Tunus’ta Ennahda hareketinin, Mısır’da da Müslüman Kardeşler’in siyasal islamdan vazgeçmeleri modernite öncesi anlayışların küreselleşme karşısında alternatif olamadıklarının kanıtı sayılmalı

Tunus’ta Ennahda Hareketi’nden sonra Mısır’daki Müslüman Kardeşler (MK) örgütünün de din ile siyasi faaliyetleri birbirinden ayırmaya karar verdiğini açıklaması erkende olse beklenmedik bir gelişme değildi. Çünkü artık çıkış yolu kalmamış bir dini hareket olarak MK’nin de “siyasal İslam’ı terk etmekten başka çaresi yoktu.

MK’nin Şûra Konseyi üyesi Cemal Haşmet “MK üyeleri artık dinî ve siyasi faaliyetlerin ayrılması noktasında fikir sunuyor. Bunun zamana ihtiyacı vardır ve uzun bir süre tartışmaya muhtaçtır” dese de artık yeni rota belli. Siyasal İslam, teorik olarak da pratik olarak da bitti.

Tunus’taki Raşid Gannuşi’nin Ennahda’sının siyasal İslam’dan vazgeçmesinden daha önemli bir gelişme bu. Ennahda dahil olmak üzere siyasal İslamcı birçok örgüt MK’den esinlendiler yıllarca. Ürdün, Filistin, Suriye, Irak ile Sudan da içlerinde olmak üzere 70’e yakın ülkede örgütlü bir yapıdan söz ediyoruz.

Kuruluş yıllarında anti-sömürgeci bir söylemi olan, bu nedenle de büyük taraftar toplayan bu Selefi örgütün, doğum yeri olan Mısır’da devletle ilişkileri hep inişli çıkışlı oldu. Kral Faruk MK’ye rahat çalışabileceği ortam sağladı önceleri ardından baskı uyguladı. Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat ile Hüsnü Mübarek dönemlerinde de aynısı oldu. Önce kabul görüp sonra hedef haline getirilmesinin nedeni söz konusu şahısların yönetimlerinin ilk döneminde MK’nin dayandığı kitlenin desteğini almaktı kuşkusuz.

Gannuşi’nin Ennahdası artık laik olacağını açıklarken yaptığı “Arap Baharı’ndan sonra taleplerinin toplumca kabul görmediğini” ima eden sözlerini anımsayın. Arap Baharı’ndan çok şey beklemişti Siyasal İslam. Oysa bizzat Arap Baharı adı verilen süreç boyunca Siyasal İslam’ın ne kadar boş, sorunlara çözüm getirmekten ne kadar uzak bir anlayış olduğu iyice ortaya çıktı.

Neden gelişti?
musluman-kardesler-de-siyasal-islam-dan-vazgecti-142531-1.

MK’yi 2012-2013 yılları arasında Mısır’da iktidar yapan bu süreç oldu elbette. O süreci hazırlayan ise ABD’nin Yeni Dünya Düzeni politikasıydı. Malum, George Bush (Baba Bush) 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’nın başladığı gün amaçlarının “Yeni Dünya Düzeni” (YDD) kurmak olduğunu ilan etmişti. İşte siyasal İslam, bu politikanın pratikteki uygulamalarına karşı duruş biçiminde ortaya çıktı. Çünkü Yeni Dünya Düzeni, Batı Modernizminin ürünüydü. Bu modernizme, dolayısıyla YDD’ye karşı çıkmak İslam’ın siyasallaşması ile mümkündü. Bu nedenle YDD olmasaydı siyasal İslam da olmayacaktı.

YDD’nin tüm pratiklerine uygun karşıtlıklar geliştiren siyasal İslam bir partiye indirgenemez. O bir Sosyal Hareket’tir tümüyle. Çünkü ideolojisinin Kuran’dan aldığını söyledi, dolayısıyla Kuran’ın takipçisi olmak, takip edeni siyasal İslam’ın bir parçası haline getirdi kolayca. Yaygınlık kazanmasının ikinci nedeni budur.

ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik “demokratikleştirme” planı da siyasal İslam’ın gelişmesinin üçüncü nedenini oluşturuyor. Siyasal İslam bu plan sayesinde etkili olduğu ülkelerde hareket alanı buldu kendisine. Ennahda’nın da MK’nin de faaliyet gösterdikleri ülkelerde kısa süren iktidarlarının nedeni budur.

Karşıtlığı neye yönelikti?

Siyasal İslamcılık, bu İslamcılık’ın teorisyenlerine bakılırsa, “kültürlerarası eşitsizliğe”, “maneviyatı yok eden ilerleme düşüncesine”, “insanlığı mahveden teknolojik gelişmeye”, nihayet “inancı yok eden laiklik”e karşı bir çizgiydi. Kimi şaşkınlar ise siyasal İslam’ın laik devlete “vatandaşı denetleme tutumundan” ötürü karşı olduğunu da söylerler. Bilmeyen de siyasal İslam’ın “vatandaşı” hem de haklarıyla beraber önemsediğini sanır. Elbette ilgisi yok. Büyük İslami kandırmacalardan biri de budur. Kültürlerarası eşitsizliğe karşı değildir, aksine bu eşitsizliği İslam lehine savunur. Kuran’a ters düştüğü gerekçesiyle her tür ilerleme fikrinin karşısındadır, maneviyatın yok olması palavra elbette. İnsanlığı (Müslüman olmayanları cennete bile layık görmediğine göre aslında insanlığın büyük kısmı umurunda bile değildir) mahvettiğinden değil, gayrimüslimler egemen olduğu için teknoloji karşıtıdır.

Neden bitti?

İster ılımlı ister radikal olsun bölgedeki tüm İslami yapılar 19. yüzyıldan bu yana gittikçe belirginleşen biçimde “anti-sömürgeci” bir dil kullandılar. Ancak Siyasal İslam’da sömürgecilik karşıtı dil, “hak-batıl” karşıtlığına indirgendi. Bu dil modernite öncesine ait bir dil elbette. Bu nedenle günün siyasal gerçekleri karşısında direnemedi. İflasının nedenleri arasında ilk sırada bu vardır bence. Siyasal İslam’ın Müslüman Kardeşler ile Ennahda gibi temsilcileri toplumlarını aşağıdan yukarıya değiştirme hedefine kilitlendiler. Bu daha “devrimci” sayılan “tepeden aşağıya değiştirme” anlayışından vazgeçmeleri demekti. Bu yüzden Ennahda da MK de, örneğin El Kaide ya da Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)tarafından “reformcu” olarak değerlendirildi. Siyasal İslam’ın şiddeti esas alan El Kaide ile IŞİD benzeri yapıları bu nedenle popüler hale gelebildiler. Siyasal İslam’ı bitiren bir unsur da şiddet yanlısı radikal İslam’ın gelişmesi olmuştur.

Kaybeden ABD oldu

ABD’nin “demokratikleşme” planı bölgedeki “diktatörlerin” yıkılmasını hedefliyordu. Ama bölgenin dinamiklerini kavrayamayan ABD’nin bu konuda başarılı olduğu söylenemez. Libya’da düşündüklerinin tam tersi oldu. Kaddafi devrildi ama ülke birbiriyle çatışmalı üç İslamcı güç arasında bölündü. Suriye’de devrilmek istenen Beşar Esad’a karşı alternatif olarak radikal İslam çıktı. Esad devrilseydi ülke İslamcıların eline geçecekti. Mısır’daki, “demokratikleşme” MK’yi iktidar yaptı ama halkın büyük tepkisi MK’yi iktidardan etti. ABD’nin Mısır’da planlarının kısmen de olsa başarılı(!) olması halkın isyanını/direnişini gasp edip darbe yapan general Abdülfettah el Sisi sayesinde oldu. Ülke “demokratikleşmedi” ama ABD “adamını” bulmuştu yine.

Bitmesi ya da iflası siyasal İslam’ın, yani “modernite öncesi/mezar ötesi” anlayışların “küreselleşme” karşısında bir şansları olmadığını gösterdi. İkinci olarak da herhangi bir toplumsal yenileme/yenilenme için gerekli planlara, programlara sahip bulunmadığı ortaya çıktı. Kürselleşmeye, sömürüye, emperyalizme modernite öncesi anlayışlarla karşı çıkılamayacağının en çarpıcı örneği siyasal İslam denen palavranın iflası oldu.

***

Hac tekeli Suudilerde kaldıkça bunlar hep yaşanacak

İran, bu yıl Suudi Arabistan’a hacı yollamama kararı aldı. Bu İran’ın Suudileri protesto etmek istemesinden ya da herhangi bir başka nedenden kaynaklanmıyor. Tek neden Suudi palavra krallığı makamlarının İranlı hacılara çıkarttığı zorluklar.

Mezhep kaynaklı sorunların yanı sıra dünya siyasetinde özellikle İran’da 1979’da gerçekleşen rejim değişikliğinden sonra farklı hatta karşıt konumlara geldi bu iki ülke. Suudilerin en büyük korkusu Şii İslam Devrimi’nin kendi topraklarındaki Şiiler üzerindeki etkisi. Suudi Arabistan’ın ülkedeki Şii lider Nimr’i idam etmesi de İran’la zaten yolunda gitmeyen ilişkilerini iyice çıkmaza soktu. Bu olaydan sonra İran Suudi Arabistan’la diplomatik ilişkilerini kesmiş, hatta sivil uçuşları bile durdurmuştu. Bunlar olur. İki ülke zaten sorunlu bir ilişki içindeler. Ama Suudi Arabistan palavra krallığının İran’la yaşadığı gerginlikten ötürü İranlı hacılara zorluk çıkarması gerçekten diplomasi dışı bir intikam alma operasyonu. Bunu yaparken de aslında gayet normal bir uygulamaymış gibi gösteriyor Suudiler. İran’la diplomatik ilişki kesik, malum. Suudi Arabistan hacca gelmek isteyen İranlı hacıların üçüncü bir ülkeden vize alması şartını koydu. Yani bir İranlı hacı memleketinden çıkıp Suudi temsilciliğinin bulunduğu bir başka ülkeden vize almak zorunda. Burada amacın zorluk çıkarmak olduğu çok açık. Çünkü Suudi Arabistan’ın İran’daki çıkarlarını İsviçre’nin Tahran Büyükelçiliği temsil ediyor. Oradan da vize başvurusunda bulunabilir İranlı hacılar. Ama Suudi Arabistan buna yanaşmıyor.

Sahip olma avantajı

Suudi Arabistan’ın kendi çıkarları için kullanmayacağı hiçbir şey yok. Bunun içinde Hac ziyaretleri de var. Zamanında emperyal bir dalavareyle üzerine oturtulduğu bölgedeki “kutsal topraklar”ın sahibi olma tutumunu çoğu zaman bir şantaja dönüştürebiliyor Suudi palavra krallığı. İran’la her yaşanan gerginlikte bu hac meselesi gündeme gelir. Ya yasak koyar ya da hacı sayısına kısıtlama getirir. 1981’de İranlı hacılar Suudi güvenlik görevlilerinin saldırısına uğramış bir çoğu yaralanmıştı. Yani İranlı hacılara polis şiddeti de var ki, bunu duymayan kalmadı. Suudi Arabistan’ın geçen yıl haçtan elde ettiği gelir tam 440 milyar dolar. Bunun sadece sadece 22 milyarını hizmetlere ayırmış. Peki kalan parayı ne yapıyor? Ne yapacak, silaha yatırıyor. Silaha ayırdığı bütçe 2005’de 25 milyara yaklaşıyordu, 2007’de bunu 27 milyar dolara çıkardı, düşünün. Aldığı silahlar arasında neler yok ki? Uyduları vurabilen füze sistemleri de var, zırhlı savaş gemileri de. Bunlar hep İran’la rekabet edebilmek için. Bunların bir mantığı elbette var. Ama kullandığı en çirkin silah işte bu hac meselesi. Suudi Arabistan Hac ve Umre Bakan Vekili Dr. Hüseyin Şerif, İranlı hacıların hac ibadetini yerine getirmesi için ülkesinde bulunan İran Hac ve Ziyaret Kurumu Başkanı Said Ohedi başkanlığındaki heyet ile temel konularda anlaştıklarını bildirmişti iki gün önce. İlgili haber şu: “İran hac ve ziyaret kurumu ile Suudi Arabistan Hac ve Umre bakanlığı arasındaki birçok ihtilaflı konunun yapılan toplantıda giderilerek karara bağlandığını aktaran Şerif, en önemli sorun olan vize konusunun, Dışişleri Bakanlığı’nın vizelerin internet üzerinden verilmesini sağlayan düzenlemeyi getirmesiyle hac vizelerinin İran’dan elektronik olarak alınması yönünde anlaştıklarını kaydetti. İranlı hacıların karşılanması, taşınması ve güvenliklerinin sağlanması konularında da anlaştıklarını söyleyen Şerif, İranlı yetkililerin talep ettikleri toplu tören, dua merasimleri ve beraat törenleri konularının ise Suudi Arabistan yasaları gereği yapılamayacağını dile getirdi. Suudi Arabistan’ın Hac konusunda İran’dan farklı bir talebi olmadığını vurgulayan Bakan Vekili Şerif, yapılan ilk toplantının karşılıklı anlayış içinde gerçekleştiğini, İranlı yetkililerden diğer tüm ülkelerin uyduğu kurallara uymalarını istediklerini vurguladı”. Bakanın yalan söylediği İran’ın yapılan görüşmelerde bir anlaşmaya varılamadığını açıklayarak Suudi Arabistan’a hacı yollamayacağını duyurmasıyla ortaya çıktı.

Tüm Müslüman ülkelerin oluşturacakları bir kurum ile Suudi Arabistan’ın elinden alınmalıdır “kutsal topraklar.” Hem gelirlerinden nüfuslarına göre Müslüman ülkeler pay alır, hem de hac gibi bir konu Suudilerin elinde bir şantaj ya da üstünlük aracı olmaktan çıkar.