Şeyhin emri ile her şeyi yapabilecek bu insan profili her yerde karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin kesinlikle gericiye "geri" olduğunu söylemekten geri durmayacağı bir döneme ihtiyaç var.

Menzil’de neler oluyor?
Fotoğraf: DepoPhotos

15 Temmuz darbe girişiminin 7. yıl dönümünü geçmiş olmamıza rağmen yine bir cemaat konuşuyoruz. Aslında bu darbe girişiminden sonra siyasal iktidarın, hiçbir ders çıkartmadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. FETÖ gerçeğinin özeti şu; AKP, askeri vesayeti ortadan kaldırmak için Fethullahçı çetelerle işbirliği yaptı ve devletin bütün kurumlarını onlara teslim etti, kadrolaşmasının önünü açtı. Bunun sonucunda demokraside çok ağır sorunlara, 251 insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu. Hayatını kaybeden insanların yanında kumpas davalarından ötürü ölüme sürüklenen, cezaevlerinde ölen ve intihar eden yüzlerce insan var. 

Ancak şimdiki gündemimizde başka bir cemaat var; Menzil cemaati. Bu cemaat son 30 yıldır katlanarak büyüyor. Bunun sebeplerinin başında yıllardır Adıyaman’ın Menzil köyünde etkili bir şekilde örgütlenmeleri gelmekte. Ancak AKP iktidarı geldikten sonra tarikat yükselişe geçti, diğer pek çok tarikat gibi. 15 Temmuz’dan sonra Fethullahçılar tasfiye edilince, onların yerlerini Menzil, Hak Yolcuları ve İsmailağa gibi çeşitli cemaat ve tarikatların aldığını görmekteyiz. Sağlık Bakanlığı’ndaki örgütlenmeleriyle gündeme geldiler. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Menzil tarikatının müridiydi. Sağlık sektörüne Beykoz'da bir klinikle giriyorlar. Ancak burayı kocaman bir hastaneye çevirerek Sağlık Bakanlığı’nda ciddi bir şekilde örgütlendiler. Sonra da diğer bakanlıklarda, kamu kuruluşlarında.

Bir yandan uhrevi vaatlerde bulunan bir hırka edebiyatı yapan bu tarikatlar devasa holdinglere dönüştüler. Lokantaları, şirketleri, hastaneleri, vakıfları, televizyonları ve iş dernekleri de var. Fethullahçılar’ın her yerde örgütlenme biçiminin bu tarikat içinde geçerli olduğunu söylemek mümkün. Bu yapının oluşmasında ilk Abdülhakim Erol etkili oldu. Ardından Raşit Erol ve geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Abdülbaki Erol ise tarikatın holdingleşmesine, güçlenmesine, kitleselleşmesine büyük bir aşama kaydetti. Peki bunun sırrı nedir? 

Bunun bir “peygamberlik” iddiası olduğunu görüyoruz. Türkiye ve diğer ülkelerdeki dinî öğretilerle çok iç içe olduğunu söylememiz mümkün değil. Bunlar çeşitli rivayetlerle, efsanelerle ve uydurma hikâyelerle insanları etkilemeye çalışarak; müritler yaratmak için kullanılan yapılar. Halid Bağdadi’nin pek çok öğretilerinde Budizm’inde etkisi olduğu iddia edilir. Çünkü Bağdadi 1800’lü yıllarda Hindistan’da uzun süre kalır. Bu sebeple araştırma yapan birçok ilahiyatçı rabıta, çeşitli farklı zikirlerin, ip tutup tövbe alma biçimindeki faaliyetlerin Budizm’den geldiğine inanır. Bir diğer özellik ise bahsettiğim uydurma hikâyelerdir. 

Allah katında görülen, Allah’la konuşabilen, insanüstü bir insan olarak tanımladıklarına "gavsı" derler. Kendi içlerinde anlattıkları hikâyelerden birisi şudur; Azrail müridin ruhunu alacak iken gavs gelir. Müridin ruhunu geri ister ve Azrail, “Allah istedi götürmem lazım” der. Gavs da der ki, “Sen Allah’a müridi benim bırakmadığımı söyle, o anlar.” Azrail Allah’la konuşur ve Allah, “Gavs müridini bırakmadıysa bir bildiği vardır” der. Bu en bilinen hikâyelerden bir tanesi. Daha birçok farklı boyutlarda hikâyeler var. Bir gün ahırın üzerine saman atarken müritlerden birisi, “Biz neden bu işi yapıyoruz? Bu kadar acı çekiyor ve yoruluyoruz ama hiç para almıyoruz” diye düşünür. O sırada Gavs gelir ve düşüncelerini okur. Onlara çay ısmarlarlar ve çaylarını içerken meleklerin samanlıkları ahıra attıklarını görürler. Gavs şöyle der, “Ben aslında bu işleri meleklere yaptırabilirim ama size yaptırıyorum çünkü sevap kazanmanızı istiyorum.” Bir başka hikâyede ise; müritler İstanbul’dan Menzil’e gitmek için bir otobüsle yola çıkarlar. Menzil’e geldiklerine bir bakarlar ki benzin koymayı unutmuşlardır. Meğer İstanbul’dan Adıyaman’a benzinsiz gitmişlerdir.
 Böyle uydurma hikâyelerle tarikata mürit toplamaktadırlar. Tövbe almayı çok etkili kullanırlar. Tarikat şeyhi ve onun vekilleri camilerde ipler uzatır ve herkes o ipleri tutarak söylediklerinin tekrarlanmasını isterler, böylece onlardan tövbe almış olurlar. Alkol veya bir çeşit uyuşturucu bağımlılarını Menzil’e götürüyorlar. Orada kontrol altına alıyorlar. Daha doğrusu tarikatlarına katıyorlar. Hatta pek çok suçlu Menzil’e gittiğinde, onlara bir koruma sağlanıyor. Aslında bunların farklı bir din oluşturdukları gayet ortada ama ülkenin temel problemi korku olduğu için ilahiyatçılar çıkıp bu yapılanları sorgulamıyor. Korkaklar da bunlara bir şey demediği sürece Menzil, devlette ve bütün kurumlarda çok ciddi bir şekilde örgütlenmesini sürdürüyor. 

Peki Menzil’de şimdi neler yaşanıyor? Bahsettiğim bütün bu süreçlerden sonra Menzil artık bir köy olmaktan çıkmış ve devasa bir alana dönüşmüştür. Kendi güvenliklerinin, kendi kurumlarının, marketlerinin Şeyh’e ait olduğu özel bir bölge kurdular. Abdulbaki Erol yeni bir halife atamadan öldü. Daha doğrusu üç oğluna da halifelik sözü verdi. Onlar da daha cenaze toprağa verilmeden büyük bir kavgaya tutuştular. Tarikatın en görünen yüzü aslında Baki’nin en büyük oğlu Muhammed Saki Erol oldu. Gavs’ın o olacağı iddia ediliyor. Allah yolunda kendini en çok geliştiren Şeyh olacağı yönünde inançlar olmasına rağmen bunlar babadan oğula, tıpkı bir padişahlık sistemi gibi bir monarşi sistemi kurmuşlardır. Çünkü burada devasa bir paradan bahsediyoruz ve bu paranın aile içinde kalmasını; paraya hâkim olmak için şeyhliği elde etmek istiyorlar. 

Sert geçen toplantıdan sonra üç kardeş Menzil’de yer alan 3 camiye merkez kurarak bir yarışa girdi. Anlaşma; "Biz burada yeni müritler kabul ederek tövbe alacağız. Mürit, istediği oğlu seçer ve o camiye gider" şeklinde yapıldı. Bu tarikatta zikir çok önemli. Beyaz bir örtüyle üstlerini örterek kalp hizasında tespih çekerler ve Allah’ın adını anarlar. Bunu günde 5 kere yaparlar ve bu zikirler biriktirilir puan gibi. Şimdi ise bu zikirler sıfırlandı. Çünkü müritleri paylaşmak zorundalar. 

Biraz daha az bir gelişme olarak da tarikatın görünen yüzü Semerkand Vakfı, Semerkand TV, Semerkand Yayınevi’nden en büyük oğul olan Muhammed Saki Erol ayrılarak; yeni bir vakıf, yeni bir yayınevi ve yeni bir televizyon kanalı kurdu. Bunların başına da kendi oğlunu getirdi. Bir şekilde babadan oğula devam edecekler yine. Sakallı, şalvarlı, cübbeli ama Mercedes’e dokunup sevaba girdiğini düşünen insanların da olduğu çok garip bir tarikat. Bundan sonra ne olacak derseniz, kavgalar böyle bitmez. Bahsedilen bu devasa parayı imin alacağı konusundaki rekabet artacaktır. Çünkü bildiğimiz kadarıyla Semerkand Vakfı da Erol’a karşı tavır alıyor. Aralarında kavga çıkma ihtimaline karşı çok tedirginler. Birbirleri hakkında kötü konuşurlarsa eğer imandan çıkacaklarına dair söylemlerde bulunarak yapıyı tutmaya çalışıyorlar. 

Eskiden Abdulbaki Eroğlu’nun vekilleri vardı. Onlar da tövbe alabiliyorlardı. Bunlar da iptal edildi. Baktığımızda Türkiye bir Ortaçağ karanlığı dönemini hatırlatan bir manzara ile yüzleşebiliyor. Laiklikten vazgeçtiğimizde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerinden tamamen koptuğunuzda, bir siyasal İslam iktidarı olduğunda böyle oluyor. Biz burada bir taht kavgasına, lüks içinde yaşayan, son model makam araçlarına binen, çakarlı araçlarla korunan bir yapıdan bahsediyoruz. Bunun adına şeyh yapısı veya İslami bir yapı koymasanız eğer bu insanların dolandırıcılıktan yargılanması lazım. Ancak Allah, kitap ve şeyh dediğiniz zaman insanları istediğiniz gibi kandırmanız mümkün. 

Bu tarikat karanlığında çocuklar da var. Çok yakın bir zamanda Şanlıurfa’da bir çocuk, zorla gönderildiği Menzil tarikatına ait Kur’an kursunun yakınında ölü bulundu. Babası şikâyetçi olmadı. Çünkü tarikat gerçeği şudur; Şeyh Allah katındadır. Mürit ise Şeyh önündeki ölü gibidir, sorgulamaz. Sorgularsa günaha girdiğini düşünür. 

Bu çok örgütlü yapılar, bu gerici fikirler Türkiye’de kök salmaya çalışıyor ve kök salıyorlar. Her yerde merdiven altı, ana akım tarikatlar. Bunların önü açılıyor, siyasi bir itibar veriliyor, devlet kadroları açılıyor. Şeyhin emri ile her şeyi yapabilecek bu insan profili her yerde karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin kesinlikle gericiye ‘geri’ olduğunu söylemekten geri durmayacağı bir döneme ihtiyaç var. Laikliği dört elle savunmamız gereken bir döneme ihtiyaç var. Bunun için de gerçekten siyaset kurumuna ve topluma çok büyük görevler düşüyor. Bu yapılmazsa eğer bunun karanlığında ülke çok büyük acılar çekecek.