Akşam olunca dizi dizi diziliyoruz dizilerin karşısına, 'Elveda Rumeli' mi dersin 'Yaprak Dökümü' mü, 'Asi' mi dersin 'Annem' mi...

Akşam olunca dizi dizi diziliyoruz dizilerin karşısına, 'Elveda Rumeli' mi dersin 'Yaprak Dökümü' mü, 'Asi' mi dersin 'Annem' mi, 32 kısım tekmili birden, aşk, ayrılık, ihanet, kavuşma, aile faciası, yakın tarih, eski topraklar, kuvvacılar, kahramanlar, hainler, ne ararsanız var...

'Hayatım Roman'dan 'hayatım sinema'ya geçtik mi yoksa geçer gibi mi olduk, burası biraz karışık ama 'hayatımız dizi'ye geçtiğimiz ve aynı zamanda hayatımızın seyircisi olduğumuz da muhakkak. "Yani, getirip diziye mi bağladın seyirci olmayı, pes birader!" diyebilirsiniz, "eskiden tv, dizi filan yokken de seyirci değil miydik sanki?" diye sorabilirsiniz. Demem o değil, derdim de dizi filan değil. Bu mevzuları sosyolog Orhan Tekelioğlu hocamız, Radikal İki'de ve Milliyet Sanat dergisinde pek ayrıntılı ve yerinde gözlemlerle teşhir ve teşhis ediyor zaten, meraklısına itinayla tavsiye edilir.

Geçen hafta İlhan Selçuk'un gözaltına alınmasıyla ilgili okuduğum bir gazete haberinde, Selçuk'un 12 Mart'ta gözaltına alınması, Ziverbey köşkünde işkence görmesi, akrostişle işkence gördüğünü dışarıya bildirmesi gibi 'mazi kalbimde bir yara'türünden ayrıntılar yer alıyordu. Aynı haberde yer alan bir şey daha vardı: O geceye rastgelen 'Hatırla Sevgili' dizisinde de Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idama gidişleri gösterilmiş ve Türkiye gözyaşlarını tutamamış! Bunun üzerine ben de kendimi tutamadım ve uydurulup masa başında dallanıp budaklandırılmış bu yalan karşısında, n'apabilirdim ki, sinirlendim, kızdım, oturdum yerime.

Bu Türkiye mi idama gönderdiği çocukları için pişman olup yıllar sonra gözyaşlarını tutamıyor? Bu Türkiye mi bundan 36 yıl önce, 30 Mart 1972ye Kızıldere'de 12 Mart faşizmi tarafından katledilen 'Onlar', yani Mahir Cayan ve 9 arkadaşı için üzüntüden kahroluyor? Nerde o Türkiye, nerde o günler? Öyle bir şey yok, öyle bir vicdan da yok öyle bir merhamet de. Bir zamanlar ne kadar olduysa, o vicdanın, o merhametin gölgesi bile yok. Yaralar artık hemen kabuk bağlıyor, sarılmayı bile beklemiyor, deriler kalınlaşalı çok oldu, gözyaşı diye bir şey mi var ki ağlamaktan gözpınarlarımız kurusun, ne dövünerek ne içi kan ağlayarak yas tutanlar var artık. Herkes kendine ağlıyor, kendi yitiğine yetiyor herkesin merhameti. Ateş düştüğü yeri yakıyor o kadar, 'ağlarsa anam ağlar' dedikleri gibi oluyor.

O dizi tartışılır, sosyalist gençleri yalnızca birer Kemalist olarak göstermesi eleştirilir, filan. Tamam da 36 yıl önce idam ve infaz edilen o gençlere, ekran karşısındaki vatandaşların gözyaşı döktüğünü, hatta bazılarının diziyi izledikten sonra sabaha kadar uyuyama-dıklarını yazmak da herhalde tam anlamıyla 'yalan haber' sayılır. Keşke doğru olsaydı, toplumda o vicdan, o merhamet hissi olsaydı keşke! İşte nevruz ya da newroz kutlama görüntüleri, ölüler, yaralılar, dayak, kan revan içinde insanlar. İşte üniversitelerde son zamanlarda yoğunlaşan 'sağ-sol çatışması!' Dil bu: 30 yıl önce de buydu, Türkiye'nin her tarafında örgütlü ve devlet destekli faşist çeteler her gün öğrencilere, aydınlara, işçilere, sosyalist, demokrat herkese saldırırken, onların da kendini koruma refleksi karşısında, 'yine sağ-sol çatışması' manşetiyle çıkıyordu gazeteler, bizimse ağzımız açık kalıyordu şaşkınlıktan! Şimdi de döner bıçaklı, satirli, silahlı, sopalı ve kalabalık tosuncukların bir avuç solcu, demokrat öğrenciye saldırısı da 'karşıt görüşlü iki öğrenci grubunun çatışması' olarak veriliyor yine. Elbette yedekli, takviyeli, destekli biçimde.

Akif Kurtuluş'un 'toplu şiirler' kitabının adıydı, 'Herkes Gitmiş', belki ona bir altbaşlık olarak/kimsemiz yokmuş meğer' cümlesini eklemek gerekiyor devamında. Can Yücel 'On'lar için de onlar için de yazdıydi: "0 çocuklar/ o yapraklar/ o şarabi eşkıyalar/onlar da olmasalar/benim gayrı kimim var?" Hey Can baba, galiba yalnızca onlar var hâlâ ve başka da kimsemiz yok, yokmuş meğer aslına bakılırsa!