İtiraz etmenin, iki cümle kurmanın, doğruyu söylemenin zaten zor olduğu memlekette gittikçe daha da zorlaşacağı zamanlardan geçiyoruz. Mahallemizin “Ayşenur Abla”sının başına gelenler, TELE1 Genel Yayın Yönetmeni, arkadaşımız, yazarımız Merdan Yanardağ’a çektirilenler ortada. Mevcut medya ortamında sosyal medyayı bir özgürlük alanı sanarak oradan ses verenlerin payına düşen de gözaltı, tutuklama.

Zafer Arapkirli dün “Korkuyorsun” diye yazmıştı; korkanın korkusunu muhalifinin eceline dönüştürmeye çalıştığının örneklerini de içeren yazısında.

Korku ile baskının el ele yürüdüğü, demokrasi nutuklarıyla otokrasinin pekiştirildiği bir tünelde ilerleyerek gidiyoruz 6 aydan az bir zaman kalan kritik yerel seçimlere.

Geçen pazar günü Ankara’nın göbeğinde İçişleri Bakanlığı’nı hedef alan saldırıyı HPG’nin üstlenmesinin sağladığı uygun atmosferde memleketin dört bir yanında operasyonlar yapılmaya, uçaklar ve SİHA’lar vızır vızır sınır ötesinde uçmaya başladı. “Bir gece ansızın gelebiliriz” cümlesi eşliğinde Irak ve Suriye’ye sınır ötesi harekât izninin 2 yıl daha uzatılmasını isteyen tezkere de Meclis’e gönderildi.

Hayır dersen “vatan haini” ilan edileceksin!

Önümüzdeki 6 ayı, yaşanan ekonomik yıkımı konuşturmayacak bir “demokratik ve sivil anayasa” tartışması ile geçireceğimiz belli olmuştu. Ankara’daki PKK saldırısının ardından o tartışmaya “güvenlik” boyutunun da eklendiği netleşti.

Hem terör hem de onun sınır ötesi hali söz konusu olduğunda toplumun en geniş kesimlerine tehdit altında oldukları duygusunu yaşatmak ve iktidarın edimlerine onay sağlamak kolaylaşır. “Dış çatışmalar bütünleşmeyi artırır”, tüm diğer konular önemini yitirir, itiraz etmek, soru sormak, kuşku belirtmek pahalıya ödetilir.

Sınırların dışındaki çatışmalar, içeride iktidarların dilinde demokrasi söyleminin, elinde ise zorbalık eyleminin “sorunsuz” birlikte yürütülmesine uygun zemini sağlar. Ayşenur Abla ve Altın Portakal örneğinde görüldüğü gibi “Onuncu Köy” sanılan yerler de pek güvenli değildir artık!

 “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diyoruz ya hani; yalnızca kendi çıkarlarını düşünen insanların çoğaldığı, ikiyüzlülüğün arttığı, yalan dolan, hile ve ahlâksızlığın olduğu zamanlarda, doğruyu söyleyen, sözünü sakınmadan güçlüyü eleştiren insanların hiç istenmediklerini anlatmak için…

O yüzden Fakir Baykurt, ağalarla ve imamlarla çatışarak sürekli bir köyden diğerine sürülen aydınlanmacı öğretmene; “Burası bizim Onuncu Köyümüzdür artık!” dedirtir ya Onuncu Köy’de. “Dünyada köy çok. Doğru düşünenler, doğru söyleyenler, olmaz diyenler, kafa tutanlar, dikine dikine gidenler buraya... Uysallar, ön düğmeleyenler, peki diyenler, evetçiler, oraya geriye!”

BirGün bizim onuncu köyümüz, gazeteciliğin onuncu köylerinden biri. Buradan öteye de bir köy varsa eğer, o da vicdanıdır işi doğruyu söylemek olan gazetecinin.

O vicdan ki, diliniz, dininiz, milliyetiniz, renginiz, kimliğiniz ne olursa olsun hep sizinledir. Kendi eylemlerinizi her şeyden önce kendi ahlaki değerleriniz temelinde bir teraziye koyar ve tartar. Eğer hilesizse teraziniz, belki “zarar eder” ağır bedeller ödersiniz ama koşullar ne olursa olsun yalnızca ne kadar doğru söylediğinizle tartar sizi. Azabı en ağır işkenceden de ağırdır!

Doğruyu söylemenin de doğru eylemenin de çok daha zorlaştığı, daha da zorlaşacağı zamanlardayız. Onuncu köy olarak bir tek vicdanlarımız kalacak belki. Kimsenin zapt edemeyeceği bir son kale olarak… İşte o vicdanlarımızı üst üste koyup birleştirerek inşa edeceğimiz bir kaleyi de hiçbir zor yıkamaz!

Kutlama: Sevgili Dilek ve Can’ın oğulları, bir zamanlar BirGün’de de yazan Ege Dündar, Pen International tarihinde yönetim kuruluna seçilen en genç üye oldu.

Ege’nin yazarlığı babadan miras değil, kendi emek ve becerisinin ürünü. Çok daha büyük başarılara imza atacağından kuşku duymadığım Ege’yi gönülden kutluyor, daha güzel bir dünya için verdiği mücadeleyi alkışlıyorum.