Hükümet tezkeresi AKP ve MHP oylarıyla kabul edildi ve OHAL3 ay daha uzatıldı. Uzatmayı Meclis’te hükümet adına, “FETÖ henüz devlet kurumlarından tam olarak temizlenmedi” diyerek savunan da ilk ilan edilişinde “3 aya bile gerek kalmadan 1, 1.5 ay içinde işimizi bitirip süreci tamamlarız” sözlerinin sahibi Numan Kurtulmuş’tu.

Bunu pek dert ettikleri yok ama AKP iktidarı tepeden tırnağa bütün yöneticilerin söylediklerinin tam tersini yaptıkları bir iktidar olarak da tarihe geçecek!

Terörle mücadele için ilan edilen OHAL döneminde terörün nereden nereye geldiği son Reina saldırısı ile de görüldü. O saldırının “yaşam tarzına” yönelik olduğunu söyleyenler, Türkiye’nin yaşam tarzları üzerinden de bölünmesini, çatıştırılmasını hedefleyen oyuna dikkat çekiyorlar. Ancak, iktidar aklı bu uyarıyı yapanları bile “terörist” saymaya meyyal.

O akıl ülkeyi bir anayasa referandumuna götürecek, eğer 9 Ocak’ta Meclis’te başlayacak anayasa görüşmeleri sonucunda 330 ve üzerinde milletvekilinin onayını alırlarsa. Referandumun bu onaydan 60 gün sonra yapılması gerekiyor. BaşbakanYapmayız” demişti ama, OHAL’in olağanüstü koşullarında yapılacak gibi!

Türkiye’nin hali ortada. Anayasa gibi, toplumun en geniş kesimlerince iyice anlaşılarak, herkesin özgürce tüm düşüncelerini ifade edebildiği bir tartışma süreci sonrası en geniş uzlaşıyla karar verilmesi gereken bir konuda, toplumun yarısından bir fazlasının oyu üzerine “zafer” ilan etmekte sorun görülmüyor.

O “zafer”e de bu halimizin resmi olan OHAL’de ulaşacağız! Yani; “Tarafsız bir muhtar olarak partili bir cumhurbaşkanının davetine katılmam tarafsızlığımı tartışılır hale getirir” diyen muhtar hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten soruşturma açılabilen koşullarda.

O referandum sürecinde, değişikliklere “Hayır” diyecek olanlar neyi ne kadar söyleyebilecek? Partili cumhurbaşkanın davetine katılmanın tarafsızlığını gölgeleyeceğini söylemek bile bir muhtar hakkında soruşturma gerekçesi olabilecekse, kim neyi ne kadar söyleyebilerek “Hayır” kampanyasında?

Misal; birileri anayasa değişikliğinin ve böylece resmileşecek başkanlık sisteminin laiklik açısından da sakıncalı olduğunu düşünüyorsa - öyle ya düşünce bu ve ancak böyle düşünenlerin de düşündüklerini savunabildikleri durumda adil bir seçimden söz edilebilir - , bir kahvehaneye girip laikliği savuma çağrısı yapabilecek mi?

Gericiliğin karşısında yükseltilmesi gereken bir bayrak vardır. Bu bayrağın adı da laiklik bayrağıdır. Laiklik, özgürlük, kardeşlik, insanca yaşam mücadelesi demektir. Bizler herkesi bu mücadelenin birer neferi olmaya çağırıyoruz. Gericilerden, faşistlerden, başkanlık sevdalılarından hesap sormaya çağırıyoruz” demek İçişleri Bakanlığı’nın, Terörle Mücadele timlerinin alarma geçmesine, yakalanıp tutuklanmanıza yol açacaksa nasıl demokratik bir referandum yapacaksınız?

“Reina gibi Gaziantep’te bir mekânı tarayacağım” paylaşımında bulunan serbest kalırken; Barbaros Şansal’ın bir mekânı taramaktan falan söz etmeyen paylaşımı yüzünden önce linç edilmeye çalışılıp sonra da “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan tutuklanması; Ahmet Şık’ın paylaşımları ve haberleri nedeniyle hem “FETÖ” hem PKK ile ilişkilendirilip cezaevine konması, medyanın kahir ekseriyetinin iktidarı sevmek ve muhalefete sövmek için kullanılması… Halimiz bu şimdi, bu halimiz OHAL’de devam edecek ve bu koşullarda referandum yapacağız.

Pek çok konuda açıkça isim verip hüküm kuran Cumhurbaşkanı, Şansal’a linç girişimi söz konusu olduğunda “isim vermeden” konuşup, “Türkiye bir hukuk devletidir. Hesap sormayı yaptırıma dönüştürecek tek merci hukuktur. Kimse bunu sokakta kendi başına yapma hakkına sahip değildir” dediğinde “milli duygularına hakim olamayıp” saldıranlar hiç üzerlerine alınmıyor.

Huzur ve istikrar için denilen OHAL koşullarında 13 terör saldırısı yaşayıp 204 can yitirdik, medya organlarını kapatıp gazetecileri, milletvekillerini, belediye başkanlarını cezaevine doldurduk…

OHAL’de referandum da yapalım, tam olsun!