Bizim dağlardaki üç hanelik mezraların içinde bir zamanlar çocuk sesleri kulakları çınlatırmış

Bizim dağlardaki üç hanelik mezraların içinde bir zamanlar çocuk sesleri kulakları çınlatırmış. Ormanların derininde, toprak damlı evlerin önünde, gürül gürül akan çeşmenin başında haylazlık yapan çocuk sürüleri gelip geçermiş. Elerinde bazen birer qanqoli, bazen birer darnagoçe, bazen birer koçmek, bazen de birer çel varmış. Bazen de taşlardan seçilen mam ile eğlenirlermiş. Bunların kimi ağaçlardan, kimi taşlardan yapılan oyuncaklarmış. Oyuncakçı dükkânı yokmuş, herkes oyuncağını ötekine verirmiş, takas varmış.

Mezrasından çıkıp, Xarput’un, Koçgiri’nin, Karadengij’in yollarına düşünce sefiller, hamallığa, taş kırmaya, bina dikmeye, tuz getirmeye varınca, mevsimler sonra evlerine girdiklerinde ellerinde, çocuklar için emsinler diye ya biraz renkli şeker, ya da naylondan bir veyvike olurmuş. Kızlar veyvikeleriyle uykulara dalar, erkekler şekeri yavaş yavaş emermiş. Veyvike de, şeker de rüyada çocukların peşini bırakmazmış.

Yirmi yıl evvelmiş, bolu tugayı gelmiş. Evler yanmış, insanlar sade yatak-döşek çıkmış, bildiği dağın öte yanına değil, çok uzaklara gitmiş. Estemol’da Gazi’ye, Bir Mayıs’a, Sarıgazi’ye, İzmir’e. Mezralar boşalmış, çocuklar birbirine gözle sus yapmış. Rüzgâr sesini kesmiş, gölgeler çekilmiş. Ay batmış, dağ gözünü yummuş, dere akmamış, çeşme donmuş. Ağaçlar başını eğmiş, yapraklar düşmüş. Köpek havlamamış, kedi miyavlamamış, eşek anırmamış, tosbağa ile tarla faresi kol kola yeraltına kaçmış. Yer, gök, canlı, cansız sözleşmiş, kaybolmuş. Yalnız ağacın dalına garip bir kuş bile gelip konmamış. Dağ, nehir, dere, tepe, kemer-i kuç, toprak sütliman olmuş. Çocukların bezden, ağaçtan, taştan, hamurdan yapılmış oyuncakları tarlada, çeşmenin yanında, evlerin yıkılmış duvarının altında kalmış.

Bizim dağlar boşaltılmadan yarım asır evveli, üç bin dört bin kilometre ötede, Hitler, Yahudiler, Çingeneler, Komünistler ve diğer toplulukları katlettiğinde, geride kokusu insanı çıldırtan gaz odalarının yanı başındaki oyuncaklar kalmış. Bebekler, arabalar, mızıkalar, düdükler, misketler, toplar. Hitler’in yok ettiği çocuklardan kalan oyuncaklar, insanlık onları unutmasın diye, bugün hepsi birer müze olan kampların hemen yanı başında hüzünle dururmuş.

İnsan oyun oynamış. Enerjisini atmak, benzetmece yapmak, boşalmak, doğuştan gelme bir yeteneği geliştirmek, kafa dinlemek için hep oynamış. Küçük insanlar, çocuklar yani, oyunu çok sevmiş. Bir düşünüre göre, insan, küçükleri -yani genç yaratıkları- ileride yaşamın gerektirdiği işlere hazırlamak, yetiştirmek için oyunu yaratmış. Yani oyun, gerçekte oyun değilmiş, ciddi bir işmiş, insan yapmaya yararmış. Mesela aşk oyunu, oynaşmak ve oynak buradan doğmuş.

Oyun gönüllü oynanmış. Özgürceymiş. Oyun oynayan, gerçek yaşamdan çıkarmış. Oynayan gerçeğin dışında olduğunu bilirmiş. Çıkarcı değilmiş, maddi kazanç yokmuş. Oyun başlarmış ve mutlaka bitermiş. Bir sonucu varmış. Oyun yeri, oyun masası, sahne, perde, futbol, basketbolun sahası varmış.

Oyunun mantığı varmış. Oyuncuları birbirine yaklaştırırmış. Bittikten sonra insanları, aynı derneğin üyesi gibi yaparmış. Sinemaların bugünlerde moda ettiği Kardeşlik, eski toplulukların, klan topluluklarının benzeri, bir çeşit oyun-topluluklarıymış. Oyuncuların kendi dışındakilere karşı bir çeşit gizlilikleri varmış. Semah ya da ayin-i cem mesela, bir çeşit gizlilik oyunuymuş.
Çocuk oyun oynarken içtenlikle oynarmış. Ama bunun oyun olduğunu yine de unutmazmış. Sporcu da kendini tam oyuna vererek oynarmış. Bizim on iki dev adam mesela hep hırslıymış. Ama yine de bu bir oyun, bilirlermiş. Sahnedeki oyuncu, ne kadar kendini oynadığı kişiliğe verirse versin, gene de oyun olduğunun bilincindeymiş. Platon, en doğru yaşayışın oynar gibi yaşamak olduğunu demiş.

Keserek, doğrayarak öldürmek, cennet için her şeyi yakıp-yıkmak oyun, bazuka, füze, baş kesen kılıç, bomba ise oyuncak olmuş. Oyuncular işsiz, cennet ve uyuşturucu bağımlısı cihatçılarmış. Gizlilik yokmuş, kafa kesme mesela videoya çekilirmiş, dünya seyirlik bir oyun sahnesiymiş. Oyuncular, bunun bir oyun olmadığını, uçurulan kafadan, günde üç kez tecavüz edilen on üçlük kızın çocuk bedeninden, kalaşnikofun mermisinden korunmak için kafasını tutan çıplak mazlumdan iyi bilirmiş. Kırk dokuz yurttaşımızı İslamcı barbarlara altın tepside teslim eden alçaklar sürüsünün bildiği kadar.

Qanqoli: Bazı meşe ağaçlarında olan muşmula benzeri sert cisim, Darnagoçe: Bir tür tahteravalli, Koçmek: Topaç, Çel: Çelik-çubuk, Veyvike: Bez bebek, Kemer-i Kuç: Dağ-taş.