Bir köpek varmış, Loğo’ymuş adı, adına Demenan derler, yerdeki köpeklerden biriymiş. Çocuklarla oynamayı, kurtlara karşı köy korumayı, lop eti bolca yemeyi, bir de kemik kemirmeyi severmiş. Bolu Tugayı adlı müfreze memleket mahalline geldiğinde köyler aniden boşalmış, dağlara kaçmış bazı insancıklar, sel seferlerinden bilirlermiş ölümün kolaylığını. Loğo köpek köyde kalmış, evin kapısının tahtasına, eşikteki İran kilimlerine, duvarda asılı Ali halısına bile acımamış, durmadan kemirmiş, kemirdikçe kudurmuş. Köyün sakinlerinden biri haftalar sonra ansızın köye dönmüş, evini, bahçesini, bahçedeki cevizlerini, kaybettiği Loğo’yu merak etmedeymiş. Gece karanlıkta köye girer girmez yanık kokusuyla, bir karaltı üstüne gelmiş, korkudan ödü patlamış. Loğo onu tırmıklamış, suratını yalamış, yiyeceksiz ağzından akan salyalar köylüyü bir güzel karşılamış, neredesiniz, nereye gittiniz, sır mı oldunuz, diye diye fısıldıyormuş, sarih bir köpekçeyle. Newayuymuş.

Bir ev varmış, iki katlı, Erzincan’dan gelen taşla örülmüş duvarları, akan çağlara dayanmışmış. Bir geceyarısı çıkıp gelen Xızır konuklarına ayrılmış serin odalar, dağların doruğunu gösteren pencereleriyle bir rındek evmiş. İnsanlar gidince ev kör olmuş, çatısı düşmüş, perdeler inmiş, camlar gözyaşı dökmüş, kapısında baykuşlar ötmüş. Ev giden insana, kaybolan çocuğa, üstündeki buluta, içeriye akın eden yarasalara ağlarmış. Newayuymuş.

Bir çeşme varmış, bir orkestranın parçası gibi akarmış, mürşidin teli gibi şakırmış. Çocuklar gündüz birbirine su atar, gece kurbağalar vıraklarmış. Güneşle güler, yıldızlarla konuşurmuş. Suyu kutsal, yumuşacık, billur, yüzyıllarca, ne kurak yaz, ne ip aktığı kış dinmeden. İnsancıklar gidince, çocuk ağzıyla onu öpen küçükler, kuyruğunu sallayan, diliyle suyunu emen köpekler, gagasını suyla doldurup yukarıya bakıp Hakk’a şükreden kuşlar da gitmiş. Çeşme bir kuşa, bir kurbağaya, bir yıldıza, bir köpeğe, bir kendine ağlamış. Suyu kesilmiş bir gün, insana akarmış, köpeğe, kuşa da, içmeyen olmayınca napsın henicik. Newayuymuş.

İki aile varmış, bir mezrada kardeş. Adı gibi serinmiş çocuklar, ışıkmış kundaktaki bebelerin gözleri. Ali Haydar’ın vurulduğu, İbo’nun başında saçma sürüsüyle kurtulduğu Mirik’te, Vartinik elinde yaşarlarmış. Tarla sürer, keçi güder, arı balı toplar, soğanın cücüğüne mutlu olurlarmış. Her şeye güler, yolunu şaşırmış kuşa ağlarlarmış. Bolu Tugayı gelince toplamış hepsini bir şafak vakti, insan sır olur mu hiç, kalem değil, toka değil, eşya değil, ama kaybolmuşlar. Gülüşleri dağlara vuran, vadilerde yankılanan çocukların bile imi timi belirsiz olmuş. Newayuymuş.

Kaybolmuşlar, köylerinden, mezralarından, komlarından, yollara düşmüşler dilsiz, imansız. Büyük şehirler, yoksul mahalleler. Hep yıldızları saymışlar geceleri, jiar u diyar topraklar akıllarından hiç çıkmamış. Bak bu yıldız bizim köydeki astare demiş Xece, asme aynı, demiş Seydali. Sürgünde insan köyünü, yaylasını, göğünü nerden bulur ki, Hakk’tan sormuşlar. Newayuymuş.

Bir ağaç varmış, çocukla konuşurmuş, bir kedi varmış, pısıngeymiş, bebeklerle sevişirmiş, bir keçi varmış, bıze derlermiş, binerlermiş, bir ayı varmış dağdaymış Hesoymuş, bal çalma ustasıymış, bir öküz varmış boğeymiş, inekleri severmiş, bir tilki varmış kocaman kırmızı kuyruğuyla Lüyeymiş, herkes tanırmış, bir kaplumbağa varmış, tospağaymış, bir kurt varmış vergoymuş, suyun en altında bir alabalık varmış surbelekmiş, çok insan varmış, varsıl, yoksul, dağda, köyde, vadide, yamaçta, yalnızda. Doksanlar gelmiş, sararmış yapraklar ağaçta. Kedi sürgün yürüyüşünde ölmüş, oğlak hiç yoktan mezbaneye gitmiş, ayı dağda dumanlar ortasında bağırmış, öküz çalınmış, düzdeki alaya yemek olmuş, tilki neyse kuyruğu kurtarmış, kurt yapayalnız kalmış, alabalık yüzgecini kımıldatmamış, tospağanın sırtı tutuşmuş, insanın ocağı sönmüş. Newayuymuş.

Newayu: Doksanlar, heni: çeşme, jiar u diyar: ziyaret (kutsal) topraklar, astare: yıldız, asme: ay, surbelek: alacalı, renkli.