Sahnelerimizde kadın oyunları nicelik ve nitelik açısından ön sıralarda… Kadınların yaşadığı acıları ve özgürlük arayışını konu alan oyunları yazan, yöneten ve oynayan kadınlar başarıdan başarıya koşuyor.

Ne çok acı… ne çok yıldız

ERKEK egemen bir dünyada kadının konumu yüzyıllar boyunca edebiyatın ana temalarından biri olmuş, sayısız roman yazılmıştı. Gustave Flaubert’in “Madam Bovary”sinden, Lev Tolstoy’un “Anna Karenina”sına, Honoré de Balzac’ın “Vadideki Zambak”ından D.H. Lawrence’ın “Lady Chatterley’in Aşığı”na klasik edebiyatın başyapıtlarında kadının çoğu kez ölümle sonuçlanan özgürlük arayışı konu alınmış, Charlotte ve Emily Bronte kardeşlerden Sylvia Plath’a sayısız yazar edebiyata kadın bakışını getirmişti. Simone de Beauvoir varoluşçu feminist anlayışın temellerini atıyor, Margaret Atwood’dan Ursula K. Le Guin’e pek çok yazar bilim kurgu kalıpları içinde cinsel kimlik sorunsalını tartışmaya açarken, Clarissa P. Estés “Kurtlarla Koşan Kadınlar”da kapitalist toplumda kadının bastırılmış cinselliğini konu alarak, kadınlara içlerindeki doğal sesi keşfetmelerini öneriyordu. 

20. yüzyılın devrimci liderlerinden Rosa Luxemburg’dan, yontucu Camille Claudel’e, bilim kadını Marie Curie’ye insanlık tarihinde iz bırakmış pek çok kadının yaşam serüveni kitaplara, oyunlara, filmlere konu oldu. Kadın artık bir arzu nesnesi olmaktan çıkmış, özgürlük kavgalarıyla sanatın öznesi haline gelmişti. “Dans edemediğim devrim, devrim değildir” diyen ünlü anarşist Emma Goldman’ın, kadın hakları savunucusu yazar Wirginia Wolf’un anılarından kaynaklanan kitapları feminist yazının temel yapıtları arasında yer aldı.  

KÜRK MANTOLU MADONNA’DAN FOSFORLU CEVRİYE’YE 

in Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı gibi özgür kadın imgesini işleyen yapıtlar olsa da, kadının toplumsal yaşam içindeki rolünü ve cinsel kimliğini gündeme getirenler daha çok kadın yazarlar oldu. Halide Edip Adıvar’dan Adalet Ağaoğlu’na, Sevim Burak’tan Tezer Özlü’ye, Pınar Kür’den Füruzan’a, Sevgi Soysal’dan Duygu Asena’ya, Nezihe Meriç’ten Ebru Nihan Ne çok acı… ne çok yıldız Sahnelerimizde kadın oyunları nicelik ve nitelik açısından ön sıralarda… Kadınların yaşadığı acıları ve özgürlük arayışını konu alan oyunları yazan, yöneten ve oynayan kadınlar başarıdan başarıya koşuyor Celkan’a, Kamer Yıldız Ok’a çok sayıda isimden söz edebiliriz. Suat Derviş’in bu zengin tablo içinde çok özel bir yeri var. Muhabirlik ve köşe yazarlığı ile başlayan kariyerinde toplumcu yaklaşımı ile öne çıkmış, Türkiye’de sosyalist gerçekçi akımın ilk yayın organlarından “Yeni Edebiyat” dergisini çıkarmıştı. İşkencede çocuğunu düşüren, iki yıl hapis yatan Derviş yaşamının bir bölümünü yurt dışında geçirmek zorunda kalmıştı. 

Suat Derviş, 1944-45 yıllarında hapisten çıktıktan sonra ‘tefrika’ biçiminde yayınladığı “Fosforlu Cevriye” romanının tiyatroya uyarlanmasını arzu etmiş, Gülriz Sururi ile görüşmüştü. Ne var ki, yapıtını sahnede izleme şansına kavuşamadı. Romanı oyunlaştıran ve tiyatrosunda sahneleyen Sururi’den sonra Tuncer Cücenoğlu da bir başka uyarlama yaparak, kahramanları arasına yazarı da dâhil etmiş, oyun Tiyatro Kare tarafından sahnelenmişti. Şu sıralar İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda tiyatromuzun başarılı genç yönetmenlerinden Yelda Baskın’ın rejisiyle sergilenmekte olan “Fosforlu Cevriye”de Sururi’nin uyarlaması temel alınmış. 

Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı’ndan sonra Marmara Üniversitesi’nde Film Teorisi alanında yüksek lisans yaptıktan sonra, kurucu üyeleri arasında yer aldığı ‘Oyun Deposu’, ‘Oyun Havası’ tiyatroları ve Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda yazar, yönetmen ve oyuncu olarak başarılı işlere imza atan, ödüller kazanan Yelda Baskın geçen yıl İBB Şehir Tiyatroları’nda, Bilgesu Erenus’un “Yaftalı Tabut”unu sahnelemişti. Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı Fatma Nudiye Yalçı’nın yaşamını konu alan bu etkileyici yapıta yakışan bir reji gerçekleştiren Baskın bu kez de “Fosforlu Cevriye”nin özünü çok iyi yorumlamış ve tiyatromuzun yüz akı bir müzikal ortaya çıkarmış. ‘Fosforlu’nun çektiği acıların temelinde toplumsal düzendeki eşitsizliği ve erkek egemen sistemin kadın üzerindeki baskısını konu alan oyunu Suat Derviş’in siyasal tavrının izlerini taşıyan bir yorumla (“Bir gün gelecek, düzen değişecek” vurgusu ile) sahneleyen Baskın’ın başarısında Barış Dinçel’in işlevselliği kadar estetik tutarlılığı ile öne çıkan sahne tasarımının, Oğuzhan Balcı’nın bestesinin, Tomris Kuzu’nun kostüm tasarımının, Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımının ve başta Irmak Örnek, Binnur Şerbetçioğlu, Ayşe Günyüz Demirci, Yağmur Damcıoğlu Namak olmak üzere tüm oyuncu kadrosunun rolü büyük. Oyunun tek kusuru, birkaç sahnede (özellikle ilk sahnede) müziğin fazlaca öne geçmesi, oyuncuların konuşmalarının anlaşılmaması. Birkaç sahne (özellikle karakol sahnesi) gereğinden fazla uzun geldi bana, ama bu kadar kusur kadı kızında da olur… Sırası gelmişken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nı kutlamak isterim, başarılı repertuvar politikası nedeniyle.  

TİYATROMUZUN KADIN YILDIZLARI  

Suat Derviş, Cevriye’nin âşık olduğu solcu şairin odasında gökyüzünü seyrettiği anı şöyle betimler: “Gök o gece koyu lacivert bir renkteydi. Ve ne çok, ne çok yıldızı vardı bu göğün”. Bu cümle bana tiyatromuzu anımsattı. Gerçekten de ne çok, ne çok yıldızı var sahnelerimizin… Yıldız Kenter, Gülriz Sururi, Macide Tanır, Işık Yenersu, Meral Taygun ilk anda aklıma gelenler… Son yıllarda bu isimlerin yanına o kadar çok isim eklendi ki… Bir tiyatrocu arkadaşım, bu konu üzerinde konuşurken şöyle bir yorum yaptı: günümüzün erkek oyuncuları para kazanmayı seçti, kadınlar daha idealist, sanat alanlarının tümünde kadınlar öne geçti bu yüzden. Haksız değil galiba… 

Son zamanlarda pek çok oyunda kadın özgürlüğünü konu alan kadın yazarların, yönetmenlerin ve oyuncuların başarısına tanık oluyoruz. Bunun bir nedeni de, yalnızca toplumumuzda değil tüm dünyada giderek güçlenen kadın hareketi olsa gerek. Bu hareket, kadın yazarların ve yorumcuların öne çıkmasına neden oluyor, seyirciden de hak ettiği ilgiyi görüyor. Amerika’da ortaya çıkıp, tüm ülkelere yayılan “Me Too” hareketinin, feminizme güç kattığı da bir gerçek. Böylelikle, çoğu kez yorgan altına itilen cinsel taciz, erkek şiddeti vb temalar sanatın tüm alanlarında işlenir oldu. Sahnelerimizde sergilenen oyunlardan birkaç örnek vermekle yetineyim: Jülide Kural “Rosa Luxemburg”, Zerrin Tekindor “Toz”, Tülay Günal “Piaf”, Nazan Kesal “Yaralarım Aşktandır”, Funda Eryiğit ve Hazal Ergüçlü “Timsah Ateşi”, Sumru Yavrucuk “Shirley”, Nihal Yalçın “Antabus” ve “Çirkin”, Ece Dizdar “Evlilikten Sahneler” oyunlarında kadının toplumdaki yerini, acılarını, suskunluğunu ve başkaldırısını başarıyla yorumluyor. Tiyatromuzun son yıllardaki yıldız oyuncularından yalnızca birkaçı bu saydıklarım. 

Henüz izleyemediğim, Defne Kayalar’ın başrolü üstlendiği Florian Zeller oyunu “Anne”, Lucy Kirkwood’un “Sivrisinekler”, Euripides’in “Ifigenya”, Barbara Schottenfeld’in “Yedi Kadın”, Yeşim Özsoy’un “Kum Zambakları”, Ece Temelkuran - Selen Uçer’in “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” ve farklı tiyatrolarda farklı yazarlar, yönetmen ve oyuncular tarafından yorumlanan “Frida”yı andıktan sonra son günlerde izlediğim iki oyuna değinmek isterim. İlki, tiyatromuzun ve sinemamızın başarılı oyuncularından Şenay Gürler’in oynadığı “Karşınızda Yalnız Kadın”. Dario Fo’nun yazdığı, Füsun Demirel’in dilimize kazandırdığı, Tuğrul Tülek’in yönettiği oyunda, ataerkil sistemin tutsağı bir ev kadınının kocasının baskılarına, komşusunun tacizine başkaldırışını izliyoruz. Dario Fo’nun kara mizahı Şenay Gürler’in başarılı yorumu ile hayat buluyor. 

CANAVAR KİM?  

Dünyada pek çok oyuna ve filme konu olan, ülkemizde yakın zamana kadar tabu bir konu olan, aile içi cinsel taciz konusunu işleyen “Canavar” da kadına yönelik şiddeti konu alan yerli bir oyun. Film yönetmeni olarak tanıdığımız “İnsanlar İkiye Ayrılır” filminin senaryosu ile ödüller kazanmış Tunç Şahin, yazarlıktaki başarısı kadar rejisi ile de her türlü övgüyü hak ediyor. “Canavar”ın üç oyuncusunun rolü büyük. Tiyatromuzun ve sinemamızın en başarılı oyuncularından biri olan Tülin Özen bu oyunda da döktürüyor, kelimenin tam anlamıyla. Bastırılmış duyguları, anlatılması zor durumları, zehirli sözcükleri ve suskun kalınan anları bir virtüöz ustalığı ile yorumluyor. Kardeşini oynayan, sinemada da çok sevdiğim bir oyuncu olan Gülçin Kültür Şahin’le mükemmel bir ikili oluşturuyorlar. Hakan Emre Ünal da onlardan aşağı kalmayan bir oyunculuk sergiliyor. Gerçekleri ifade etmenin neredeyse imkânsız olduğu, suçların üstünün el birliği ile kapatıldığı bir ülkeyi, geleneksel aile yapısının çürümüşlüğünü, toplumun riyakârlığını ve suskunluğunu anlatan bu oyunu izlemenizi öneririm. Elbette, sözünü ettiğim diğer oyunlarla birlikte.