Bu gece verilecek olan 96. Oscar ödüllerinin “Dolunay Katilleri”, “İlgi Alanı”, “Zavallılar”, “Geride Kalanlar” gibi adayları arasında Christopher Nolan’ın “Oppenheimer”ının ipi göğüsleyeceği kesin gibi.

Oscar yarışında son güne gelindi

Sanatta yarış olur mu sorusu çokça tartışılan bir konu. Pek çok sanatçı tanıyorum ödüllendirmelere karşı çıkan. Haksız değiller elbette. Sanat ölçülebilir bir şey olmadığına göre ödüllendirmelerin nesnelliği her zaman tartışmaya açıktır. Birbirinden çok farklı özelliklere sahip yapıtları aynı kulvarda yarıştırmanın anlamsızlığı ortada. Aynı yarışmacılar farklı jürilerce değerlendirildiğinde çok farklı sonuçlar çıkabildiğini de biliyoruz. Peki, olumlu yanları yok mu yarışmaların, ödüllendirmelerin?  

“Toplumsal dünya sunduğu toplumsal oyunlarla, görünürdeki bahislerden daha fazla ve başka bir şey sağlar: Kovalamacanın kendisi, yakalanan şeyin kendisi kadar, hatta bazen daha önemlidir ve maaş, ödül, mükafat gibi bariz kazançları aşan ve kayıtsızlıktan (veya depresyondan) çıkmaya, bir amaca yönelmeye ve nesnel, dolayısıyla öznel olarak toplumsal bir misyona sahip olmaya bağlı bir mutluluk söz konusudur.

Beklenmek, aranmak, yükümlülüklere ve angajmanlara sahip olmak, sadece yalnızlık ve önemsizlikten muaf olmak değil, aynı zamanda, en somut ve en sürekli biçimde, başkaları için bir değeri olma, başkaları ve dolayısıyla insanın kendisi için önemli olma hissini yaşamak ve sürekli bir varoluş gerekçesi bulmak demektir” diyor Pierre Bourdieu “Akademik Aklın Eleştirisi”nde (*). 

Acılardan ‘show’ çıkarmak 

Yarışma ve ödüllendirmelerin sanatçı açısından böyle bir değeri var. Kimi zaman maddi karşılığı da olan ödüllere rağbet gösterilmesi boşuna değil. Ama işin bir de sektörel boyutu var. Sinema gibi bir endüstride yatırımın kazanca dönüşmesinde ödüller önemli bir işlev üstlenebiliyor. Kapitalizm Oscar gibi yarışmalar düzenleyerek, kazancına kazanç katmakta çok mahir. Ödüllendirmeyi bir sürece yayarak, dikkatlerin yılın dört ayı boyunca yılın önde gelen yapımları üzerinde toplanmasını sağlıyor. Ve yarışmayı, bir değerlendirme olmanın ötesine taşıyarak, bir ‘show’a dönüştürüyor. Bu cazip tuzağa düşenlerin sayısı hiç de az değil. Bu gece uyumayıp sabaha karşı 2’den 5’e kadar sürecek bir ödül törenini izleyecek milyonlar var. Sırf bunun için, yayın hakkını satın alan dijital platforma üye olanlar da cabası. 

Yarıştan söz açınca, Horace McCoy’un romanı “Atları da Vururlar”ı ve romanın başarılı bir uyarlaması olan Sydney Pollack filmini anımsamamak elde mi? Yarışmanın ödülü olan paraya kavuşabilmek için çırpınan yoksul insanların dramı aracılığı ile kapitalist sistemin eleştirisini yapan “Atları da Vururlar” (Son Gerçek) insanlığın bugün içine düştüğü trajik konumu gözler önüne seriyor. Yarışmacıların acısını ‘show’a dönüştüren bir oyunun içinde değil miyiz hepimiz? Yarışa katılmamak elimizde elbet ama bir çıkış yolu göremeyenler için kolay bir tercih değil bu. Yarışmaların, ödüllendirmelerin yararına gelince, bir sinefil olarak bunların tanıtıma katkısını görmezden gelemeyiz. Evet, ödüller olmasa da sinema yazarları başarılı yapımları seçip, kitlenin önüne koyabilir ama kaç kişinin haberi olur bundan? Oysa ödüllerin -hele Oscar gibi büyük bir gösteriye dönüşen ödüllendirmelerin- etkisinden uzak kalmak mümkün değil. Bu da, daha çok sayıda iyi filmin seyirciyle buluşabilmesi (ve tabi endüstrinin patronlarının cebinin daha çok para görmesi) demek. Sanatçıların da bu gösteriden paylarını, şöhret ve onun getirdiği maddi kazanç olarak aldıklarını düşünürsek, yarışma ve ödül mekanizmalarına daha insaflı bakabiliriz gibime geliyor.     

“Atları da Vururlar”dan söz etmemin bir nedeni de, bugün Oscar ödüllerinde yarışan bir filmin, usta yönetmen Martin Scorsese’nin “Dolunay Katilleri”(Killers of the Flower Moon). Film, tıpkı “Atları da Vururlar” gibi kapitalizmin acımasızlığını ortaya koyarken, finalde sistemin bu acıları ‘show’a dönüştürmekteki başarısını çok güzel anlatıyor. 

Geçmişin hatalarıyla yüzleşme 

Bu yılın öne çıkan filmlerinin bir özelliği de, bir özeleştiri boyutu içermeleri. Tıpkı “Dolunay Katilleri” gibi “Oppenheimer” da, milyonlarca insanın ölümüne yol açan atom bombası felaketinin baş sorumlularından Robert Oppenheimer’ın bu işteki sorumluluğu ile yüzleşmesini anlatıyor. Hiç kuşkusuz yılın en önemli filmlerinden biri bu, ama en iyisi mi, emin değilim. Çünkü çok iyi olarak nitelendirebileceğim dört film daha var: “İlgi Alanı”, “Dolunay Katilleri”, “Zavallılar”, “Geride Kalanlar”. Umarım hepsi de, ödül listesinde yer alacaktır bu filmlerin. “Oppenheimer” tahminim dayanaksız değil. Oscar’ların dört aylık bir sürece yayıldığını söylemiştim; bu süreç içinde sinema sektörünün tüm sendika ve birlikleri kendi ödüllerini belirliyor. Bu da iki aşamalı bir oyun; yönetmenler önce adaylarını (en iyi beş yönetmeni) seçiyor, ikinci bir tur sonunda da ödül verdikleri yönetmeni açıklıyor. Oyuncular, senaryo yazarları, görüntü yönetmenleri, besteciler, kurgucular… hepsi aynı süreç içinde kendi kategorilerindeki adayları seçiyor. Uluslararası Film dalında da ülkelerin gösterdiği adaylar bir seçici kurul tarafından önce on beşe, ikinci turda beşe indirgeniyor. En İyi film dalında ise tüm Akademi üyeleri oy kullanarak on aday belirliyor. Son turda ise, Akademi üyeleri tüm dallar için oy kullanıyor. Notere teslim edilen zarflar, bu geceki törende açıklanıyor. Tabi, bu dört aylık süreç içinde tüm sinema dergileri de kendi listelerini ve tahminlerini açıklamış oluyor. Ocak ayında açıklanan Altın Küre Ödülleri ise, Oscar’lar için önemli bir işaret oluyor.  

Ödüller kime gider? 

Tüm bunlardan yola çıkarak, 96. Akademi Ödülleri’nde 13 dalda Oscar adaylığı olan “Oppenheimer”ın En İyi Film seçileceğini ve en az birkaç kategoride daha ödüllendirileceğini düşünüyorum. En İyi Yönetmen dalında Christopher Nolan’a şans verenler çoğunlukta, ama bana kalsa Martin Scorsese’ye verirdim oyumu. “Oppenheimer”la En İyi Erkek Oyuncu dalında Cillian Murphy iddialı ama karşısında güçlü bir rakip var (birazdan söyleyeceğim). Nolan’ın filmi, En İyi Uyarlama Senaryo (tercihim “Zavallılar” olurdu), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Robert Downey Jr.), En İyi Müzik (Ludwig Göransson) dallarında en şanslı aday; En İyi Kurgu dalında da iddialı. 

11 dalda aday gösterilen “Zavallılar”ın (Poor Things) en şanslı olduğu dal En İyi Kadın Oyuncu. Muhteşem yorumuyla Emma Stone’un “La La Land”le aldığı Oscar heykelciğinin yanına bir ikincisini koyması sürpriz olmaz. “Bir Düşüşün Anatomisi”nde Sandra Hüller bir kez daha ustalığını sergiliyor. Ama bana kalırsa bu ödülü “Dolunay Katilleri”ndeki rolüyle Lily Gladstone’un alması daha büyük olasılık. Bunun bir nedeni, gerçekten çok iyi bir oyunculuk sunması, bir diğer nedeni ise ‘politik doğruculuk’, yani katledilen yüz binlerce Kızılderililerden özür kabilinden Osage kabilesinin ferdi bir oyuncunun ödüllendirilmesinin politik ve duygusal getirisi. “Zavallılar”, Yönetmen, Görüntü Yönetimi, Yapım Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Kurgu ve Ses Tasarımı dallarında da iddialı. Bu bir yarışma olsaydı, jürinin Lanthimos’u ya da Jonathan Glazer’i En İyi Yönetmen seçme olasılığı yüksek olurdu. Ama oylamaya katılan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin on bine yaklaşan üyesi arasında Amerikalıların ağırlığı ibrenin “Oppenheimer”dan yana olması sonucunu doğuruyor. 

10 dalda aday gösterilen “Dolunay Katilleri” Scorsese’nin kariyerindeki zirvelerden biri. Başka bir yıl olsaydı, En İyi Yönetmeni ödülünü rahatlıkla alabilirdi. Ama bu yıl iyi film sayısı fazla ve aralarında “Oppenheimer” öne çıkıyor. Oscar’larda En İyi Film ödülünü alan filmin yönetmeninin de ödüllendirilmesi sıkça karşımıza çıkan bir durum. İngiliz yönetmen Jonathan Glazer “İlgi Alanı”ndaki güçlü ve incelikli yorumu ile bu dalın güçlü adaylarından, ama sanırım En İyi Uluslararası Film Ödülü ile yetinecek. “Zavallılar” ile Yorgos Lanthimos ve ”Bir Düşüşün Anatomisi” ile Justine Triet de ödülü hak eden yönetmenler ama destekçileri fazla değil. 

Aralarında En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Ryan Gosling)’nun da olduğu 8 dalda Oscar’a aday gösterilen “Barbie”nin Yapım Tasarımı ve Kostüm Tasarımı dallarında şansı olduğunu, ama bu dallarda da ödülü “Zavallılar”a kaptırmasının güçlü bir olasılık olduğunu düşünüyorum. Törenden En İyi Özgün Şarkı Oscar’ı ile ayrılması olasıdır. 7 dalda aday gösterilen Netflix yapımı “Maestro”nun ise yönetmen - oyuncu Bradley Cooper’in başarılı yorumuna karşın, yalnızca Saç ve Makyaj Tasarımı dalında ipi göğüslemesi mümkün. Erkek Oyuncu dalında Cillian Murphy’nin en büyük rakibi “Geride Kalanlar”la (The Holdovers) Paul Giamatti. Rolünü usul usul, oya gibi işleyen bir oyuncu. Keşke o alsa diyorum... Filmin oyuncularından Da’vine Joy Randolp En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında neredeyse rakipsiz. Film, Özgün Senaryo dalında da iddialı, ama sanırım ödül “Bir Düşüşün Anatomisi”ne gidecek. Belgesel ve Kısa film dallarındaki adayların hepsini izleyemediğim için yorum yapamıyorum. Sonuç olarak, bu yılın Oscar’larında potada çok sayıda iyi film olduğunu, hangisi kazanırsa diğerlerine yazık olacağını düşünüyorum.      

(*) Metis Ajanda 2024