Nihayet “patladı” dedim okuyunca. Bunca zamandır yaptığının ne olduğunu adlı adınca söyleyerek Reisicumhurluğunun yanı sıra kendisini iyice kaptırdığı hâce-i evvel (halkın öğretmeni) kimliğini artık açıklamak zorunda kaldı. Meğer ders veriyormuş hepimize.

Ne yapsın? Muhatapları (o kadar çok ki, tarihçiler, sosyologlar, antropologlar, jinekologlar, nüfus planlamacıları, ne ararsanız var) anlayamayınca “Şimdi ben Misak-ı Milli dedim diye rahatsız oldular. Niye rahatsız oluyorsunuz? Ben tarih dersi veriyorum, anlayın” deyiverdi. Muhtemelen rahatlamıştır artık. Keramet buyurduğu her kelamın aslında bir “tarih dersi” olduğunun bilinmemesi bünyede rahatsızlığa yol açardı. Söyledi, kurtuldu.

Reisicumhur olduğu için aslında çoktan kabul etmeliydik sözlerinin birer tarih dersi olduğunu. Tabii ister istemez, kendisinden tarih dersi alanlardan biri olarak, beyefendinin tarihçilikte izlediği yol nedir diye merak ediyorum haliyle. Malum, şu tarih yazıcılığı iki yüz yıldan beri profesyonel anlamda kurumsallaşmış bir disiplin. Dünya kadar tarih yazıcılığı yöntemi var. Muhterem reisicumhur hangi ekolden? İngiliz tarih yazıcılığına (Whig tarihçiliği de denir) eğilimlidir desem olmayacak, söz konusu tarihçilik aydınlanmacılığı tarihin zorunlu istasyonlarından biri olarak görür, dolayısıyla muhterem reisicumhurun bununla (yani aydınlanma düşüncesiyle) ne işi olabilir? Annales Okulu’na muhabbet besler mi diye sorsam, bu ekolün en parlak adlarından March Bloch’u okuduğunu hiç mi hiç sanmam. Okuduysa çok mahcup olurum bu arada. Ki, mahcup edilmeye hazırım.

Haklıyım. “Tarih dersi veriyorum, anlayın” diyen birinin ders verme cesaretini takdir etmiş de olsam (nasıl takdir ediyorum bilemezsiniz),bu cesaretin nereden kaynaklandığını, nereden esinlendiğini bilmek de istiyorum. Reisicumhurun, “tarihçilikleriyle” kendi zihniyet akrabalarını da çoğu zaman gülümseten Kadir Mısıroğlu, Yavuz Bahadıroğlu ya da Mustafa Armağan’dan bir şeyler kaptığı söyleniyor. Belki de iftiradır bu bilemem. Tamam, Annales Okulu’ndan falan hazzetmediği için buralarda fazla dolaşmamış olabilir ama reisicumhur herhalde Mısıroğlu, Bahadıroğlu ya da Armağan gibilerden esinlenecek “karat”ta değildir. Asla inanmam.

Ben, bir soruşturmaya konu olmaktan çekindiğimden ya da dalkavukluktan değil, ama reisicumhurun tarihçiliğini çok beğeniyorum. Reisicumhurların aslında tarihçi olmalarının da görevlerinin bir parçası olduğuna inanıyorum. Mesela ben gelmiş geçmiş en büyük “din bilginlerinden” biri olduğuna da fena halde inandığım Türkmenistan’ın eski reisicumhuru Sapar Murat Türkmenbaşı’nı da çok beğenirdim. Ne ararsanız vardı adamda. Din konusunda yazdığı Ruhname’sini okullarda ders olarak okutmuştu örneğin. Kimileri Kur’an’ın yerine bu kitabın okutulduğunu söylerler.

Gambiya’nın Devlet Başkanı Yaya Jammeh’i de çok tutarım ben. O da halkı için gerekli her şeyi bilenlerden. Halkının “öğretmeni, “doktoru” falan aynı zamanda. Ben doktor dedim ama bildiğin büyücü bu adam. Mevcut tıbbı halkı için zararlı gördüğünden kendi tıbbi keşiflerini(!) halkına dayatıyor. Daha önce de bu muhterem zata bir yazımda değinmiştim. Anımsatayım izninizle: “Ülkesi maalesef AIDS başta olmak üzere birçok hastalığın sık görüldüğü talihsiz bir ülke. AIDS, astım, yüksek tansiyon gibi hastalıkların tedavisi için bitkisel “ilaçlar” keşfetti mesela. Bu “keşiflerini” hasta yurttaşları üzerinde uyguladı ki korkunçtur bu. Halusinasyona yol açan (en az tehlikeli sonuç buydu) iksirler hazırlayıp, bunları talihsiz yurttaşlarına içirdiğini anlatan da kendisidir. Sonuç alamadığı binden fazla hastayı, “cadı oldukları için iyileşemedikleri” gerekçesiyle yok ettiği biliniyor. Çok sayıda HIV pozitif, verem, kanser hastasını köylerinden alp bilinmeyen bir yere götürdüğü de sır değil”.

“Size tıp dersi veriyorum, anlayın” dedi mi bilmiyorum ama herhalde o da halkı tarafından anlaşılamamaktan yakınıyordur. Bu büyük adamlar her zaman kolay anlaşılamıyor. Aslında Recep Bey, Türkmenbaşı, Yahya Jammeh, Cumhurrresi olmasalar “tarihçilikleri” başta olmak üzere bir çok konudaki birikimlerinden haberdar olamayacaktık. Büyük haksızlık olurdu bu. Kimse, lütfen deyimi bağışlayın, “sallamayacaktı” bile. Herhangi bir konuda otorite olmakla yetinmeyip “otoriter” olmaları çok iyi olmuş öyleyse.

Ben, “tarih dersini aldım da ediyorum ezber” modundayım. İnanıyorum reisicumhuruma. “Güya tarihi yeniden yazıyorlar da tüm günahlar Cumhuriyetçilere, laiklere çıkarılıyor” diyen Nuray Mert gibiler anlamıyor onu nedense. Oysa Mert bir zamanlar reisicumhuru bizden daha iyi anlayıp destekleyenlerdendi. Çok tuhaf.

Reisicumhurun “tarih şuuru” dipdiri. Onda, yıkıp attığı “askeri vesayet” rejiminin kimi izlerini görüyorum ben ama olumlu bir şey bu. Milletin “paşa” sevdiğini bildiği için bir paşa otoritesi takınıyor her geçen gün. Sivil paşalara “mir-i miran” derlerdi eskiler. Yani gitti resmi paşa geldi mirimiran.

Nuray Mert, sen de git derdine yan.