Gezi Davası ile ilgili tebliğnameyi yazan Yargıtay Savcısı, milyonlarca insanı etki ajanları, nüfuz casuslarının sokağa çıkardığını savunuyor. Kitaplardan alıntılarla ajan senaryosu yazıyor. Ben de itiraz ediyorum ve milyonlarca tanığa soruyorum: Sizi etki ajanları mı sokağa çıkardı?

Milyonlarca insanı tanık gösteriyorum
Fotoğraf: Depo Photos

Türkiye’de bir savcı, dünyanın düz olduğuna inanıp bunun karşıtı faaliyet yürütenleri suçlayabilir. Ya da bir Yargıtay Savcısı, üç harflilerin Türkiye’de darbe planladığını savunup bu cinlerle bağlantılı olduğun iddiasıyla seni yargılayabilir. Üstelik birkaç kitaptan alıntı yapıp seni hapse atabilir. 

İnanmıyor musun? Yargıtay Savcısının, Gezi Davası’yla ilgili yazdığı tebliğnameyi okumanı öneririm. Türkiye’deki adalet sisteminde ekmek kırıntısı kadar akıl ve mantık kalmadığını ortaya koyan eşsiz bir metin ve sadece 77 sayfada bunu başarıyor. Mutlaka internetteki tam metnini okumalısın. Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi hakkında yazılmış tebliğnameyi okurken dejavu yaşadım. Sanki FETÖ’cülerin Ergenekon Davaları dönemine ışınlandım. Hiçbir somut olguya, delile dayanmayan uçuk senaryolardan iddianameler onların döneminde başlamıştı. Artık yüksek yargıda, Yargıtay’da TRT’ye propaganda dizisi yazılıyor ve atış serbest. Delil hak getire…

CASUS DİZİSİ YAZIYOR

Savcı özetle şunu savunuyor: Gezi olayları, toplum refleksiyle bir anda oluşmadı. Planlı bir senaryoydu. Etki ajanları, yönlendirici ajanlar, nüfuz casusları yaptı. George Soros ile bağlantılı Osman Kavala ve etkili ajanları bir yıl öncesinde toplantılar yaptı. İnsanları sokağa döktüler. Yani; savcı, Osman Kavala ve etki ajanlarının, neredeyse Türkiye’nin tüm şehirlerinde milyonlarca insanı sokağa dökecek güce sahip olduğunu iddia ediyor. Birilerinin düğmeye basıp milyonlarca insanı harekete geçirdiğine inanmamızı bekliyor.

Yetmiyor…

Gezi eylemlerine katılanların büyük çoğunluğunun terörist olduğunu savunuyor.  Böyle senaryoya film repliğiyle yanıt verilir. İtiraz ediyorum: Gezi Direnişi’ne katılmış biri olarak tanıklık ediyorum. Sokağa çıkanların çok büyük çoğunluğu hayatında ilk kez eyleme katılmış insanlardı. Evlerinden eşofmanlarıyla çıkan, Taksim’e yürüyen binlerce insanı gördüm. Gezi Direnişi’ne katılmış milyonlarca insanı tanık gösteriyorum. Evlerine gelip ya da telefonla arayıp sokağa çıkmalarını söyleyen bir ajan oldu mu? Çıkıp bunu söyleyecek tek kişi var mı?

Gezi Parkı’na sarma sarıp getiren teyzeler mi etki ajanı? Poğaça taşıyan amcalar mı nüfuz casusu? Biber gazına karşı gözümüze talcid süren talcidman mi yönlendirici ajan?

Milyonlarca tanığız ve kefiliz birbirimize. 

Çadırda sabahlayan gençler, yeryüzü sofrasında birlikte iftar yapanlar, namaz kılanlar ve onları koruyanlar, duran adam, kütüphaneye kitap taşıyan gençler, yaralıları tedavi eden doktorlar, biber gazından kaçarken el ele tutuşanlar, konser veren müzisyenler, ders veren öğretmenler ve polisin attığı gaz kapsülü ve sıktığı kurşunlarla öldürülen çocuklar, gençler bu memleketin güzel evlatlarıydı. 

İllüstrasyon: Murat Başol

DELİL YERİNE HAYAL DÜNYASI

Ama Gezi Davası tebliğnamesini yazan savcının görevi, hakikati yok etmek. Her yerde ajan arayıp bunun için sayfalar dolduran savcı, Gezi Direnişi’nin gerçekten nasıl başladığını yazmıyor. Oysa gerçek; deliller, somut olgular, fotoğraflar, videolar, kamera kayıtları, haberler ve milyonlarca tanıkla ortada duruyor. Savcı tebliğnamesinde İstanbul’un merkezindeki tek yeşil alanın AVM yapılarak ranta açılmasına karşı Gezi Direnişi’nin başladığına değinmek istemiyor. Ağaçları koruyan insanların biber gazına boğulmasına, çadırların yakılmasına toplumda oluşan öfkeyi yazmıyor. Ajan bulmak için yasa dışı tapelerde, biyografilerde, komplo teorilerinde kılı kırk yaran savcı, Gezi Direnişi’ni başlatan yağma düzenini de unutmamızı istiyor.  Ama hepimiz hatırlıyoruz:

AKP’nin açgözlü, talancı yönetimi, İstanbul’un anayasası olan imar planlarına rağmen Kuzey Ormanlarını katlediyor, betona boğuyordu. Aslında yasayı çiğneyen rantçı iktidardı ona karşı direnenler yasayı savunuyordu. Validebağ Korusu, Sevda Tepesi, kentin pek çok yeşil alanı peşkeş çekilmek istenmişti. Tarihi Emek Sineması yıkılıyor, Haydarpaşa Garı otel yapılmak isteniyordu. Türkiye’nin dört bir yanında insanlar doğasını korumak isterken dereler HES’lerle kurutuldu, zeytinlikler, kıyılar her gün imara açıldı. Ve laiklik boğuluyordu. Türkiye’nin kurucu liderlerini ‘İki ayyaş’ diyerek aşağılıyorlardı. AKP-FETÖ ortaklığı kumpas davalarıyla korku iklimi oluşturmuştu. ÖSYM sorularını bile çalmışlardı. Toplumun çok farklı kesimleri, Türkiye bugün içinde olduğu karanlığa gömülmesin diye bir araya gelmiş ve dünya tarihinin en onurlu direnişlerinden birini doğurmuşlardı. Polisin orantısız şiddeti tepkiyi de büyütmüştü. Tebliğnamede zarar gören bina ve araçları tek tek sayan savcı, polisin attığı biber gazı kapsülü ve kurşunlarla öldürülen gençlerin adını bile anmadı.

Oysa bu tebliğnameden sadece birkaç gün sonra Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesinin 10’uncu yıldönümüydü. Ali İsmail Korkmaz’ı öldüren ve onu tekmelerken ayağı incindiği için rapor alan polis bu davanın şikâyetçisi yapılmıştı. Defalarca beraat ile biten Gezi Davası’nı tekrar raftan indiren savcı, Anayasa Mahkemesi üyesi yapılmıştı. Son davada mahkûmiyet kararını veren mahkemenin bir üyesi, AKP’den milletvekili aday adayıydı.   

SAVCININ AJAN SENARYOSU

Peki, tüm aşikâr gerçekleri inkâr eden savcının ajan senaryosundaki kanıtı ne? Etki ajanları konusunda yazılmış kitaplar. Tebliğnamenin önemli kısmını o kitaplardan alıntılar oluşturuyor. Yargıtay Savcısı, 2002’de evinin önünde başından vurularak öldürülen Necip Hablemitoğlu’nun ‘Köstebek’ ile ‘Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacındaki Türkiye’ kitaplarından yaptığı alıntıları delil olarak gösteriyor. Mesela bir alıntı şöyle: “Artık hedef ülkelerde özellikle istihbarat - ajitasyon faaliyetlerinde deşifre olma riskine girilmiyor, bu iş genellikle doğrudan ya da dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. İşte literatürde bu yerli işbirlikçilere - taşeronlara “etki ajanları”, “yönlendirici ajanlar” ya da kapsamlı bir deyişle “nüfuz casusları” deniliyor.” 

İyi de…

Hablemitoğlu bu kitaplarında Fetullahçı çetenin devlette örgütlenmesini ve yabancı istihbarat servisleriyle ilişkisini anlatıyor. Savcı da FETÖ’cülerin devletteki örgütlenmesini ‘etki ajanı’ varlığının kanıtı olarak tebliğnamede uzun uzun yazmış. Böylece sanıklar hakkında bir FETÖ suçlaması varmış gibi yapıyor. Ama aslında yok. Sanıklar örgüt talimatıyla hareket etmekle suçlanıyor ama ‘Hangi örgüt’ diye sorarsanız, yanıt yok.

Ama bir sorun var: Bu davanın sanıkları, FETÖ’yle yıllarca mücadele etmiş insanlar. Mesela Can Atalay, FETÖ kumpaslarına karşı avukatlık yapmış, o dönemin muktediri savcı ve hakimlerle duruşma salonlarında karşı karşıya gelmiş bir isim. Zaten en başından beri FETÖ’nün yayın organları Gezi Direnişi’ni hedef almıştı. Ama olsun savcının hayal dünyasındayız.

ETKİ AJANI OLMAZ

‘FETÖ ve etki ajanları’ konusunu işleyen savcı için de sorunlar var:

Mesela…

Hablemitoğlu’nun bu kitapları yazmasından sonraki yıllar boyunca AKP’liler ile Fetullahçılar ortaktı. ‘Okyanus ötesine’ selam yollayan, Ergenekon davalarının savcısı olduğunu söyleyen, Fetullah Gülen’e ‘Bitsin bu hasret’ diyen Recep Tayyip Erdoğan, etki ajanı mı? Fetullah Gülen’e övgüleri, Amerika’daki çiftliğinde çektirdikleri fotoğrafları arşivleri dolduran AKP’liler, bakanlar neden etki ajanı değil? Önceki gün ortaya çıktı. Yeni Adalet Bakanı’nın avukat kardeşinin telefonunda Bylock varmış ve 1.454 kez Bylock kullanmasına rağmen ceza almamış. Etki ajanı değil miymiş? Hablemitoğlu’nun kitaplarını okuyan savcı ve meslektaşlarının akıllarına FETÖ’cüleri general, emniyet müdürü, vali, kaymakam olarak atayan ‘etki ajanları’nı soruşturmak niye hiç gelmedi?

Bir tane de güncel soru var: Ankara’nın göbeğinde Hablemitoğlu’nu öldüren katiller, 21 yıl boyunca neden tespit edilmedi? Kısa süre önce davanın sanığı Nuri Gökhan Bozkır’ın tahliye edilip firar etmesini kimler sağladı?

Neyse bunlar gerçek bir adalet sistemine sorulacak sorular.

BİR FETÖCÜ, BİR POLİS

Savcının senaryosunda esinlendiği bir kitap ise Mustafa Yıldırım’ın Sivil Toplum Kuruluşları hakkında yazdığı ‘Sivil Örümceğin Ağında.’ Tebliğnamede bu kitaptan yapılan alıntı ve kesinlik vurgusuna bakınca kanun maddesi zannedebilirsiniz. Savcı, Soros, Otpor, Canvas, Turuncu Devrim gibi uluslararası örneklerle teorisini kanıtlamaya çalışıyor. Savcı, George Soros ile Osman Kavala ve Açık Toplum Vakfı’nın bağlantısına dört elle sarılıyor. Ancak bu gizli, bilinmeyen bir bağlantı değil. Tabii savcı, Soros ile Erdoğan ve bazı AKP’li isimlerin toplantı fotoğraflarını da hatırlamak istemiyor. Ayrıca bunlar nasıl ajanlarsa dinlemeye karşı hiç önlem almadan cep telefonlarından konuşuyorlar. Etki ajanı FETÖ’cüler onları yasa dışı şekilde dinliyor, savcı ‘ajanları’ birbirine karıştırıyor. Polisler savcının işine gelince etki ajanı olmaktan çıkıp delilleri yeniden kıymetli oluyor. Üstelik bu dinleme kayıtlarında defalarca ‘şiddetsiz eylem’den bahsedilmesine karşın savcı bu kısımları önemsemiyor.

NİYET OKUYAN SUÇLAMA  

Savcı, Gezi Direnişi’nin bu ülkenin demokrasisine katkı yapacağını düşünmeyi de suça dönüştürüyor. Bunun için yapılan toplantıya katılmak büyük delil olarak sunuluyor. Yani senaryo yazarı savcının niyet okuma yeteneği de var. Hukukta yeri yok ama olsun. Tebliğnamede Osman Kavala’nın hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbetle, Mücella Yapıcı dışındaki diğer sanıkların yardım ettikleri iddiasıyla 18’er yıl hapisle cezalandırılmasını isteniyor. Mücella Yapıcı’nın ise beraatı talep ediliyor. Can Atalay’ın Hatay Milletvekili olmasına karşın tahliye edilmemesi gerektiğini anlatan savcı, geçmişteki Anayasa Mahkemesi kararlarını da hiçe sayıyor.

Şimdi ülkenin önünde çok önemli bir soru var: Yargıtay Dairesi, bu senaryo ile ağırlaştırılmış müebbet ve 18’er yıl hapis cezalarını onaylayacak mı? Onaylarsa yargının hayal gücüne bağlı özgürlüğünüz ve masumiyetiniz.

Tebliğnamedeki hayal dünyası bu yazıya sığmadı. Daha sonra devam edeceğiz.