Ortadoğu’da paylaşım ve nüfuz savaşının güncesi
Ortadoğu’da harekete geçirilen etnik, dinsel, mezhepsel fay hatları, tektonik kırılmalara yol açarken; toplumlar-halklar-kültürler arasında ekilen düşmanlık tohumlarının yarattığı tahribat, uzun bir süre daha etkisini sürdürecek
Yüz yıl öncekine benzer şekilde açık bir egemenlik/ paylaşım/ nüfuz savaşına sahne olan Ortadoğu, bu kapışmanın derinleşerek yeni kriz dinamiklerine yol açtığı bir yılı geride bıraktı. ABD’nin kendi oyununu kurmakta zorlandığı, Rusya-İran ittifakının bölgedeki birçok cephede üstünlük sağladığı denklemde ‘vekalet savaşları’nın birisi bitmeden bir diğeri hemen tedavüle sokulurken, kaos iklimi daha da derinleşti.
Suriye’de IŞİD’in askeri yenilgisiyle ‘vekalet savaşı’nın sonu görünmeye başlarken; Yemen’de iç savaş, bölgesel bir savaşa doğru evrilerek daha da yoğunlaştı. Lübnan ve Irak üzerinden verilen güç savaşı, ABD ve Rusya’nın başını çektiği İran ve Suudi Arabistan’ın dahil olduğu iki ana kutbun bilek güreşine dönüştü.
Rusya’nın arkasında saf tutan İran, Suriye, Irak ve Lübnan Hizbullahı’nın doğal bileşeni olduğu ittifak, ABD öncülüğündeki Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve diğer Körfez Arap ülkelerinin yer aldığı ittifaka karşı Suriye’de, Irak’ta, Lübnan ve Yemen’de bariz bir üstünlük elde etti.
Bu değişen jeopolitik ortamda var olabilmek için aktörler, yeni oyun alanları açarak var olma savaşına soyundu. Siyasi İslamcı projenin, bununla birlikte BOP'un çöktüğünün resmi ilanı oldu. İslamcılık kaybetti. Gelinen noktada Ortadoğu’da siyasal İslam merkezli bir egemenlik alanının imkânsızlaştığı ancak ABD’nin bütünlüklü bir yeni strateji ortaya koyamadığı, belirsizliklerin daha da arttığı bir siyasal iklimle karşı karşıyayız.
Donald Trump’ın açıkladığı ve Trump Doktrini olarak adlandırılan yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, ABD’nin Ortadoğu politikasında izleyeceği yol haritasını ortaya koyarken belirsizlikleri daha da çoğalttı. Suudi Arabistan ve Mısır’ın yeni stratejik ortak seçildiği, Türkiye’nin ötelendiği ve Kudüs, Hariri, Katar krizlerinde olduğu üzere yeni kriz dinamikleri üzerinden hegemonyasını tesis etmeye soyunduğu bir düzleme girildi.
IŞİD sonrası paylaşım kavgası!
Yedi yıllık iç savaş sürecinde büyük bir yıkıma maruz kalan Suriye’de siyasal güç ibresi, Şam yönetiminden yana döndü. Dış güçlerin müdahaleleri sonrasında kısa süre zarfında bölgesel ve uluslararası bir hüviyet kazanan çok boyutlu savaşın sonu göründü. Güç mücadelesinin açık bir çatışmaya dönüşerek yol aldığı en kritik saha olan Suriye’de IŞİD askeri olarak yenilgiye uğratıldı. IŞİD’den sonra ülkenin nasıl paylaşılacağı/dizayn edileceğiyle ilgili rekabet kızıştı. Cenevre, Astana, Soçi ve Riyad’da kurulan siyasi müzakere masalarında Suriye’ye yeni şekil verilmeye çalışılıyor. Masanın bir ucunda Rusya diğerinde ise ABD var. Rusya ve müttefikleri, cephedeki savaşı kazanmanın verdiği güçle masaya otursa da, ABD de özellikle Kürt kartıyla masada yer kapma arayışında. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerinden Rakka, Deyrizor gibi petrol ve enerji zengini Fırat Havzası bölgesine yani ülkenin doğusuna yerleşen ABD, bu bölgeden çekilmeye niyetli olmadığını resmi açıklamalarla her seferinde vurguluyor.
ABD, Doğu Suriye’de; Rusya ise Batı Suriye’de hegemonyasını tesis ederken Kürtler her iki küresel gücün kapışmasından faydalanma arayışında. ABD’yle daha yakın ilişki içerisinde olunsa da Rusya ile de sıcak ilişkiler kurulmuş durumda. Afrin’in Rusya birliklerine teslim edilmesi bu işbirliğinin en somut göstergesi.
Bütün bu kavga içerisinde Suriye krizine yön veren Astana ve Soçi görüşmelerini organize eden Moskova, Suriye’nin yeni dizaynında bir adım önde. Yeni yıl da, hem siyasi hem de askeri çatışmaların yoğunlaşacağı bir yıl olacak. Cenevre, Astana ve Soçi’deki müzakere masasına paralel olarak İdlib gibi cihatçıların kontrolündeki alanlarda askeri hareketlilik de artacak. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un birkaç gün önce IŞİD sonrası yeni hedeflerinin, ismini Fetih el Şam olarak değiştiren El Nusra Cephesi olduğunu açıklaması, İdlib operasyonunun yakın olduğunun işareti.
Suriyeli cihatçı yapıların, Rusya’nın ocak ayı sonunda Soçi’de organize ettiği müzakerelere katılmayacaklarını duyurması ve Hama kırsalında düşürülen Rus savaş uçağı gibi gelişmeler, Moskova’nın İdlib hamlesini öne çekecek gelişmeler olarak duruyor.
Enerji-petrol denklemi
Ortadoğu ve dünyada süren çatışmaların temel nedenlerinden birisi olan enerji, petrol ve hammadde kaynaklarının yeniden paylaşılmasının en somut yansımaları, Irak ve Suriye coğrafyasında yaşandı. IŞİD öncesi ve sonrasında Suriye ve Irak’taki petrol havzaları el değiştirdi. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kontrolündeyken Kerkük petrolleri, Türkiye ve ABD’nin elineydi. Referandum sonrasında Kerkük’ün Irak Merkezi Hükümeti'nin eline geçmesinin ardından petrol yatakları da anlaşmaları da el değiştirdi. Referanduma ses çıkarmayan ‘tek büyük güç’ Rusya, Kürt petrol ve doğalgazının bir anda en büyük müşterisi konumuna geçti.
Rusya, ABD, İngiltere, Irak-Kürt petrolleri üzerinde büyük bir rekabet halinde. Bu rekabet, petrol yataklarının bulunduğu toprakların bölünmesine yol açabilir ve farklı nüfuz alanındaki birçok işletmeye fayda sağlayabilir. Rus Petrol Devi Rosneft, IKBY ile bölgede petrol üretmek için anlaşma imzaladı. Rus Rosneft’e karşılık İngiliz BP de devreye girdi. Irak Merkezi Yönetimi, Kürtlerden alınan Kerkük’te yeni petrol sahaları açılması için BP’yle görüşmelere başladı.
Trump Doktrini ve yeni çatışma alanları
Gerileyen ABD hegemonyasının kendisini en somut şekilde hissettirdiği coğrafyalardan birisi Ortadoğu oldu. Kendi oyununu kurmakta zorlanan ABD, yeni kriz dinamikleri inşa ederek varlığını ve meşruiyetini sağlamlaştırma arayışında. Trump’ın Kudüs kararı ve sonrasındaki yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi bu sıkışmanın izlerini yansıtıyor.
Trump’ın açıkladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, ABD’nin Ortadoğu politikasında izleyeceği yol haritasını da ortaya koydu. Belgede Suudi Arabistan ve Mısır’a yeni stratejik ortaklar olarak atıf yapılırken, bu ülkelerin İran’ın nüfuzunu artırmasına karşı destekleneceği vurgulandı. 68 sayfalık belgede Türkiye hakkında doğrudan bir atıf yer almadı. Belgede en dikkat çeken nokta ise Trump’ın Ortadoğu politikasında Suriye savaşı sonrasında bölgede artan İran nüfuzunu Suudi Arabistan’ın patronluğunda dengelemek istemesi oldu. Belgede ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına uygun güç dengesinin sağlanması için Suudi Arabistan ve Mısır’a isim verilerek atıf yapıldı.
Belgede Mısır ve Suudi Arabistan hakkında, “ABD, bölgede Mısır ve Suudi Arabistan’ın da aralarında bulunduğu ülkelerin ekonomilerini modernleştirme çabalarını teşvik edecek. Serbest piyasa ile açık toplumun avantajlarını savunarak ve reformcuları destekleyerek olumlu gelişmeleri tetikleyecek bir rol oynayacağız” ifadeleri yer aldı.
Belgedeki detaylardan bir diğeri de ABD’nin, müttefiklerini saldırılardan korumak ve çıkarlarına bir güç dengesi için bölgedeki askeri varlığını muhafaza edeceği açıklaması oldu. Bu yeni stratejinin diğer önemli bir öğesi de; Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleri ekseninde bir stratejik blok oluşturma amacı.
Trump ile birlikte “radikal İslamcı terör” tanımlaması da geri döndü. Belgede, Ortadoğu’nun dünyanın en tehlikeli terör örgütlerine ev sahipliği yaptığı kaydedildi. Bu örgütlerin (IŞİD ve El Kaide) istikrarsızlık üzerinden zenginleştiği ve şiddet içeren cihat ihraç ettikleri belirtildi.
Denklemin yeni aktörleri; Kürtler
Kürtler, Ortadoğu’daki oyun sahasının artık önemli aktörü. Suriye ve Irak merkezli gelişmeler neticesinde bölgedeki denkleme yeni bir aktör olarak eklemlenen Kürtler, her iki ülke eksenli gelişmelerin kritik kavşağında. Suriye ve Irak’ta gelişmelerin seyri ne olursa olsun artık Kürtlersiz bir formülasyon mümkün olmayacak. ABD de, Rusya da bunun pekâlâ farkında. Bu nedenle Washington da, Moskova da Kürtlerle geliştirdikleri ilişkiler üzerinden mevzi kapma gayretkeşliğinde.
Kürtler, ABD’nin Suriye’de kalma gerekçesi. NATO müttefiki Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen Kürtlerden vazgeçme niyetinde değil. Ama aynı şey Rusya için de geçerli. Rusya da Suriye’de PYD dolayısıyla Kürtlerle iş tutuyor. Suriye yönetimi ile olan iyi ilişkilerine rağmen Kürtleri dışlamanın onları ABD’nin kucağına iteceğinin pekâlâ farkında. Bunun yanında Kürtleri ABD’den koparmak, Washington’un bu ülkedeki varlığının anlamsız hale gelebilmesi için de bir vesile olabilir. Moskova’nın Şam ile birlikte Kürtleri ABD’den uzaklaştırma ve Astana sürecine katarak ABD ile ilişkilerini bitirmeye çalışma hamleleri ABD’nin direnciyle karşılaşıyor.
Kürtler, bölgedeki fiziksel varlığının ABD ve Rusya gibi büyük güçlere yaslanmaktan geçtiğinin idrakiyle her iki küresel güçle de ilişkileri koparmamaya, bu güçler arasındaki sürtüşmeden alan kazanmaya çalışıyor. Bölgede kurulacak bir özerklik, federasyon veya benzeri bir yapının sınırları ve koşulları, ABD’den ve de Rusya’dan elde edilen güç ile sağlanabilir. ABD de bu ilişkiyi bitirmek istemiyor çünkü PYD, Amerika’nın Suriye’ye müdahil olabilmesinin tek gerekçesi. Rusya da gerek Irak gerek Suriye’deki Kürtler üzerinden bir taraftan ABD’nin oyununu bozarken diğer taraftan da Ortadoğu’da kendi oyununu kuruyor.
Kürtlerin ağırlıkta olduğu SDG ile ittifak yapısını sağlamlaştıran ABD, Suriye’nin doğusundaki zengin petrol havzalarını Rusya’ya kaptırmama derdinde. Suriye-Rusya birliklerinin Rakka’ya girmesine müsaade etmemesi de bundan.
IŞİD sonrası bölgede alan kazanmak isteyen ve kendi oyununu kurmak isteyen Barzani liderliğindeki Irak Kürtleri ise, iç çalkantılarla boğuşsalar da Suriye’deki gelişmelere paralel olarak denklemdeki yerlerini hâlâ koruyorlar.
İran’ın artan rolü, İsrail-Suudi Arabistan’ın kaygısı
Trump’ın açık hedefindeki İran bölgedeki hegemonyasını Rusya ile birlikte artıran güç oldu. Bölgesel bir hegemonik güç olduğunu Suriye’den Yemen’e, Irak’tan Lübnan’a uzanan coğrafyada son bir yıldaki kazanımlarıyla bizzat gösterdi. ABD’nin, nükleer anlaşmadan Suudi Arabistan’a fırlatılan füzelere, Lübnan’daki Hariri krizinden Suriye’deki gelişmelere kadar birçok konuda doğrudan Tahran’ı hedef alması da bu genişleyen nüfuz alanının yarattığı rahatsızlıktan. Washington İran’ın Yemen üzerindeki etkisinin Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a kadar genişlemesini endişeyle izliyor.
İran’ın artan etkisinin kaygıyla izlendiği diğer merkezler ise İsrail ve Suudi Arabistan. Suudi monarşisi, Tahran’a karşı bütün cephelerde kaybetti. Yemen savaşı açık bir bataklığa dönüştü. Lübnan üzerinden yarattıkları kriz ellerinde patladı. Suriye’de ise adeta denklemden silindiler. Riyad yönetimi Tahran’ın hamlelerine karşılık verebilmiş değil. Yeni dönemde Suudi Arabistan-İran çekişmesinin sıcak bir çatışmaya dönüşmesi içten bile değil.
İran’ın bölgede giderek daha fazla etkili olması yalnızca Suudi Arabistan’ı değil, İsrail’i de endişelendiriyor. Hatta bu ortak endişenin iki ülkeyi yakınlaştırma sinyalleri gelmeye başladı. İki ülke arasındaki yakınlaşma sinyalleri, ortak beklentilerden çok İsrail’in isteklerine dayalı. Başbakan Benyamin Netanyahu, kısa süre önce yaptığı bir açıklamada İsrail’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki bir soğuk savaşa dahil olmasının oldukça düşük bir ihtimal olduğunu söyledi. İsrail, İran’ın Suriye üzerinden elde ettiği kazanımları kendisi için varlık meselesi sayıyor.
Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti ilan edilmesinin yaratacağı yeni sorunlar İsrail’in başını bir hayli ağrıtacağa benziyor. İran’ın Kudüs üzerinden İsrail’e karşı konumunu güçlendirmesi söz konusu. Suudi Arabistan-Mısır hattının Kudüs konusundaki sessizliği İran’ı bir adım daha öne çıkaran faktörlerden.
Çelişkiler derinleşecek, kaos sürecek
Ortadoğu’da harekete geçirilen etnik, dinsel, mezhepsel fay hatları tektonik kırılmalara yol açarken, toplumlar-halklar-kültürler arasında ekilen düşmanlık tohumlarının yarattığı tahribat, uzun bir süre daha etkisini sürdürecek.
Suudi Arabistan ile İran’ın din, Rusya ile ABD’nin paylaşım eksenli rekabeti, istikrarsızlık üretmeye devam edecek. Bu kapışmalar Yemen’den Lübnan’a, Suriye’den Irak’a, Libya’dan Bahreyn’e birçok alanda yeni krizlere yol açacak.
Bölgede sınırlar yeniden çizilmeyecek olsa da ülkeler içeriden dizayn edilecek. Tıpkı Lübnan ve Irak’ta olduğu gibi. Etnik, dinsel, mezhepsel kodlara göre toplumlar ayrıştırılarak siyasal güç paylaştırılacak. Lübnan ve Irak modelinin Suriye için de hayata geçirilmesi için ciddi girişimlerde bulunulacak. Kavga sahadan masa başına yani siyasi müzakerelere kaydırılacak.
İran’ın yanı sıra bölgede geride kalan yıl içinde kazanan bir diğer aktör olan Rusya sahada kazandı, şimdi masada da kazanma peşinde. Suriye için 80 maddelik bir anayasa hazırlayan Rusya, ‘Suriye Halkları Kongresi’ ile yeni Suriye dizaynında mutlak hak sahibi olmak istiyor.
Suriye Kürtleri, Irak Kürtleri'nin aksine bölgesel/küresel güçler arasındaki rekabeti kullanarak yol alma stratejisine devam edecek. PYD hem Rusya hem de ABD ile iş tutmayı sürdürecek. Rusya, Kürtler için özerkliğin kabul edilebileceğini ifade etti. Belediyeler çapında, kültürel bir özerklik ön plana çıkıyor.
Moskova ve Tahran ittifakının kazanımlarını pekiştireceği, ABD-İsrail-Suudi Arabistan ittifakının bu kazanımlara karşı hamleyle yanıt vereceği, yeni Osmanlıcıların ise bu iki cephe arasında manevra alanı peşinde koşacağı bir yeni yıl bizi bekliyor.