Mikis Theodorakis (ki hayatı aşağıda adı geçeceklerinkinin toplamından anlamlıdır), sağcı Yeni Demokrasi Partisinden milletvekili olunca bir daha dinlemeyeyim diye sesini ve müziğini verdiği Zülfi Livaneli kasetini yüz yirmi kilometre hızla giderken aracımın camından fırlatmıştım.

 Mikis Theodorakis (ki hayatı aşağıda adı geçeceklerinkinin toplamından anlamlıdır), sağcı Yeni Demokrasi Partisinden milletvekili olunca bir daha dinlemeyeyim diye sesini ve müziğini verdiği Zülfi Livaneli kasetini yüz yirmi kilometre hızla giderken aracımın camından fırlatmıştım.

2008 Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’nü kabul eden Yaşar Kemal de hışmıma uğrayanlar arasında. O tarihten sonra yayımlanan kitapları bir daha kütüphaneme girmedi. Edebiyat dalında ödüllendirilen Yaşar Kemal’e madalyasını takarken Abdullah Gül, şirketinin personelini taltif ediyor gibiydi. Yaşar Kemal ise bırakılsa uçacak kadar heyecanlıydı. Bu görüntüye kızdım…

Aynı yıl Çetin Altan’ın payına Yaşar Kemal’in yıllar önce sahip olduğu Kültür Bakanlığı 30. Kültür ve Sanat Büyük Ödülü düştü. Çetin Altan ödülünü Aya İrini'de düzenlenen törenle Başbakan Erdoğan’ın elinden aldı. Konuşmasında Erdoğan “İyi ki varsın Sayın Altan. İyi ki yazıyorsun...” dedi! Ödül Raporu’nda,“aydın deneyimini ve birikimini ailesiyle birlikte topluma özgün düşünce duyarlılığı ile aktarması göz önünde bulundurularak” verildiği yazılı. Yani Ahmet ve Mehmet’i de ödüllendirmişlerdi. Çetin Altan da ilk kez ödüllendirilen bir gibiydi.

Bir zamanlar ter söktürdükleri; hayatları boyunca bir paragraf yazılarını bile okumamış (okumak bir yana, okuruna karşı Komünizmle Mücadele Derneklerinde örgütlenmiş) muktedir nöbetçileri karşısında bu koca kurtların iki büklüm bir süklüm eğilip bükülmeleri, doğrusunu söylemek gerekirse gücüme gitti. Onlar adına üzüldüm. ‘Değer mi’ dedim, ‘bir madalya üç beş paraya; size bu itibarı verenleri itibarsızlara satmaya’ diye geçirdim içimden. Beddua ettim, rüyalarına Nazım girsin mahcup olsunlar diye…

2011 Şubat’ında Almanya dönüşü bir gazetecinin “Sivan Perwer’le de görüştüğünüz söyleniyor doğru mu?” sorusuna, görüştüğü kişiyi aşağılarken görüşmeyi alçak gönüllüğünün sonucuna bağlamamızı arzulayan bir ifadeyle “Nerden duydunuz! A, evet; Sivan Perwer benimle görüşme talebinde bulundu; bir arkadaşıyla kaldığım otele geldi ve bir saat kadar görüştük. Yararlı bir görüşme oldu.” klasik Bülent Arınç yanıtını doğrularken Can Dündar’a “Bülent Arınç’ın insan sevgisiyle dolu bir insan olduğunu gördüm. Türkiye böyle insanlara kavuştuğu için seviniyorum.” diyen Sivan Perwer tepemi attırmıştı. 

Yüreğimi soğutan, kendisiyle yapılmış bir söyleşide “Peki hiç bu (günlük siyasi) tartışmalara girmeseniz, herkes ‘gurur kaynağımız’ filan diye size hayran olsa, sevse... Böyle bir hayat hiç aklınıza gelmiyor mu?” sorusuna “O zaman çaldığımız Beethoven da yavşak bir şey olurdu, bestelediğimiz Hayyam’ın da canına okumuş olurduk...” (Radikal, 13 Şubat 2011) diyen Fazıl Say olmuştu.

Yavuz Bingöl’ün etkisi diğerleri kadar olmadı. Ailesinden, Ahmet Telli ile arkadaşlığından gelen bir imge var kafamda, o kadar. Ona kızgınlığım, bir iftar sofrasında da olsa Erdoğan’a yılışmasından değil, katıldığı yemeği yazan muhabirin haber tümcesinde “de” ekini kullanmış olmasındandır. "İş, sanat ve spor dünyasından pek çok tanınmış ismin konuk olduğu iftara katılanlar arasında türkücü Yavuz Bingöl de yer aldı." Heber, buradaki “de”nin ben olduğunu söylüyor. ‘İşte bu kadarsınız’ demeye geliyor.

Nihal Kemaloğlu’na ekleyeceğim bir şey yok, Çarşamba yazısı öfkemi yatıştırdı. Diyeceğim şu: Her kim ki temsil ettiğini düşündüğü davaya, adına edebiyat yapıp türkü söylediğiniz halka karşı tutumunu, duygusunu, bakış açısını değiştirmemiş egemen elinden ödül alır, o kişi aldığı ödül tarafından zehirlenir. Egemenlik biçimine itiraz ettiğiniz devlet tarafından verilen ödülden haz almak, esasen mücadelenizin devlet tarafından fark edilme müracaatı anlamına gelir. Halbuki devlet o noktaya gelmişse zaten bir farkındalık yaratmışsınızdır. Size verip vereceği paradan ibarettir. Ki bu satın alınma demektir. Kimseden Mandella olmasını beklemeye hakkımız yok. Fakat en azından yazandan yarattığı kahramana, söyleyenden seslendirdiği isyana saygı duymasını beklemek hakkımız.

*

İki yavuz Bingöl kasetini bu kez çevreye zarar vermeden imha ettim, geridönüşüm yazan atık kutusuna bıraktım. Biliyorum kötü bir huy, ama zararı kendime…