Hayata ve dünyaya geniş açıyla bakmak çok şeyi görmenize yarıyor. O çok şey içinden en büyük olanları, daha çok. Çok şey görmenin de bir bedeli var. Detaylar silikleşiyor....

Hayata ve dünyaya geniş açıyla bakmak çok şeyi görmenize yarıyor. O çok şey içinden en büyük olanları, daha çok. Çok şey görmenin de bir bedeli var. Detaylar silikleşiyor, kayboluyor.
Şimdi, olabildiğince yüksekten baksanız dünya siyasetine, uzaydan mesela, her şey gözlerinizin önünde olacak belki, ama Çin Seddi’ni seçebileceksiniz ve öyle büyük olan şeyleri yalnızca. Kuzey Irak’ta yaşanan çatışmaları, on binlerce insanın bir Anadolu kentinde bayrağa sarılı tabutun ardından yürüyüşünü de görebilirsiniz. Kalabalıklar büyük şeylerdir, fark edilirler!
Yukardan bakınca, ordunun K. Irak’tan, herkes için sürpriz olan, çekilişi de görülebilir. Ancak, aslında nelerin olup bittiğini; çekilişin gerçekten “sürpriz” mi, yoksa ABD ile başta yapılan anlaşmanın bir sonucu mu olduğunu; çekilme kararında ABD Savunma Bakanı Gates ile Bush’un “hemen çıkın”larının bir etkisi olup olmadığı bilebilmek yukardan bir bakışla mümkün değil. Bunun için odaklanabilmek gerek; kapalı kapıların ardını, çelişkili haberlerin geldiği çatışma bölgelerini görebilmek gerek.
Bugünlerde, geniş açıyla ve yukardan bakınca, yarın Rusya’da Putin’in iktidara veda edip yerine Medvedev’in geleceğini, hem de Ruslar’ın yüzde 70’ine yakınının desteğini alarak geldiğini göreceksiniz. Aynı açı, ABD’de sürmekte olan yarışı Barak Obama’nın kazanmak üzere olduğunu, her hâlûkârda Bush döneminin kapanacağını da gösterecektir.
Ancak, başında Obama olan bir ABD’nin nasıl olacağını görebilmek için odaklanmak gerek. ABD’ye odaklanmak… Ve o odaklanma Hamid Dabashi’nin dünkü “Obama’nın hayal gücünün sınırları” yazısında vardı.
Yukardan bakmak, K. Irak’a giren ve çıkan askeri konvoyları, resmi açıklamalardaki soğuk rakamları görmenize yetebilir. Oralarda düşen gencecik delikanlıların, yeni evli askerlerin evlerinde yaşananları görebilmek içinse ateşin düştüğü evlere odaklanmak gerekir. Odaklanabilmek için, Yaşar Seyman’ın ana ve kadın duyarlılığına, Bülent Ersoy’un sanatçı ruh ve cesaretine sahip olmak gerekir.
İstanbul, geniş açıyla baktığınızda, yedi tepe üzerine kurulu devasa bir kenttir. Güzel mi güzel! Asya ve Avrupa’yı birleştiren ve bir gerdanlık gibi taşıdığı “boğaz”ını uzaydan bile görebileceğiniz 15 milyonluk bir dev. Ancak, o ihtişamın sakladığı yoksulluğu, yolsuzluğu, trajedileri görebilmek için belli noktalara odaklanmak gerekir. BirGün duyarlılığı ile, Nazım Alpman hassasiyetiyle odaklanmak…
Öyle odaklandığınızda, Sulukule’yi de görebilirsiniz. Orada yıkılan evleri, dozer kepçelerinin yerle bir ettiği kültürü, yok edilen Sulukule’den fışkıran rantı kimlerin yediğini görebilirsiniz.
Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği’ne, orada kahvede oturanlara yaklaşamazsanız, Ali Haşhaş’la dolaşamazsanız Sulukule’nin sokaklarını; dünyanın dört bir yanından çingenelerin her yıl burada toplandıklarını, adeta hac yaptıklarını, bu daracık sokakların ve yoksul evlerin bir tür uluslararası festivale ev sahipliği yaptığını öğrenemezsiniz.
Kulağınızı Sulukule Derneği Başkanı Şükrü Pündük’e vermezseniz, AKP ve Tayyip Erdoğan’ın onlara yaşattığı düş kırıklığını; 600 yıldır orada yaşayan insanların kentsel dönüşüme değil, kendi sosyo-kültürel durumlarını hiçe sayan bir dönüşüme karşı olduklarını; daha iyi koşullarda ama yine ait oldukları bir yerde yaşamak isteyen bu neşe insanlarının tapulu teneke evlerinin ellerinden nasıl çıkıp zengin villalarına dönüşeceğini duyamazsınız.
“Bizim mücadelemiz bize yapılanların başkasına yapılmasına engel olmak için. Roman, Ermeni, Yahudi, Kürt, Türk hiçbir insanın böyle köklerinden koparılıp atılmaması için. Bırakın insanı, hiçbir canlıya bu aşağılayıcı zulmün yaşatılmaması için…” haykırışını duyamazsınız Pündük’ün, eğer İstanbul’un bu noktasına odaklanmazsınız. Çaresizliğe batmış Sulukule çingenelerinin “BirGün bize çok destek oluyor” dediğini de duyamazsınız, kıvançla.
Geniş bir açıyla yukardan bakmak iyidir de, yakıcı görüntüler için odaklanmak gerekir!.