2 Temmuz Sivas Katliamı’nın yıldönümünde tarih boyunca aydınlara yönelik baskılara ve ifade özgürlüğünü cesaretle savunan aydınların ödedikleri bedellere göz atabiliriz.

Ne hukuksuz ne sanatsız
Fotoğraf: Depo Photos

30 yıl oluyor; serbestçe düşünüp yazanları, din, dil, ırk ayrılığı bilmeyenleri düşüncelerini özgürce açıklamak isteyince acımasızca yaktılar. Yakmakla kalmadılar. 33 güzelim canın hesabını sordurmadılar. Bugüne kadar sürdürdükleri mahkemelerle engellediler. Şimdi de zaman aşımına uğratmak istiyorlar. Oysa insanlığa karşı işlenmiş hiçbir suç zaman aşımına uğratılamaz, uğratılmamalı... Ne yapsalar düşünceyi, şiiri, türküyü öldüremezler. Çünkü onlar söylenen her bir şiirle, her bir türküyle, küllerinden doğarak bize katılıyor”. 

Adnan Özyalçıner’in başkanlığında Türkiye Yazarlar Sendikası, bu sözcüklerle yazarları bugün Sivas’a, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği önünde buluşmaya davet ediyor. Gün içinde başka kentlerimizde de etkinlikler var. Foça’da Hidayet Karakuş, Ataol Behramoğlu, Zeynep Altıok Akatlı’nın katılacağı etkinliği İzmirli dostlara duyurmak isterim. Dün yayımlanan bir albüm de Sivas’ın anısını yaşatan çok önemli bir çalışma. Eren Aysan’ın hazırladığı, Çiğdem Erken’in müzik direktörlüğünü yaptığı “Behçet Aysan Şiirlerinden Şarkılar - Yanık Ağıt” albümünü hemen bugün dinlemenizi öneririm.

Bir de şu habere dikkatinizi çekeyim: İstanbul ve Ankara’da Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri tarafından düzenlenen anmaların ardından, bugün Sultangazi’de Alevi kuruluşları tarafından düzenlenmek istenen bir etkinlik Kaymakamlık tarafından “etkinlik içerisinde sanatçıların ve müzik gruplarının sahne alması, etkinliğin sözlü, müzikli konser havasına dönüşerek anma etkinliğinin amacını aşan bir programa dönüşeceği, etkinlikte Gurup Yorum’un da sahne alabileceği” gerekçesiyle yasaklanmış!

KORKU İKLİMİNDE YAŞAMAK 

Hukuksuzluğun tavan yaptığı ülkelerde sanatın tehlikeli addedildiğini biliyoruz. Ülkemizin de bu konudaki sicili pek parlak değil. Gün geçmiyor ki yeni bir konser yasaklanmasın. Kimi sanatçının twitter hesaplarındaki ifadeleri, kiminin giyim kuşamı hoşa gitmediği için konserleri yerel yöneticiler tarafından yasaklanıyor. Artık büyüklerinin gözüne girmek için mi yaparlar, yoksa ‘yukardan’ gelen talimatla mı bilinmez… Kesin olan bir şey varsa, bir korku ikliminde yaşadığımızı unutmamamız isteniyor. Düzmece iddianamelerle sanatçılar yargılanıyor, suskunluğa mahkûm ediliyor. Hafta içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Artİstanbul’ adlı bir sanat merkezine dönüştürdüğü Feshane’deki “Ortadan Başlamak” sergisi önünde dile getirilen tehditler bu baskıların en yeni örneği. Siyasal İslam çizgisinde hizalanmak istenen topluma gözdağı vermek, kırmızı çizgilerle çevrili bir dünyada yaşamaya mahkûm olduğumuz hatırlatılmak isteniyor. Böyle bir dünyada yaşamak istemediğini söyleme cesaretini gösterenler ise kurmaca davalarla susturulmaya çalışılıyor.

Yazar ve Tele 1 kanalı yöneticisi Merdan Yanardağ’ın terör propagandası yapmakla suçlanması da, medyada ifade özgürlüğünün zerresinin kalmadığının son kanıtı. Düşünceleri nedeniyle tutuklanan gazeteciler zincirine eklenen son halka… Gazeteciliğin suç olmadığını ne kadar haykırsak boşuna. Ulusal ve uluslararası basın kuruluşları ve birkaç sivil toplum örgütü Yanardağ’ın cezaevine konulmasına tepkilerini dile getiriyor ama toplumun geneli suskunluğa bürünmüş. Siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen bir haber anında erişimden kaldırılıyor; muhalif televizyon kanallarına art arda para cezaları verilerek, nefessiz kalmaları sağlanmaya çalışılıyor. Ama, ‘olağan şüpheliler’ dışında kimseden çıt çıkmıyor.

Yanardağ tekil bir örnek değil; ülkemizde pek çok aydın aynı yazgıyı paylaşıyor. Yıllardır hapiste tutulan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Hukuk devleti olmaktan çıktığımızı tüm dünyaya ilan edercesine… Son seçimde Hatay’dan -TİP listesinden- milletvekili seçilen Can Atalay, yasal hakkı olduğu halde tahliye edilmiyor. Yalnızca onlar mı? Gezi davasından mahkûmiyet alan diğer dostlar, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Tayfun Kahraman… Hepsi de hukuksuzluğun egemen olduğu bir çoğrafyada yaşamanın kurbanı… Ama, teslim olmuyor hiçbiri; Gezi Parkı’ndaki hukuksuzluğa nasıl karşı çıktılarsa, bugün de aynı kararlılıkla sürdürüyorlar direnişlerini. Bildiklerini söylemeye devam ediyorlar. ‘Madımak Utanç Müzesi’ nasıl bir gün gerçek olacaksa, Silivri Cezaevi de ‘Demokrasi Kahramanları Müzesi’ olabilir. Yeter ki, ülkemiz aydınları suskunluklarına son verip, dayanışmanın erdemini hatırlasınlar.

BİR ZAMANLAR AYDINLAR

Dünya tarihi, görüşlerini ifade etmekten çekinmeyen ve kendilerine yönelen tehditlere, baskılara boyun eğmeyen aydınların öyküleri ile dolu. Galileo Galilei, ölümden kurtulmak için sözünü geri alsa da, biliyordu ki dünya dönüyor ve dönmeye devam edecek. Pek çok aydın ise, doğru bildiklerini inkâr etmektense ölüme yürümeyi seçti. M.Ö. 6. ve 5. yüzyılda yaşamış büyük filozof ve matematikçi Pisagor tıpkı Madımak’taki aydınlar gibi yanarak öldü, okulu ateşe verildiğinde. M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda Antik Yunan’da linç edilerek öldürülen filozof ve matematikçi Hypatia, görüşlerinden taviz vermediği için ölüme mahkûm edilen ve kendisine sunulan zehri içerek yaşamına son veren Socrates, M.S. 16. yüzyılda engizisyon emriyle kitaplarıyla birlikte yakılan Miguel Servet, kralın istediği yasaya onay vermediği için ölüme mahkûm edilen siyasetçi-filozof  Thomas More, 18. yüzyılda Devrim Mahkemesi tarafından Danton ile birlikte ölüme gönderilen bilim insanı Lavoisier, 20. yüzyılda aydın cinayetleri artarak sürdü… Faşistlerin katlettiği büyük İspanyol ozanı Federico Garcia Lorca ve Nazilere boyun eğmedikleri için gaz odalarına gönderilen sayısız bilim ve sanat insanı…

Ölüme değilse de, hapse ya da sürgüne gönderilen sayısız aydın var. Birkaç örnekle yetinelim: özgür fikirleri devlet ve din otoriteleri ile çatıştığı için 14 yıl hapis yatan, 13. yüzyılın önde gelen bilim ve sanat insanlarından Francis Bacon, 20. yüzyılda Stalin’in totaliter yönetimine karşı çıktığı için Gulag takımadalarına sürgüne gönderilen Aleksander Soljenitsin, Sovyet rejimi ile çatıştığı için başı dertten kurtulmayan Boris Pasternak, Sovyetler’in Çekoslovakya’ya girmesini protesto ettiği için önce cezaevine, sonra sürgüne gönderilen (sonraları Çek Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olan) Vaclav Havel, Şili’deki dikta rejimi nedeniyle uzun yıllar ülkesi dışında yaşamak zorunda kalan büyük şair Pablo Neruda…  

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E

Ülkemizde de nice aydın katledildi savundukları fikirler nedeniyle… 14. yüzyılda Simavnalı Şeyh Bedreddin’den, 16. yüzyılda Osmanlı’ya başkaldıran ozan Pir Sultan Abdal‘a yerleşik düzeni eleştirdikleri için dinsizlikle suçlanarak öldürülen pek çok âlim ve sanatçı… Çoğunluk saraya kapılanmak için kasideler düzse de, onlar tavizsiz yaşamayı seçti. Tabi, siyasi nedenler dışında, hatta yanlışlıkla başı koparılan şairler de olmuş. Kanuni’nin şehzadelerinin sünnetine yazdığı kaside ile tanınan 16. yüzyılın şairlerinden Figani, dönemin ünlü sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa için yazdığı söylenen, aslında kendisine ait olmayan bir beyit yüzünden canından olmuş. Şöyle yazılıymış beyitte: “Yeryüzüne iki İbrahim geldi. Biri putları kırdı (Hz. İbrahim), diğeri dikti” (Damat İbrahim Paşa). Beyiti yazan kimse, geçen gün Feshane’ye basanlardan farklı düşünmüyormuş herhalde. Kastedilen olay, Kanuni’nin ordusu Budin’i işgal ettiğinde Budin kalesinden alınan Macar krallarının tunçtan heykellerinin İbrahim Paşa tarafından İstanbul’a getirilip At meydanında sergilenmesiymiş! 

15. yüzyılın âlimlerinden, Fatih’in veziri Tokatlı Molla Lütfi’nin öğretmeni Sinan Paşa bir gün padişahı kızdırınca kendini zindanda bulmuş. Haber duyulduğunda İstanbul’daki âlimler toplanıp, Sultan Mehmet’e haber göndermişler: “O bilginler ordusunun başının mutlaka serbest bırakılması gerekir. Yoksa kitaplarımızı hemen ateşe atıp yakacağız ve Osmanlı ülkesini de terk edeceğiz”. Bu dayatma karşısında padişah geri adım atar ve Sinan Paşa’yı serbest bıraktırır (Bu ‘kıssa’dan nasıl bir ‘hisse’ çıkarırsınız, o da size kalmış). Molla Lütfi, hocasından öğrendiği kuşkuculuğu, eleştiri ve yergi ile geliştirmiş ve sonuçta dinsizlik suçlamasıyla öldürülmüş… Bütün bunları değerli araştırmacı Rıza Zelyut’un “Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler” kitabından (1986, Yön Yayıncılık) öğrendim. Daha çok isim ve olay var kitapta. Konuyla ilgilenenlere hatırlatmak isterim.  

Osmanlı’nın son dönemi, Meşrutiyet yılları ve Cumhuriyet döneminde de, aydınlara yönelik baskılar durmak bilmedi. Sabahattin Ali’den Ahmet Taner Kışlalı’ya, Abdi İpekçi’den Bahriye Uçok’a, Uğur Mumcu’dan Turan Dursun’a, Musa Anter’den Hrant Dink’e ‘faili meçhul’ cinayetler birbirini izledi. Öldürülmeyenler yıllarını hapislerde, sürgünlerde geçirdi. Namık Kemal’den Nâzım Hikmet’e, Vedat Türkali’den Mehmed Uzun’a, Ahmet Kaya’dan Yılmaz Güney’e Türkiyeli aydınların ve sanatçıların yazgısı hiç değişmedi… Hukuksuzluğun egemen olduğu dönemlerde, egemenlerin yanında saf tutanlar kadar, suskun kalmayı seçenleri ve itiraz edenleri de unutmadı tarih. 12 Eylül’ün ardından Aziz Nesin öncülüğünde hazırlanan ve dünya kamuoyunda büyük yankı uyandıran ‘Aydınlar Dilekçesi’ unutulmadığı gibi…