Erdoğan’ın İstanbul’da kendi yerine ve adına yarışacak belediye başkan adayını ilan etmesiyle seçim sürecinde vites yükseldi. Bundan sonra tam gaz kampanya artık!

Tam gaz kampanya ama merkezinde İstanbul bulunan bir yerel seçim olsa da onu aşan anlamı var! Erdoğan için 2028 planlarının önemli bir adımı ve memleketi her gün her anlamda geriye götüren tek adam rejiminin bekası meselesi!

Aşkım” dediği İstanbul’u “yeniden” kazanmak; bir yandan Cumhur İttifakı’nın dengelerini öte yandan da partisi üzerindeki kontrolünü elinde tutarak ağır bir ekonomik krizle boğuşurken, sağ salim 2028’e ulaşmayı hedefleyen Erdoğan için adeta varlık yokluk meselesi. Mayıs seçimlerinde kazandığı zaferi geri döndürülemez bir noktaya taşıma işi.

Belediye demek çöp, asfalt, toplu taşıma vb. demek belki. Son yıllarda buna bir de yoksulluğun pençesindeki insanların açlıktan ölmemelerini sağlamak katıldı. Mümkünse, başlarını sokacakları bir konut sağlamak…

Oysa bu seçim, bunların da ötesinde, laiklik gibi cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkma, anayasa mahkemesi kararlarının hiçe sayıldığı “hukuk devleti” niteliğinin yok edilmesine direnmek gibi doğrudan rejimle ilgili anlamlar kazandı.

Bu seçimde de muhalefetin dezavantajı ile avantajı yine aynı: Erdoğan ve tek adam rejimi!

Mevcut rejimden ve gidişattan kaygı duyan ve ülkenin yeniden laik, demokratik bir hukuk devleti olma yoluna girmesinden yana olanlar adayın kimliğinden çok bu öncelikle seçim yapacaklar.

Yaşar Aydın dün “Her yerde belediye başkanları yarışırken İstanbul’da (İmamoğlu bu durumu tercih etmese de) rejim ve ona karşı olanlar mücadele edecek” yazmıştı ama bu aynı zamanda önümüzdeki seçimlerin genel karakteri.

Başarıyı doğru adaylarla bu kutuplaşmanın dışındakileri kazanacak bir kampanya getirecek. Ancak, muhalefetin şu kalan 80 günde “kazanabiliriz” düşünce, inanç ve motivasyonunu yaratmadan kazanması imkânsız.

Son yıllarda mitinglerin seçim süreçlerinde pek de işe yaramadığı, sosyal medya çağında çok farklı dinamiklerin etkili olmaya başladığı söylenir oldu. Mitingleri sadece miting günü miting alanında toplananlardan ibaret sayarsanız doğru olabilir.

Oysa gençliğimin mitinglerinden biliyorum, miting demek örgüt demekti ve bir alandaki kalabalık dâhil her türden başarının temelinde örgüt vardı.

Miting, mitingden günler ve hatta haftalar önce tüm mahallelere dağılmak, her eve, her kahvehaneye, her işyerine girmek, neden miting yaptığınızı anlatmak demekti. Miting bir kentin en küçük hücrelerinde örgütlenmek ve insanların miting alanına o örgütlenme üzerinden akması demekti.

AKP’nin görkemli mitinglerinde hep en büyük örgüt olan devlet devredeydi! Kamu olanaklarıyla, valilerin, belediye başkanlarının katkısıyla, toplu taşıma araçları ve başka kentlerden kaldırılan otobüslerle insanların alanlara taşındığını gördük.

Devletin ve kamu kaynaklarının böyle kullanımı kabul edilebilir bir şey değil tabii. Ama zaten bunlardan yoksun muhalefetin, elindeki tüm araçlarla, var olan tüm örgütlülüğüyle toplumun en ücra köşelerine ulaşmak ve “mitingi örgütlemek” zorunluluğu var. Biz çağırdık gelen gelir değil!

Mitingi örgütlerken siz de örgütlenirsiniz. Bir eylem olarak miting her katılanı “örgütler” ve politik olarak dönüştürür!

CHP’nin “Anayasaya sahip çıkmak için14 Ocak’ta her vatandaşı Tandoğan’a çağırdığı miting, “CHP’nin mitingi” olmaktan öte anlam taşıyor. Kendisini muhalif gören herkes için örgütlenme, örgütleme ve memleketin geleceğine sahip çıkma fırsatı! Daha doğrusu görevi!

Seçime dair de “kazanabiliriz” duygusunun yaratılabileceği bir adım!