Medya Mahallesi’ne polis girdi, peki kapıları kim açtı?
Gazeteci Ayşenur Arslan, Terörle Mücadele Şubesi polislerince adliyeye getirildi.

Hukuk devleti görünümlü karakol düzeninde gözaltına alınan son gazeteci Ayşenur Arslan oldu. Neyse ki daha sonra serbest bırakıldı. Terörle Mücadele Şube polislerinin Arslan’ın kapısına dayanmasının nedeni, sunduğu Medya Mahallesi programında Ankara’daki bombalı saldırıya ilişkin değerlendirmeleri üzerine hakkında açılan “terör örgütü propagandası yapma” ve “suçu-suçluyu övme” soruşturması. Bugün tutuklu şekilde ilk duruşmasına çıkacak olan Merdan Yanardağ’a yöneltilen suçlamanın aynısı.

Ülkedeki hukuksuzluk iklimi genellikle iktidarın saldırıları üzerinden okunuyor ama bu saldırılara rıza üreten müşterek ideoloji gerektiği kadar tartışılmıyor. Evet, iktidar hukuksuzca önünde ne varsa yıkmaya yemin etmiş ancak nasıl bu kadar kolay ve fütursuzca hareket edebildiği sorusuna cevap aranmıyor. Geçen hafta Yargıtay’ın onadığı Gezi davası cezalarına dair siyasi bir arka plan sorgulaması yapılmadı örneğin.

Konuya ilişkin yürütülen tartışmalarda Gezi övgüleri ya da iktidar/yargı yergilerinin ötesine geçilemedi. Gezi davasında ortada hiçbir delil yokken o cezaların yağması ve insanların haksız yere yıllardır cezaevinde tutulması, biraz da iktidarın düzen muhalefetine sokağın “yasaklı” bir alan olduğunu kabul ettirmesiyle ilgili değil mi? Tıpkı muktedirin istediği gibi demokrasiyi sandıktan ibaret gören, meydanların siyasetsizleştirilmesini savunan, halka “sakın ha sokağa çıkmayın” diyen Meclis muhalefeti, Gezi gibi büyük ve meşru bir toplumsal hareketin yargısal zeminde marjinalleştirilmesine katkı vermedi mi?

***

Gazeteci fikirlerini birileri alkışlasın diye dile getirmez, kendi penceresinden doğru bulduğunu söyler ya da kuşkularına ilişkin sorular sorar. Gazetecinin söylediklerine ya da ortaya koyduğu mesleki yaklaşıma bazıları katılır, bazıları katılmaz. Sözlerinin sınırını, evrensel gazetecilik ilkeleri çizer. Bu ilkeler, Türkiye’nin pek özgürlükçü olmayan anayasasında bile teminat altına alınmış vaziyette. Ayşenur Arslan’ın hedef alınan sözleri, kesinlikle bu çerçevenin dışına çıkmıyor ve iddia edildiği gibi saldırıyı düzenleyenleri övmüyor.

Arslan’ın ifadeleri, aklındaki soru işaretleri ya da ima ettiği olasılık, herkese mantıklı gelmeyebilir. En tehlikelisi meseleyi bu noktaya sıkıştırmak. Çünkü iktidarın baskı aygıtları, harekete geçmeden önce ayaklarını toplumsal algıdaki oyuklara yerleştiriyor. Düzenin her aykırı sesi bastırmaya çalıştığı Türkiye gerçekliğinde özellikle muhalif öznelerden yükselen sesler, saldırıların meşruiyet kaynağına dönüştürülüyor. Muhalefetin görüşlerine “onay” bahşetmediği, linç ortamının coşkusuna kapılarak tekme savurduğu ya da en iyi ihtimalle görmezden gelerek ortada bıraktığı isimler, iktidarın “terör ağları”na takılıp bir “suçlu” haline getiriliyor. Arslan’ın gözaltına alınmasına giden süreçte de aynısı oldu. Muhalefet buna set öreceğine resmen yol hazırladı.

Belirtmek gerekir ki Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu’nun Ayşenur Arslan hakkında soruşturma başlatılmasından sonra yaptığı açıklama da hayli sorunluydu. Mahiroğlu’nun zorlu koşullarda ayakta durmaya çalışan kanalını korumaya çalışması anlaşılabilir ama en kritik anda teslim olunmayacağını vurgulamak yerine egemen söylemi içselleştirip Arslan’ın yalnız olduğunu düşündürtmesi, basın ve ifade özgürlüğüne yapılan saldırıyı daha kolay hale getirdi.

***

İktidarın geliştirdiği siyaset konseptine karşı kendi söylemini üretemeyen ve AKP hegemonyasına teslim olan muhalefet, “terörist” olmadığını ispatlamaya çalışırken aslında farkında olmadan çarkların dönmesine, sistemin kendini her gün yeniden üretmesine fayda sağlıyor. Ardı arkası kesilmeyen gözaltılar ve tutuklamalar bu atmosfer içinde gerçekleşiyor. Elbette muhalefet cevaz verdiği için olmuyor ancak yanlış tutum sopayı elinde tutanın işini kolaylaştırıyor. O nedenle hukuktan ve demokrasiden yana olan kesimlerin yazıp konuşurken iki kez düşünmesi, ağızlara sakız olan sözcüklerin neye hizmet ettiğini doğru hesaplaması gerekir.

Hesabı iktidarın vermesi gerekirken adliye koridorları haksız yere bileğine kelepçe takılanlarla dolu. Barış Pehlivan ve Merdan Yanardağ gibi gazeteciler cezaevinde. Yolsuzluk almış başını gitmiş, devletin kasasında rezerv kalmamış, halka ait değerler peşkeş çekilmiş, suç örgütlerinin elebaşları bürokrasinin unsurlarıyla kol kola girmiş ama memleketin muhalefeti ne kadar muteber olduğunu devlete kabul ettirme derdinde. Muhalefet iktidardan daha milliyetçi, daha muhafazakâr olduğu konusunda seçmenleri ikna edebilirse başarılı olabileceğini sanıyor. Sorunun tam da sahiplenmeye çalışılan o sağ fikirler olduğu henüz anlaşılamadı.