Meslektaşımız, BirGün yazarı, TELE1 Genel Yayın Yönetmeni, dostumuz, kısacası “gazeteci” Merdan Yanardağ’ın cezaevinden gönderdiği mesajı okumuşsunuzdur. Özü iki sözcük: “Boyun eğmeyeceğim!”

M. Yanardağ yalnızca olguları olduğu gibi aktaran değil (ki o kadarını yapanları da mumla aradığımız zamanlardan geçiyoruz), olguyu-bilgiyi-belgeyi eleştirel aklın süzgecinden geçiren, hepsini analitik bir çerçeveye oturtarak sunabilen, kuramsal donanımı da güçlü bir gazeteci.

İşte o donanımla cezaevinden gönderdiği mesajda, gösterilen dayanışmaya (!) teşekkür ederken, “birleşerek birlikte kazanacağımızı” söylüyor.

Kimlerle, ne için, nasıl birleşerek? Seçim süreci ve iktidarı kazanmak için aynı masaya oturanlardan bazı “iyi”lerin M. Yanardağ’ın gözaltı ve tutuklanması sürecindeki tavırları bu soruları çok daha anlamlı kıldı, ancak önce onun mesajının en çarpıcı yönünün altını çizelim: Boyun eğmeyeceğim!

Kuramsal donanımı, siyaset ve tarih bilgisiyle M. Yanardağ’ın göstermeye çalıştığı ve birazcık dünyayı okuyabilen herkesin görmesi gereken gerçek şu: Eğilen boyunları vururlar!

Hem de sessiz, sedasız, öylesine…

Şimdi, başta “ana”sı olmak üzere, tüm muhalefetin kendisine sorması gereken sorular var: Biz neyin muhalefetiyiz? Neye muhalefet ediyoruz? Mesele bir iktidarın gitmesi ve yerine bizim gelmemiz mi? Yoksa, demokrasi, özgürlük, hukuk mücadelesi mi veriyoruz? Muhalefet ettiğimiz şey aslında toplumun bunlardan yoksun bırakıldığı düzen mi?

Bu noktada bir başka soru… İlk seçilmiş belediye başkanının sandalyesi altından çekildiğinde, ilk milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldığında, Demirtaşlar, Kavalalar hukuksuz şekilde hapsedilip hukuka rağmen içeride tutulduğunda ne kadar itiraz ettik?

Ne kadar birleştirebildik itirazlarımızı, ne kadar hep birlikte ve güçlü dikildik hukuksuzlukların karşısına? Birleşe birleşe kazanacağız derken neyi kazanmaktı derdimiz? Ya da, aslında ne kadar “boyun eğdik”, itiraz ediyormuş gibi yaparak? Sıra ta kendi boynumuza gelene kadar…

O kadar net ve sert bir ders ki Rahip Niemöller’in dünyaya verdiği, ama bir türlü öğrenemediğimiz: “Önce Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim. … Sonra benim için geldiler, ses çıkaracak kimse kalmamıştı...” Bizim “sarı öküzü vermeyecektik” meseli işte!

AKP yöneticilerinin ve destekçisi gazetecilerin söylediği, M. Yanardağ’ın cümleleri ve bağlamıyla kıyaslanamayacak kadar doğrudan “Öcalancı” ifadelerden ne kadar uzun bir liste yaparsak yapalım, sadece havanda su döveriz: “Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor.” (Yasin Aktay) “Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var. Mesajlarında sürecin geleceğini düşünen bir hassasiyeti var.” (Yalçın Akdoğan) “Öcalan’ın düşünceleri bizim de düşüncelerimiz. Biz aslında devleti, kurumları kendisiyle hesaplaştırdık.” (Beşir Atalay)

Su döveriz, çünkü cezalandırılan söyledikleriniz değil, muhalif olmanız!

TELE1 ekranında konuştuğunuz için hapse atılırken de, Tatvan sokaklarında yolsuzluk haberi yaptığı için Sinan Aygül gibi öldürülesiye dövülürken de…

Amaç; siyasette de medyada da muhalefetsiz bir rejim! Hiçbir şeyin eleştirilmediği, karşı çıkılmadığı, duyulan tek sesin iktidarın icraatlarına alkış sesi olduğu bir düzen.

Kendi içinde ve birbiriyle didişen ve hatta fırsat bu fırsat M. Yanardağ’a girişen “iyi” muhalefet bunun farkında mı değil, yoksa iktidarla aynı yöne mi kürek çekiyor, siz karar verin.

Ben sadece şunu söylemiş olayım; ya M. Yanardağ’ın eğilmeyen boynu hepimizin boynu olacak, ya da…  En iyisi şu tarihi gerçeği hiç unutmayalım: Eğilen boyunları vururlar!