Milliyetçi-muhafazakâr gerilim tabanda açığa çıkıyor. Kulp’ta yaşanan kaymakam-imam kavgası bunun son örneği. AKP’nin İslamcı uygulamalarına karşı tepki, milliyetçi refleksleri barındırsa da tepkinin kaynağı milyonlar.

MİT Akademi kime mesaj verdi?
İHH İnsani Yardım Vakfı’nın düzenlediği Filistin yürüyüşünde hilafet ve tevhid bayrakları açılmıştı. (Fotoğraf: AA)

2023’teki 14 Mayıs seçimleri öncesi AKP ile başta ABD olmak üzere batı ülkeleri arasında bir uzlaşı yaşandığı gözle görülüyordu. Bu uzlaşının iki önemli başlığı vardı. Birincisi göç konusunda Türkiye “depo” olma görevini gönüllü olarak sürdürecekti. İkincisi başta AB olmak üzere yüzünün batıya dönük olmasına gerek yoktu. ABD’nin çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde yüzünü Ortadoğu’ya dönmek yeterliydi.

Bu durumun yönetimde İslamcı dozunun artması sonucunu doğuracağını söylemeye bile gerek yok sanırım. Ama tabi ki dozajında ve Batı ile çatışmayan bir boyutta olmak kaydıyla. MİT başkanı İbrahim Kalın’ın kuruluş töreninde yaptığı konuşması bu yaklaşımı teyit eder nitelikteydi.

Siyasal ve toplumsal dinamikler hedefi bazen kâğıt üzerinde bırakabilir. Şu ana kadar anlatılan bölüm rejimin önümüzdeki döneme ilişkin kâğıt üzerindeki hedefleri.

Son birkaç ay içinde yaşananlara bakınca Türkiye’de durumun çok farklı olmadığı görülebilir.

İslamcıların AKP’yi de rahatsız edecek şekilde ortaya dökülmeleri ve buna karşı toplumun farklı kesimlerinden gelen reaksiyonlar ile MİT Akdemi tarafından hazırlanan ve iktidarın durumu nasıl değerlendirdiğini gösteren ‘Aşırı Sağ Tehdidi Raporu’ birlikte değerlendirildiğinde birçok başlığın projeyi kâğıt üzerinde bırakabilecek potansiyel taşıdığı söylenebilir.

İSLAMCI MİLLİYETÇİ GERİLİM GERÇEK Mİ?

Türkiye’de yabancı düşmanlığının önce Arap giderek de selefi İslam karşıtlığına dönüştüğü bunun da başını Türkçülerin çektiği konusu tartışılmaya başladı. Zafer Partisi’nin sadece bu noktada siyaset yapması, İYİP’in de muhalefet cenahından ayrılıp böyle bir siyasete yönelmesi bu tartışmanın toplumsal bir tabana sahip olduğunun ispatı olarak da sunuldu.

Özellikle hafta sonu Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde kaymakamın hutbeyi beğenmeyip imamı darp ettiği iddiasıyla başlayan süreç tartışmayı başka bir noktaya getirdi. Bu olaya tekrar dönmek koşuluyla geçen yıldan kalan birkaç başlığa göz atmakta fayda var.

• 29 Ekim kutlamaları: Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamalarının iktidar tarafından geçiştirildiği, hak ettiği önemi vermediği konusu çok gündeme getirildi. 29 Ekim günü milyonlarca insanın sokakları doldurması iktidarın cumhuriyete karşı tutumuna bir yanıt olarak gösterildi. Benzer ruh hali 10 Kasım törenlerine kadar devam etti.

• Teğmenler meselesi: 10 Kasım töreninde bazı teğmenlerin Atatürk fotoğrafını yakalarına asmadığı ve bu duruma tepki gösteren bir grup teğmenle kavga yaşanması diğer bir başlık. Teğmenlerin bu reaksiyonu, Yeni Şafak gazetesi tarafından darbe özlemi olarak nitelendirildi.

• Süper kupa skandalı: Fenerbahçe ve Galatasaray arasında Suudi Arabistan’da oynanacak maç öncesi Atatürk fotoğraflı formalara izin verilmemesi sonrası başlayan kriz ve maçın iptal edilmesi. Sonrasında kulüpler binlerce taraftar tarafından karşılanırken Erdoğan meseleyi yine 28 Şubatçılar olarak açıklamaya çalıştı.

• Filistin’e destek mitingi: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın öncülüğünde 1 Ocak 2024 tarihinde İstanbul Karaköy’de Filistin’e destek mitingi düzenlendi. Saray eşrafı ve AKP’den önemli isimlerin de katıldığı gösteriye üniversite öğrencisi Ege Akersoy ile Kelime-i Tehvid bayrağını taşıyan bir göstericinin tartışması damga vurdu. Sonrasında Akersoy çıkarıldığı mahkeme tarafında tutuklandı, kısa süre önce de denetimli olarak serbest bırakıldı.

• Diyarbakır kulp meselesi: İmam’ın Cuma hutbesini eksik okuduğu gerekçesi ile ilçe kaymakam tarafından darp edilmesiyle başlayan olaylar dizisi dün itibarıyla devam ediyordu. Muhtemelen Bahçeli bu konuya bugün yapacağı grup toplantısında değinecektir.

FAY HATLARI ÇOK HAREKETLENDİ

İktidarda uzun süredir İslamcı bir parti var. Yaklaşık 8 yıldır da milliyetçi bir parti ile ortaklık yapıyor. Bu koşullar içinde İslamcı-milliyetçi bir gerilimden bahsetmek mümkün mü? Hele hele MİT Akademi tarafından hazırlanan raporda bahsedildiği gibi ‘Aşırı Sağ’ tehditinden bahsetmek ne kadar doğru olur? İktidar blokunda bir kapışmadan bugün için bahsetmek mümkün değil. Bahçeli ve Erdoğan konuşmalarında bu meseleye çok özenle dâhil oluyor. İslamcı ya da milliyetçi bir eylemi eleştirecekseler bile kışkırtma ve 28 Şubat özleminden bahsediyorlar. Adliye’de yapılan şeriat çağrısının da atılan yumruğun da iki lider tarafından bu bağlamda değerlendirmesi kısa vadede büyük bir gerilimin olmayacağının göstergesi olarak kabul edilebilir.

Ama tabanda başlayan fay hareketlenmesi yukarıda sabit durmalarını gün geçtikçe zorlaştırabilir. İki örnekle bu durumu açıklamak mümkün. Uzaya yolcusu Alper Gezeravcı’nın ilk sözünün “İstikbal göklerdedir” olması yandaş yeni Şafak gazetesi yazarı Aydın Ünal’ı rahatsız etmiş. Bu rahatsızlığı köşesinde yazmış. Ama ne hikmetse yazının internet yayınında bu bölüm yoktu.  Yine Diyarbakır Kulp ilçesinde yaşanan olay. Genç kaymakamlar, MHP yanlısı medya, Kulp kaymakamının yanında dururken yandaş sendika Memur Sen imamın saffında yer aldı. Bu olayların sık tekrar etmesi ilişkinin dayanıklılığını zedeleme potansiyeli de taşıyor.

Bizim gördüğümüz bu sıkıntıyı MİT Akademi’de görmüş olmalı ki “aşırı sağ” tanımı üzerinden yeni bir uzlaşı arama yoluna gitti.

MİT Akademi’nin raporu erken bir hamle ya da tanım olarak görülebilir. Ama toplumun bir kesiminde göçmen karşıtlığı olarak başlayan, sonrasında Arap istilası olarak görülen süreç ve nihayet selefi İslamcılığa yönelik tepkiye doğru yönelmesi Fidan-Kalın projesi için kabul edilemez bir sapmaya yol açacaktır ki bu da en son istenilecek durumdur.

ANTİ-EMPERYALİZM VE LAİKLİK

İktidarın politikalarına ya da taraf olduğu konulara benzer karşı çıkışların tek başına Türkçülük ya da milliyetçilik parantezine alınması doğru değil. Böyle bir toptancı yaklaşımla “yükseliyor” denildiğinde bile 4 milliyetçi partinin (MHP-İYİP-BBP-Zafer) toplam oyu yüzde 20’lerdeyken bu yaklaşımla onlara bu payeyi vermek hiç doğru değil.

Çok açık ki, bugün iktidarın Ortadoğu politikalarına ve İslamcı uygulamalarına karşı toplumda giderek artan bir hoşnutsuzluk var. İçinde milliyetçi refleksler de barındıran bu refleksin olduğu da kabul edilebilir. Ama tüm bunlar milyonların rejim karşıtı tutumunu ve içinde barındırdığı ilerici birikimi görmezden gelinmesini gerektirmez.

Türkiye kadri, dinci, şeriatçı, milliyetçi ya da ırkçı siyasetlerden birine terk edilemez. Onların ülkeye vereceklerini ülke 70 yılı aşkın kesintisiz yaşıyor. Anti-emperyalist ve laiklik temelinde gerçek bir mücadele milyonların taleplerini karşılayabilir. Bunu ancak ‘SOL’ yapabilir. Çünkü sol sahte rejim karşıtlarından farklı olarak bir fikre ve eyleme sahi. Kapitalizme karşı olmaları, neo liberal politikalara karşı yıllarca mücadele etmeleri, onları anti-emperyalizm ve laiklik konusunda da gerçek bir alternatif haline getiriyor.

SADECE BİR DİPNOT OLARAK SİNAN OĞAN

Bu yeni kuşak itirazı anlamak ve toptancı bir yaklaşımla kenara atmamak için bir örnek yeterli. Sinan Oğan meselesi. 14 Mayıs seçimlerinden önce genç ulusalcıların gözdesi Oğan, seçimin kaderini belirledi. İlk turda yüzde 5 oy aldı. Yaklaşık 3 milyon seçmenin oyunu. Sonra taraf değiştirdi. Erdoğan’ın yanına gitti. Sinan Oğan şimdi nerede ve siyasi etkisi ne kadar? Oğan’ın bütün hikâyesi rejimin yanında durunca bitti.

Bu duruma bakarak kestirme sonuç üretmek mümkün değil. Ama bir iki soruyla bitirelim.

Toplum içinde belirginleşen ayrışma, siyasi partileri ve ittifakları nasıl etkiler?

Yeni ittifaklar din ya da milliyet etrafında mı şekillenecek?

Siyasal İslam’a karşı verilen reaksiyon topyekûn sağ ve milliyetçi olarak tarif edilebilir mi?

Laik gençler neden Sinan Oğan’ı tercih etti ve de emekçi muhafazakârlar Erbakan’ı neden umut olarak görüyor?

Yoksulluk, işsizlik ve yoklukla mücadele süreci nasıl değiştirebilir?