Türkiye’nin Darülharp’den Darülislam’a geçmesi devlet başkanının namaz kıldırmasıyla mümkündür” derlerdi İslamcılar. Mehmet Metiner’in, kendi deyimiyle “yeşil şeriatçı” olduğu dönemlerde, (önsözünü Hasan Cemal’e yazdırdığı Yemyeşil Şeriat, Bembeyaz Demokrasi adlı kitabında kendini böyle tanımlıyordu) çıkardığı Girişim dergisinde yazarlardı böyle. Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuya kapalı bazı toplantılarda cemaate yaptığı imamlığı saymazsak Türkiye hala darülharp sayılır.

İslam devletle var olan bir dindir. Hıristiyanlık gibi dine yön veren değil, doğrudan doğruya devletin kendisi olan bir din. Muhammed bir devlet başkanıydı aynı zamanda, malum. Memleketin Hasan Cemal, Şahin Alpay, Ahmet İnsel, Nuray Mert benzeri ne kadar solumsu, liberal “aydını” varsa bunlar düpedüz “devletçi” bir din olan bu İslam ile İslamcı’dan özgürlük, eşitlik, demokrasi çıkartmaya çalıştılar. Rol aldıkları komediye güldük bir hayli ama, gülecek hal bırakmadılar tabii sonradan. Memleketin geldiği halden sorumlu büyük günahkarlardır bunlar.

Günümüzde, İran hariç, yıkarak değil içten ele geçirerek, iyi kötü var olan demokrasinin nimetlerinden de bolca yararlanarak İslamlaştırılmış devletler ya da yönetimler var. Bir ara Gambiya şeriat falan demişti ama atlatıldı bu dönem, kendisini Allah’ın göreve getirdiğini söyleyen İslamcı devlet başkanı zat, Yahya Jammemeh yani, ülkesinden kovuldu. Endonezya’nın Ache eyaletinde de seçimle iktidara gelip şeriat kurallarını eyaletin kanunu yapan İslami bir rejim var.

Devletle var olan bir din olarak İslam’ın tüm takipçilerinin devleti ele geçirmeleri temel hedef. Bizde de böyle oluyor. Türkiye söz konusu olduğunda “Ne ele geçirmesi? Millet seçti vs” gibi lakırdılara kendi adıma karnım tok. Tüm seçim kampanyalarında memleket İslamcılarının, merkez dışı kalmış kesimler başta olmak üzere sistemle sorunu olanlara cazip gelecek sahte vaatlerinin yanı sıra iş bitirici pratikleri sayesinde kimi devlet kurumlarını “düzene sokmaları” da bu “ele geçirmede” bir hayli işe yaradı.

Ne kadarını ele geçirdiği ayrı mesele ama elinde olanı bile bırakmamak için her şeyi yapabilecek durumdalar, görüldüğü gibi. Referandumda seçildiğinde “Tek adam”“hutbe de okuyacak, memleketin en büyük camiinde namaz da kıldıracak”. Darülislam’a doğru böyle gidiliyor.

Hırçınlıklarının, kural tanımazlıklarının, diğer dindaşlarıyla devleti paylaşmama kavgalarının nedeni, hedefi çok yakın görmelerinden. O kadar kendilerini kaybettiler ki, bu kadar olur. Tek parti döneminde eleştirdikleri ne varsa daha beterini yaptıkları ortada. “Valiler CHP’nin il başkanı, kaymakamlar ilçe başkanıydı” diye diye hasancemalgilleri tavlayan/avlayan İslamcı şimdi “evet” için devletin valisini, kaymakamını görevlendiriyor. Cemalgillerden bize ne ama devletten memnun olmayan, onu hiç değilse çekebileceği en demokratik noktaya getirme mücadelesi veren solcunun muhalefetini de “baskıcı devlet”i savunma olarak yutturmayı başardı İslamcı bir anlamda. O nedenle ne zaman ağzımızı açsak ya devletçi ya da Kemalist oluverdik bunlar nezdinde. Takıyye kadar demogojide de fena değiller, bilindiği üzere. Takıyye ile demogojinin yanına cemalgilleri de koydunuz mu “başarı” kesin.

Ne ki, büyük bir kırılma yaşıyorlar. Bu nedenle de yakınlaştıkları hedefe ulaşamama olasılığının belirmesi bunları bambaşka mecralara yönetebilir. Elinde silahla “hayır”cıyı vuracakmış gibi yapan “şakacı” (yediği haltın şaka olduğunu söylemişti) zattan, “referandumdaHayır’çıkarsa Gezi’den daha büyük bir kaosla karşılaşacaksınız” diyen kıdemli danışmana (Özal’ından Demirel’ine hemen hemen her egemenin de danışmanıydı bu gözümün Nur’u) kadar ne tür tip varsa bunlar toplumda korku yaratmaya soyundular. Birinin şakadan, diğerinin danışmanlıktan anladığı bu çünkü. Şakacı tehditkar ile danışmanın aynı kişi haline geldiği sistemdir Türk/İslamcının “düzen”i. Kırılmanın yarattığı paniğin büyüklüğünü Sedat Peker’inkiler de dahil bu cenahın pespayelerinin tehditlerinden, gözdağı vermelerinden anlayabiliyoruz.

En pervasızı, en gözü karası Devlet Bahçeli çıktı. Gizli Erdoğan hayranlığının son dönemlerde açığa çıkmasının verdiği bir rahatlama var bence muhteremde. Bu hayranlığı içinde onca zaman tutmuş olmanın hıncını şimdi deyim yerindeyse “dibine kadar” çıkarıyor. “Evet” diyen eski ülküdaşlarına düzenlenen saldırılar için “yarım kaldı” diyebiliyor da.Yani o kadar bunalmış Erdoğan hayranlığını “içinde” tutmaktan.

Referandumda “hayır” çıkması bu açıdan da önemli. Çünkü bunlar o zaman normale dönmek zorunda kalacaklar. Şakacı zat ile danışman zat, “hep böyle gidecek” sanan Bahçeli, onca parti dolaşıp sonra kapağı AKP’ye atıp “Bakan” olan muhterem, bunların hepsi hizaya gelecek. Referandumdan ‘hayır” çıkması aslında bunları da rahatlatacak. Bu kadar kötü, bu kadar sevimsiz, bu kadar saldırgan olmaları onlar için de sürdürülebilir bir durum değil çünkü.

Mutlaka “hayır” çıkmalı.

Nihat Doğan da rahatlasın biraz. Nasıl şarkıydı o “evet” şarkısı öyle.