TBMM Genel Kurulu’ndaki ‘Ceza İnfaz Yasası’ görüşmelerinde, koronavirüs salgını nedeniyle maskelerini takmış milletvekilleri arasındaki tartışmaları izlemek ibret verici. CHP, HDP ve İyi Parti milletvekillerinin konuşmaları, AKP iktidarının Meclis’e getirdiği yasa tasarısındaki eşitsizliği, ayrımcılığı gözler önüne seriyor. Yasa tasarısının öncelikle görüşülmesinin en önemli nedeni, salgında yüksek risk taşıyan ceza evlerinin kısmen boşaltılması gereği. Ama bu yapılırken, Anayasamızın öngördüğü eşitlik ilkesi ayaklar altına alınıyor. Dolandırıcılar, hırsızlar, caniler, çocuk istismarcıları affedilirken, haksız yere hapsedilmiş tutuklu ve hükümlüler, halkın gerçekleri öğrenme hakkını savunan gazeteciler, düşüncelerini açıklayan yazarlar, akademisyenler, siyasetçiler, sosyal medya paylaşımlarıyla iktidarı eleştiren yurttaşlar ‘terörist’ olarak damgalanarak af kapsamı dışında bırakılıyor.

Vicdandan ve akıldan yoksun hükümler taşıyan bu yasa tasarısının bugün, olmazsa yarın, yasalaşacağı anlaşılıyor. Muhalefetin değişiklik önergelerinin dikkate alınması ise pek olası değil. AKP ve MHP’nin oyları yasayı istedikleri gibi geçirmeye yetiyor çünkü. Peki, kamu vicdanını tatmin etmeye yetecek mi? Umurlarında değil. Yeter ki, kendilerine oy verebilecek kitleler tatmin edilsin… Üstelik, yasanın özüyle ilişkisi olmayan hükümler tasarıya monte ediliyor; resmi ilan almaları engellenerek cezalandırılan ‘muhalif’ gazetelerin cezaevlerine sokulması yasaklanıyor.

Eşitlik bunun neresinde?

AKP iktidarının eşitlik ilkesini ihlali yeni bir şey değil; tüm uygulamalarında kendini gösteriyor. Virüse karşı 20 yaşından küçüklere sokağa çıkma yasağı getirilirken, 18 -20 yaş arası çalışan gençlerin sokağa çıkması serbest. Yeter ki, üretim devam etsin; işverenlerin geliri azalmasın! Sömürünün olduğu yerde eşitsizliğin de var olduğunu bir kez daha kanıtlıyor siyasi iktidar; üstelik insan yaşamını hiçe sayarak… Zenginlerle yoksullar arasında ortalama yaşam süresinde 13 yıllık bir fark olmasını doğal kabul eden bir sistemden başka ne beklenebilir ki?

En önemli insan hakları olan yaşam hakkını ve sağlık hakkını bile tanımayan AKP iktidarı, adaletin herkes için eşit uygulanması ilkesini ve uluslararası kurumların tutuklu ve hükümlülerin tahliye edilmesine yönelik uyarılarını göz ardı ederken, ayrım gözetilmeksizin tüm yoksullara verilmesi gereken yardımları da, daha önceden belirlediği kesimlere dağıtmakta sakınca görmüyor. Evden öğretimde, bilgisayarı olmayan yoksul öğrenciler, iktidarı eleştiren sosyal medya hesapları nedeniyle bursları kesilen gençler, salgın nedeniyle işsiz kalan, faturalarını ödeyemedikleri için elektrikleri kesilen yoksullar, işten çıkarılan ya da işlerini yapamadıkları için gelirlerinden olan 5 milyonun üzerindeki yurttaş umurlarında değil. Anayasamızda, devletin niteliğinin “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” olarak belirtilmesinin umurlarında olmadığı gibi…

Bazı iş yerlerinde, işçilere çalışırken koronavirüs kapmaları durumunda, tüm sorumluluğun kendilerine ait olduğunu kabul ettiren taahhütnameler imzalatıldığına ilişkin iddialar mevcut. CHP’li belediyelerin bağış alarak yurttaşlara dağıtmaları engellenirken, bazı vakıflar ve cemaatlerin bağış toplaması serbest! Olup bitenleri bir korku filmi gibi izleyen orta sınıflar suskun kalırken, aydınların feryadı geniş kitlelere ulaşamıyor. Gelir ve iş güvencesi sağlanmayan emekçileri, risk taşıyan cezaevlerinde kalmaları istenen siyasi mahkûmları kaderleriyle baş başa bırakmamız isteniyor. “Milli birlik ve beraberlik” ruhu içinde…

Akılla bir konuşmam oldu

Sağlığımızı korumanın yolu izolasyon kuralını eksiksiz uygulamaktan geçiyor. Ama, bir de ruhsal sağlığımız var. Onu korumanın yolu da sanattan geçiyor. Gelin, bir şarkıya kulak verelim: Fazıl Say’ın besteleyip, Serenad Bağcan’ın seslendirdiği, Doğu kültürünün büyük şairi Ömer Hayyam’ın “Akılla Bir Konuşmam Oldu” şiirine… Bakın ne diyor Hayyam : “Akılla bir konuşmam oldu dün gece / Sana soracaklarım var dedim / Sen ki her bilginin temelisin / Bana yol göstermelisin.

Yaşamaktan bezdim, ne yapsam? / Birkaç yıl daha katlan dedi. / Nedir dedim bu yaşamak? / Bir düş, dedi; birkaç görüntü. / Evi barkı olmak nedir dedim; / Biraz keyfetmek için / Yıllar yılı dert çekmek dedi. / Bu zorbalar ne biçim adamlar dedim; / Kurt, köpek, çakal makal dedi. / Ne dersin bu adamlara dedim; / Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar dedi. / Benim bu deli gönlüm, dedim; / Ne zaman akıllanacak? / Biraz daha kulağı burkulunca dedi. / Hayyam’ın bu sözlerine ne dersin dedim: / Dizmiş alt alta sözleri, / Hoşbeş etmiş derim dedi…”