Bir çocuk varmış. İlkokula yeni başlamış. E’yi dört yan çizgi ile yapar, Y’ye dırançıx dermiş. Bir pazar günü ablasının elini sıkıca tutmuş yürüyormuş, çatlamış taş duvarda Tikko yazıyormuş. Çocuk okumayı sökmemişmiş. İki ka yan yana gelirse nasıl okunur, bilmiyormuş. Kendi kendine tik-ko-ko diye okumuş, ablası kızmış. Sokağın, caddenin, kahvenin siyasetle dolu, kurşunun adres sormadığı sıkıyönetim günleriymiş. Bir ömrün yarısı zaman akmış, çocuk bu satırları yazmış.

Daha ohâl ilan edilmemiş bir yeni şehirde, uzun kör namluların önünde sarkık bıyıklı polisleriyle sene, seksen yediymiş. Gece silahlar patlamış, kurşunun nerden geldiği, nereye gittiği, kimin gez, göz, arpacık yapıp, tekbir getirip, tetiğe bastığı, kimin uzun hesap yaptığı bir büyük sırmış. Sabah insancıklar kalkmış, hepten uykusuz. Boş kovanlar ellerinde, bir muhtar cesaret etmiş varmış kumandana, ala komutan bir bak bunlar sizinkilerindir bizimkilerindir, demiş. Ohâl gelmiş. Çeyrek yüzyıl evveliymiş.

Dağdakilerle şehirdekiler, eşkıyalarla askerler arasında şiddetlenince vuruşmalar, ekmeğe, tütüne, şekere, çaya, ota, bota, bildiğin her şeye sınır gelmiş. Valiler, bir ailenin günde ne kadar ekmek yiyeceğini, kaç bardak çay içeceğini, bardağına kaç tane kesme şeker atacağını bile hesap etmiş. Tabii hangi köylünün kilosu ne, boyu kaç, iştahı açık mı, kapalı mı, hiç bakmazmış. Kaymakamlar, ekmek, su, şarap, rakı, birinci cığara için bile kararname çıkarmış. Bir yaz günü, yetmişlik rakıyı da torbasına atan Kamer amca şehirden köyüne ağır ağır yola düşmüş. Gıda kontrolünde, çok ekmeğine, cığarasına, tuzuna, domatesine, bu arada rakıya da el koymuşlar. Kamer amca ne etmiş, ne eylemiş, yiyeceğini, içeceğini, öteberisini vermeyeceklerini anlamış. Rakıya el koymalarına kafası hiç yatmamış. Bağırmış, çağırmış, isyan etmiş, olmamış, sonunda yetmişliği çekmiş almış polisten, dikmiş kafaya, içmiş bitirmiş, sallana sallana varmış köyüne, rakıyı hiç verir miyim onlara, demiş. Doksanlarmış, açlıktan, o hâl günleriymiş.

Köylüler bitmez bir baskı altında, sürgit yaşayınca tekmili feylesof kesilmiş. Hewaller, kirveler, hocalar, bırrdakiler, koydakiler öğretmenleriymiş. İçlerinden biri düşmüş bir gün hapse, hem de itirafçı lafından, çıkmış karşısına hâkimin. Jitem var ya, işte o bana komplo kuruyor, bahtına düştüm, ekmek verir miyim hiç dağdakine, demiş. Hâkim şaşmış, kaç yıldır yargıcım, ben bile Jitemi zor biliyorum, sen nereden biliyorsun, demiş. Köylümüz ehem, şey, ez, tu, kem-küm edivermiş. Adam kükremiş kürsüde, jitem bulamadı da kimseyi, seni mi buldu, demiş. O hâlmiş.

Köyler basılmış, köylüler ezilip, kırılıp, dayaktan, açlıktan, sorgudan, bin türlü melanetten perişan edilmiş. Yine olmamış. Çare herkesi yerinden yurdundan etmek, yatağını, yorganını, yastık altında parasını, gizlide altınını aldırıp, kovmakmış. Yollara düşüp, başlarında bir kara baykuş, peşlerinde kediler, köpekler, hep gitmişler. Bugünlerde, bir film gibi izliyor ya dünya mültecileri, hah şu kadın aştı polisin etten duvarını, şu bebek tam boğulmak üzereydi ki taşındı tekneye, şu yaşlı adam gözünde yaşla aldı bir somun ekmeği, şu çocuk ile oyun oynadı polis, gözümüz ıslandı, düşünün hepsini. Gümüş balıkların koynunda, Aylan gibi bebeler nazlı nazlı ölüyorlar, kentlerin ortasında aç, çıplak dileniyor, bir de dayak yiyorlar milli esnafımızdan, bizimkilerin hâlleri de işte böyleymiş. Macarda, Almanda, Bulgarda da değil, kendi yurtlarında sürgünlermiş. O hâlmiş, ondan.

İnsanın tarihi, başka insana zulümmüş. İnsan, insan kardeşine, devlet, yasa, yönetmelik, kararname yoluyla çok kötülük etmiş. Yöneticiler, sıkıyönetim, seferberlik, savaş idarelerini, bin türlü pis işi denemiş. Devlet içindeki insan, öteki insanı susturmak, özgürlük isteğini bastırmak, onu korkutmak, teslim almak, istemiş. Ne sıkı, ne olağan, ne üstü, ne savaş yönetimi derman olmuş, insan, onun dinmeyen özgürlük özlemi susmamış.

Zalimler, bin yıl, yüz yıl, çeyrek yüzyıl deneneni, yine denemedeymiş. Otuz-kırk militan için yüz elli bin kişiyi evine tıkmak, uçana, yürüyene, sürünene, camdan bakana ateş etmek, fırından ekmek, çeşmeden su, eczaneden ilaç almayı menetmek, minareden sıkıp el kadar yavruyu vurmak, şehir yollarını üç, beş, on gün kapatmak derman olmamış. Zulüm çünkü payidar kalmazmış.

Dırançıx: Odun taşımada kullanılan Y şeklinde ağaç, bırrdakiler: ormandakiler, koydakiler: dağdakiler.