Macar sosyalistleri hem sokakta hem parlamentoda mülteci düşmanlığına fırsat vermedi. İran kırk yıldır Afgan mültecileri barındırıyor, Suudi Arabistan ise mülteci düşmanlığında/korkusunda başı çekiyor

Mülteciler: Bir insanlık sınavı

Daha önce de belirtmiştim, mültecilik tabii ki çağımızın olgusu değil. Binlerce yıl önce de özellikle can korkusuyla bulundukları yerleri terk ederek daha güvenli olduklarını düşündükleri yerlere kaçan insanlar, insan toplulukları var. Hititlere, Babillilere, antik Yunan’a kadar giden bir tarihi var bu insanlık durumunun.

Bugünden farklı olan tarafı; o kadim zamanların mültecilerinin gittikleri yerin de bilinmemiş olmasıydı. Bu yüzden İngilizce’de mülteci anlamına gelen Refugee kelimesi eski Fransızca’da “gizli yer” anlamına gelen Refuge sözcüğünden türeme. Aslında, “tehlikeden korunma” anlamına gelen Latince Fugere sözcüğünden türeme tanımlar da var elbette.


Benzeri kelime başka dillerde de var olmasına rağmen İÖ 740’da bulundukları topraklardan kaçmak zorunda kalan Yahudiler sayesinde yaygınlık kazanmış denir. Ama Avrupa’da Huguenot’lar için kullanılmıştır ilk olarak.
Artık bir siyasal kavram olarak bunca yıldır hayatımızda mültecilik. Özellikle son yıllarda Ortadoğu’daki gelişmelerin yol açtığı trajediler yüzünden her gün duyduğumuz bir kavrama dönüştü. Mülteci trajedisi karşısında bazı ülkelerin tutumları çok dikkat çekti. Macaristan bu ülkelerden biri. Macaristan sınırından ülkeye giren mültecilere karşı alınan tutuma ilişkin olarak aklımızda bir sığınmacıya çelme takan kadın kameraman görüntüleri kaldı. Bu görüntünün tüm Macar toplumunun bir mülteci düşmanı toplum olarak anlaşılmasında bir hayli katkısı oldu.

Ancak daha sonraki gelişmeler bu algının aslında hiç de gerçekleri yansıtmadığını ortaya koydu. Macar hükümeti sağcı bir hükümet. Avrupa Birliği’nin hemen hemen tüm ülkelerinin antipatisini kazanmış ırkçı milliyetçi bir de başbakanları var, Victor Urban. Ama Macaristanda, tüm gücüne rağmen istediği her kararı alamıyor ya da hükümet parlamentoda aldıramıyor. Çünkü çoğunluğu ona oy vermiş de olsa Macar halkı Urban’ın bazı düşüncelerini paylaşmıyor. İki önemli olay bunun örneğidir. İlki, mültecilerin ülkeye kabul edilmemesi konulu referandum. Referandum sonuçları, katılanların yüzde 98’inin ülkeye mülteci istenmediğini ortaya koydu. Ancak bu oran katılımcılar arasındaki oran. Oysa referandumun geçerli olması için gerekli katılım sağlanamadı. Yani halkın büyük bir çoğunluğu böyle bir referandumu yani sadece bin 294 sığınmacının kaderini etkileyecek bir girişimi insanlık değerleri açısından doğru bulmadığı için sandık başına gitmedi.

Burada bitmedi konu. Victor Urban, referandum sonuçlarının yeterli katılım olmadığı için geçerli sayılamaması üzerine bu kez şansını parlamentoda denemeye kalktı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın, “Serbest dolaşım hakkına sahip olanların dışında yer alan yabancı topluluk ve yabancı vatandaşlar Macaristan’a zorla yerleştirilemez. Macaristan’da, Macar makamları tarafından tek tek değerlendirilen başvurular neticesinde bu hak verilir” şeklindeki anayasa değişiklik teklifi için yapılan oylamada üçte iki çoğunluk sağlanamadığı için çöpe gitti. AB, Macaristan, İtalya ve Yunanistan’da bulunan 160 bin göçmenin Avrupa’da başka yerlere yerleştirilmesini teklif ettiğinde Urban bunu da reddetmişti.

Macar solcusunun zaferi
Referandum sonuçlarının reddedilmesinde toplumun önemli bir bölümünü temsil eden Macaristan Sosyalist Partisi ile Macar Yeşiller Partisi’nin büyük rolü oldu. Bu iki parti oy bile kullanmadı parlamentoda. Bağımsız 3 milletvekili de olumsuz oy verdi. Ayrıca Macar Sosyalist Partisi ile sol muhalif partilerden oluşan Demokratik Koalisyon sandığa gidilmemesi için halka çağrılar yapmıştı. Bu çağrının olumlu bir karşılık aldığı görüldü.
Bunun iki nedeni var, hem iyi kötü sosyalist dönemden kalma insani duyarlıklar, ikinci olarak da içinde yer alınan AB’nin “değerlerine” olan bağlılık. AB’nin mülteciler konusundaki ikiyüzlülüğüne de bir yanıttı bu. Macar parlamentosu bu insanlık dışı teklifi reddetmekle AB’ye diline doladığı ama hakkını vermediği “değerini” anımsatmış oldu.

Yarın, daha sonraki gün durum değişebilir de belli olmaz ama Macar halkı bu iki tutumuyla mülteci düşmanı bir toplum olmadığını göstermiş oldu dünyaya.

O “barbar” İran var ya?
Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin en çok mülteci barındıran ülke oluşuyla övünüyor malum. Mülteci krizinin baş sorumlularından biri olduğu için bu övgüde ne kadar haklıdır tartışılır. Ama bir ülke var ki, mülteci konusundaki “misafirperverliği” Türkiye’yi ikiye katlar. Bu konuda uluslararası kurumlarla bir pazarlığa da gitmiş değildir, hem de ekonomik, siyasi ambargolar altında ezilirken. İran bu ülke. Birleşmiş Milletler’in yakınlarda yayınladığı raporda, İran dünyada mülteci kabulünde ilk on ülke içinde bulunuyor. Bu on içinde Türkiye başta. Bu son yılın görüntüsü ama. 2015 yılı ortaları itibariyle 979 bin 441 mülteci bulunan İran’da ise bu son beş yılın, on yılın olgusu değil. İran tam kırk yıldır ülkesinde Afgan göçmenleri barındırıyor. Afgan göçmenlerin karşılaştığı tek bir olumsuz durum da yok üstelik. Bunu, İran düşmanı kurumlardan biri olan BM belirtiyor üstelik. BM Yüksek Komiserliği bunca yıldır Afgan mültecileri konuk ettiği, onlara karşı hiçbir ayrım gözetmediği için resmi olarak teşekkür etmişti.

İlk on liste içinde Türkiye’den sonra yoksul Pakistan ikinci sırada, siyasi/ekonomik krizlerle boğuşan Lübnan ise üçüncü sırada yer alıyor.

Zengin Suudi’de tık yok
Buna karşılık “petrodolar” zengini Suudi Arabistan palavra krallığının ise mülteciler için yaptığı tek bir girişim yok. Ama, her yere saçtığı parası var, sadece para veriyor mülteciler için çalışan kurumlara. Çok para veriyor, kabul etmek lazım, ama ülkesine tek bir mülteci almış değil. Ama en fazla yardım yapan ülkeler listesinde altıncı sırada yine de. Zenginliğine bakarsak birinci sırada olmalıydı. Suudi Arabistan mültecilere para yardımında bulunuyor ama tek bir Suriyeli mülteci bile almıyor.

Peki almayınca ne oluyor? Mülteciler hayatlarını riske atarak tehlikeli kaçış yolları arıyorlar. Çoğu da o yollarda ölüyor. Bakın Uluslararası Af Örgütü ne demiş Suudi Arabistan ile bazı “Müslüman” ülkeler için: “Körfez ülkelerinin yeniden yerleştirme programlarına katılmaması utanç vericidir. Oysa Körfez Arap ülkelerinin din ve dil birliği nedeniyle, savaştan ve takibattan kaçan Suriyeli mültecilere yardım ve himaye verenlerin başında gelmesi gerekiyor”.

Suudi Arabistan, rezil yönetiminin her an çökeceği korkusunu duyuyor haliyle. Mültecileri de bu nedenle tehlikeli sayıyor belli ki. Oysa palavra krallıkta 6 milyona yakın Asyalı yada diğer İslam ülkelerinden gelen işçiler var. Onları kontrol etmesi daha kolay tabii ki. Peki bu yabancı işçilerle işi bittiğinde ne yapıyor Suudi Arabistan? Ne yapacak, o emekçileri gözlerinin yaşına bakmadan atıyor ülkeden. İki yıl önce 370 bin yabancı işçiyi (çoğu Müslüman) sınır dışı etmişti.

Mültecilere karşı tutum insanlığın kendi değerlerini gözden geçirmesi için bir fırsat da oldu aslında. En çok mülteci barındırmakla övünen Türkiye’nin reisi her tepesi attığında “açarım sınırları Avrupa uğraşır mültecilerle” deyip duruyor. Bu da “mültecilere” nasıl yaklaştığının bir ipucu. Mülteciler pazarlık konusu Türkiye açısından.

Elbette bu sorun ülkelerin, yöneticilerin insafına, merhametlerine bırakılması gereken bir sorun değil. Mültecilerin varlığından her toplum sorumlu. İnsan haklarına uygun düzenlemelerin yapılması her türlü pazarlıktan uzak bir gerekirlik.

“Arap Baharı” diye diye insanları yerinden yurdundan edenler bunun başlıca sorumluları. Brüksel’i de, Türkiye’si de.

Yeterli olmasa da Macaristan halkı gibi olunmalı. Madem “insanlık” deyip duruluyor. Alın size örnek işte.