Devlet adamlarının yaşamlarının sinemaya aktarılması iyi midir kötü müdür bir karara varabilmiş değilim doğrusu. Bu konuda gerçekten usta işi çok film izlemişliğim vardır ama, beyaz perdeye yansıyan, olumlu ya da olumsuz yanlarıyla, o kişi midir gerçekten, insan tabii ki emin olamıyor. O nedenle herhangi bir devlet büyüğünün yaşamını sadece sinemadan değil, başka kaynaklardan da araştırıp, öğrenmekte yarar var. Bizde de reisicumhurun hayatı (en azından bir bölümü) sinemaya aktarılıyor bildiğiniz gibi. Konunun aklıma düşmesinin nedeni bu. Umarım öveyim derken kantarın topuzunu kaçırmazlar da biz de iyi bir film izleriz.

Çünkü zaman zaman “ezber bozayım” adına tarihi tahrip eden örneklerle karşılaşıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda olmuştu bu. “Dünyayı kana boğmuş bir diktatörü sevimli gösteriyor” diye bir hayli eleştirilen Alman yapımı Downfall adlı filmle ilgili olarak az tartışma yaşanmamıştı. Uzun bir film olmasına karşın, gerçekten ilginç, izleyeni koltuğuna çakan bir yapımdı bu. İzlediğimde eleştirilerde doğruluk payı var diye düşünmüştüm. Gerçekten de bambaşka bir Hitler anlatılmıştı filmde. Yakınları tarafından anlaşılamadığı için vefa görmemekten yakınacak kadar insancıl duygularla sarmaş dolaş, kadınların elini nezaketle öpen, çocukları kucağına alıp seven sevimli bir ihtiyar olarak betimlenmişti filmde Hitler. Hatta, savaş kaybetmiş bir diktatör olarak “düşmanlarına teslim olmaktansa” intiharı kafasına koymuş, bir süre sonra da bunu gerçekleştirmiş, “mert” bir Hitler görüyordunuz.

Hitler hakkında, onu anlatan bir filmden etkilenmeyecek kadar kaynak taramış biriyim. Dolayısıyla filmdeki Hitler, bana sevimli gelmemişti. Gençliğinde bir süre resimle uğraştığı, (nedense tüm diktatör ya da diktatör eskilerinin ortak hobisidir bu) hatta yapıtlarıyla (!) sergi açtığı da bilinir. Olsun. Biz onu insanlığın hafızasına kazıdığı kanlı “tablolarıyla” tanıyoruz. Bildiğimiz uğursuz ressamlığı budur sadece.

Filmde insan aklının nasıl yanılabileceğine örnek olacak sahneler de vardı. Hitler’in en güvendiği adamı, Propaganda Bakanı Goebbels’in karısının Hitler’e olan inancı akıllara durgunluk verecek türdendi örneğin. “Nasyonal Sosyalizm’siz bir dünyada büyümelerini istemiyorum” diyerek çocuklarını zehirleyerek öldürmesi, ardından kocasıyla birlikte intihar etmesi, bence ciddi bir akıl yanılsaması. Kimileri bu inanç kararlılığına hayranlık duyabilirler. Ama ben insan aklına büyük ihanet olduğu kanısındayım bu tür bir fanatizmin. Akıl, mantık ölçülerinde inandıklarımı savunmada kendimi fena saymam; ama gerekçesi ne olursa olsun, kendime yönelik bir yok etme eylemini gerçekleştiremem. İnsan aklı, mantıkla desteklenmezse çok tehlikeli olabiliyor.

Hitler’in nezaketi yalan mıydı peki? İnce davranışlar sergilediği söyleniyor. Kadın eli öpmek bir incelik belirtisi olabilir ama bu “inceliği” muhteremin ileriye götürmediği ortada. Gaz odaları, toplu mezarlar, toplama kampları elbette bir “incelik”. Ne var ki Hitler’in, ruhunun değil, insan kıyımındaki zekasının “inceliğini” gösteriyor bu.

Herhangi bir konu ya da kişi hakkında “Aslında öyle değildi” diye başlayan her yazı, her şiir, her film insanda merak uyandırır. “Hitler de aslında öyle değil” temalı bir film yapılırsa elbette izlenirdi. Ben herhalde bu nedenle de izlemiştim. Yakın çevresine gösterdiği incelikten, büyük kitlelerin nasiplenmediğini bilmeme karşın yine de “Bildiğimden farklı ne var Hitler’de?” diye meraklanmıştım.

Aslında sadece Hitler’in değil, tarihin kimi büyük diktatörlerinin de benzeri tavırları var. Tarihin en hasta ruhlu diktatörlerinden Roma İmparatoru Neron’un, - öz annesine tecavüz edip öldürdüğü de söylenir - kendisinden hiç de beklenmeyen “ince” yanları vardı. Pandomim yapardı örneğin. Hatta bir pandomim gösterisi sırasında “Büyük bir sanatçı ölüyor,” diyerek kılıcının üstüne düşerek öldürmüştür kendisini. Moğol İmparatoru Timuçin’in de (Cengiz Han) vahşilikleri tüyler ürperticidir. Ölümünden sonra da sürmüştür vahşeti. İsteği üzerine, gittiği öbür dünyada kendisine hizmet edeceklerini düşündüğü yüzlerce genç kız öldürülmüştür cenaze töreninde. Bu adamın boş vakitlerinde top oynadığına inanmak zordur. Öyle tutkundur ki futbola, davet ettiği halde top oynamaya gelmeyen Çin elçisini azarlamıştır da. Hiç tahmin edilemeyecek, en insani yanı bu top oyunudur Timuçin’in.

İnsan davranışları doğayı kendine uygun hale getirme üzerine kurulu davranışlar toplamı aslında. Doğasında bundan ötürü barbarlık değilse de tepkisellik var bir hayli. O nedenle nezaketin, inceliğin, görgüyle, bilgiyle kazanılması gerekiyor. Bunu kazanmak için çaba gösterenlerin, Hitler’in örneğin, nasıl olup da bu “nezaketi” tüm yaşam biçimine yansıtamadığı bu nedenle ilgimi çekiyor. Kuran’a bağlılığını her fırsatta yineleyen Saddam Hüseyin’in, kendi kanıyla bir Kuran yazdırdığını söylerlerdi. Doğruysa eğer, kutsala bağlılığı ifade biçimlerinden biri de buymuş demek ki. Saddam’da Kuran’ı yazmaya layık görecek kadar kendi kanını beğenme tutkusu nasıl yer etmiş, hayret? Bu da Saddam’ın kendine yönelik “ince” tutum elbette. Hangimizin aklına gelir böyle bir “incelik”.

Ne mutlu ki tarih, filmlere bakılarak yazılmıyor. İnsanlık duvar resimlerinden bile yola çıkarak ne tarihler yazdı doğru ama insanın elindeki en iyi “kamera” kendi gözleridir günümüzde. İnsanlığın gözleri de, çok şükür ki Hitler’le benzerlerinin yaptıklarına kapalı olmamıştır hiçbir zaman. İnsanlık gözünü açık tutmalı. Gözünü bir kaparsa en hak etmeyeni bile iyi bir insan sanabilir.

Reisicumhurun hayatının anlatıldığı filmi merakla bekliyorum. İzleyeceğim.