıldırım bile bilmiyordu.

MİT Başkanları eskiden de (1971 ve 1980) darbe olacağını başbakanlara söylemezlerdi. Ama o zamanlar MİT Başkanları muvazzaf subaylar olurdu. Şimdi sivil başkan var. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın “sır küpüm” diyecek kadar güvendiği bir isim. Ama o da darbeyi Sivillere değil askerlere bildiriyor.

Devletin zirvesi böylesi bir karmaşıklık içinde…

Onların altında ise daha büyük bir karmaşa var.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki general ve amirallerin azımsanmayacak bir bölümü sanık, zanlı, firari durumunda bulunuyorlar. Onların altındaki rütbeler de farklı değil. Albaylar, yarbaylar, binbaşılar, yüzbaşılar içinde toz duman bir hava esiyor.

Kim “kahraman”, kim “hain” belli değil. Bunu iktidarın resmi propaganda organları haline gelmiş “özgür medya” belirliyor.

Devletin sivil memurları da farklı değil. Valiler, kaymakamlar tıpkı askerler gibi… Bir anda kahraman ya da hain haline gelebiliyorlar.

Güvenlik amacıyla 60 bin devlet memuru açığa alındı.

Tutuklananları, arananları, firarda olanlarını gün be gün çıkan haberlerden öğreniyoruz. Akademisyenler, hakimler, savcılar için arama, gözaltı, tutuklama kararları yayınlanıyor.

OHAL ilanı ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) üç süreyle uyulmayacağını Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş açıkları.

Sadece üç ay mı?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan OHAL’in ikinci bir üç ay daha uzatılacağını ilk hafta içinde söyledi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Temmuz 2016 itibarıyla vaziyeti böyle…

Peki Cumhuriyet bu noktaya gelirken ülkeyi 2002’den beri yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ne yapıyordu? Bu kara tablo için kime hesap sorulacak?

Başka bir ülkenin hükümetine mi?

Türkiye kendi kendine mi bu karanlık ortama ulaştı?

Değerli bilim adamı Fikret Başkaya 24 Temmuz 2016 tarihli Birgün-Pazar’da yukarıdaki fotoğrafı son derece gerçekçi olarak yorumluyordu:

“Darbeler TC rejiminin normal halidir, bir istisnai durum değildir!”

Bu yüzden “kim yaptı” sorusu öncelik alıyor. Oysa sorulması gereken soru hala raflarda yerini koruyor:

-Bu ülkede neden hala darbe oluyor?

Türkiye’nin durumu 19 Mayıs 1919 öncesini andırıyor. Daha da detaylandırılabilir. Gaflet, delalet hatta hıyanet içinde olanlardan söz edilebilir. Çerçeve ise değişmiyor:

-Manzara-i umumiye!

Datça, barış, sanat

Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisi (UKKSA) bu yıl 6 Ağustos’ta başlayıp 15 Ekim’e kadar sürecek uzun bir kültür-sanat etkinliği düzenliyor. İçinde anmalar, sergiler, sempozyumlar, paneller, konserlerin olacağı şölenin adı ise en çok ihtiyacımız olandan alıyor:

“Sanat Barış Demektir!”

Bu yıl 6’ncısı yapılacak olan büyük şölen 6 Ağustos’ta “Knidos’un Sırrı” resim, heykel, seramik, cam, fotoğraf, açık hava sergileriyle başlayacak.

12 Ağustos’ta Can Yücel için yine büyük bir anma programı var. Tiyatro Kumpanyası genel sanat yönetmeni Kemal Kocatürk üç yıldır Türkiye’nin pek çok yerinde sahnelediği “CAN” oyununda bir bölüm oynayacak.

UKKSA Yönetim Kurulu Başkanı Nevzat Metin etkinliğe uluslararası sanatçılardan oluşan geniş bir katılım sağladı. Bunların içinde dünyaca ünlü Suriyeli şair Ali Ahmad Sait Eşber namı diğer Adonis de vardı. Ama 15 Temmuz’dan sonra “kusura bakmayın” demiş:

-Darbe olan ülkelere gitmiyorum!

Böylesine alt-üstler yaşanan bir ülkede sanat üzerine etkinlik düzenlemek akıl kârı mı? Nevzat Metin şöyle diyor:

-Sanat bütün toplumsal sancıların şifasıdır! Savaşlar, darbeler, katliamlar oluyor diye doktorlar mesleklerini bırakıyorlar mı? Hastaneleri kapatıyorlar mı?

UKKSA bütün sanatseverleri 6 Ağustos’tan itibaren Datça-Yakaköy’e davet ediyor.