Onca yıl orada yaşadığım halde nedense hiç duymadım ama meğer İngiltere’de her yıl Dünya Yalan Söyleme Yarışması yapılırmış. Söylenen doğruysa 19. yüzyılda yarışmanın yapıldığı bölgede yaşayan, atıp tutmasıyla ün yapmış bir bar sahibinin anısına düzenlenen bir etkinlikmiş bu. Yarışmacılar yalanlarını beş dakika içinde sunmak zorundalar kurala göre. Yalanını en hızlı söyleyen birinci oluyormuş.

Şimdi “bizim politikacılar katılsa kesin birinci olurlar” diyeceğimi sanıyorsa yanılır böyle düşünen. Demem, çünkü birincisi, bizim politikacıların yalan söylemediklerine olan inancım, ikincisi, yalan söylemekte pek usta oldukları gerekçesiyle politikacılar ile avukatların söz konusu yarışmaya kabul edilmemeleri kuralı bunu söylememe engel.

Yarışmayı düzenleyenler yalan söylemenin bir ihtiyaç olduğunu da düşünüyor olabilirler. Hem bu ihtiyacı duyanlara olanak sağlıyorlar hem de hem de hep birlikte eğleniyorlar. Demek ki orada söylenen yalanların toplum için bir zararı yok. Sonuçta bir eğlence bu.

Yalan üzerine çalışan uzmanlara göre yalan söylemek her şeyden önce “farkındalık” yaratmak. Kendimizi öne çıkarmanın bir yolu olarak görüyoruz demek ki yalan söylemeyi. Söyledikçe gerilimden, sıkıntıdan kurtulmuş da oluyormuşuz meğer. Hem kendimizi hem karşımızdakini kandırmanın bünyeye yararlı olması ne kadar tuhaf.

Tarihçiliğin babasıdır Herodot, malum. “Pater historiae” olarak söz edilir ondan. Ama yalancılığın da babalarından sayarlar onu kimileri. Başka ne tür yalanları vardır bilmemekle beraber, mensubu olduğu Yunanları olduğundan daha kahraman göstermek için savaştıkları Pers askerlerinin sayısını abarttığını söylerler, benim de okuduklarımdan bildiğim budur.

Yalan için herkesin bir gerekçesi var demek istiyorum. Bu nedenle söz ettiğim Herodot’un yalanı milli duygularından kaynaklanmış demek ki. “Milli duyguları” harekete geçirmek için doğrulardan çok yalana başvurulması elbette tuhaf. Kimi doğruların “milli duygulara” uymaması işi bozuyor belli ki. “Musul milli meselemiz” dendiğinde örneğin, bu doğru olmasa da mevcut durum bunun böyle söylenmesini gerektiriyor. Bunu söyleyen, “parsa kapma savaşında biz de bir şeyler götürelim” gibi son derece fırsatçılık barındıran bir “doğru”yu dile getiremezler. Olmaz bu.

Biz milletçe yalanı sever miyiz peki? Bilmem. Ama Divan şiirini seviyorsak yalanı da severiz haliyle. Bu şiir türünde “yalan” bildiğimiz “yalan” değildir tabii. (Mecazi anlamda kullanılır yalan, öyle derler işi bilenler). Bu şiir türünün büyüklerinden Fuzuli’nin şaka yollu “aldanma ki şair sözü yalandır” lakırdısı bu açıdan anlamlıdır da pek. Şiir, - okumaya değil de- yazmaya çok meraklı olduğumuz için, yalan sözle dolu dünya kadar şiir yazılır bizim memlekette örneğin. İnsan sevgisinden dem vuran, “kim kulağının üstüne yatarsa diğerine sağır” dizesiyle başkalarının dertlerine kayıtsız kaldığımızı vurgulayan İslamcı şair İsmet Özel’in “Müslüman olmak için Türk doğmak gerekir” gibi son derece ırkçı bir kelamı dillendirdiğini duyduğumuzda şiirin, yalanla yazılan bir disiplin olduğunu öğrenmiş oluruz.

En idare edilebilir yalanın “politik yalan” olduğu her halde doğrudur. Politik gerekçelerle söylenen yalanın bizdeki adı Nutuk’tur aslında. Anlatırlar, Erzurum’da yerel bir politikacı aralarında akrabalarının da bulunduğu küçük bir topluluğa seslenirken olmayacak vaatler sıralar. Ne bileyim, Erzurum’a deniz getirmek gibi vaatler örneğin. Akrabalarından yaşlı bir kadıncağızın, yalan söylediğini anlamışçasına anlamlı anlamlı kendisine baktığını görünce eğilip kulağına fısıldar “ya bibi, bu nutuktur, nutuk” der. Yani politikacıysanız nutukta her şeyi söyleyebilirsiniz. Bu yalan olmaz. Nutuğa yalan denecekse bildiğimiz yalana başka bir anlam yüklemek gerek o halde.

Laf olsun diye söylemedim. Korktuğum için de böyle söylüyor da değilim, bizim politikacılar yalan söyleyen türden politikacılar değil gerçekten de. Sevmeyenleri reisicumhurun pek sık “yalan” söylediğini iddia ederlerse de bu pek yanlış bana sorarsanız. “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” derken de “demokrasi bizim için araçtır” derken de doğru söylüyordu reisicumhur.

Yalanın sonuçlarının canını yaktığı insanların tesellisidir şu “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” inancı. Hiç de gerçek değildir bu. Yalancı politikacının mumu iktidarı boyunca hem de çok uzun yanabilir.

Yalancının mumu ne zaman söner peki? Yanıtı çok basit: Yalancının yalanına inanmayarak. Karşımızdakinin yalancı olduğunu nasıl anlarız peki? Bunun yanıtı daha da basit: Kendi doğrularımızı bularak. Şu yalancılara inanıyorlar ya hani, hah işte onlar, kendi doğruları olmayanlar. Olmadığı için de “milli” bildiğini “doğru” sanıyorlar.

Bıraksan Musul’a kadar koşacaklar. O kadar yani.