Farkındaysanız eğitimciler, eğitim yazarları ”Andımız” tartışmasını uzaktan izliyor. Eğitimciler, taraflara bakarak tartışmanın pedagojiyle ilgili olmadığını görüyor. Eğitim Bakanı da böyle düşünüyor olmalı ki “mesele hukuki” diyerek meseleyi sorumluluk alanının dışında tutma yolunu seçti. Kişinin gündelik siyasetin neresinde durduğunu belli eden iki şıklı “Andımız” sorusunun kalsın mı, kalksın mı seçeneğinden birini işaretlemek, ortaya oynayan Ziya Selçuk açısından kolay olmasa gerek.


“Andımız” tartışmanın başladığı ve geldiği nokta eğitimin değil, siyasetin dilini gerektiriyor. Konu pedagojiden esinlenerek tartışılacak noktada olsa elbet bizim de bir çift sözümüz olur. Ama bir tarafında Bekir Bozdağ’ın bulunduğu bu konu hakkında pedagoji diliyle konuşmak kolay değil. Tabii siyasetin hengamesinde pedagojinin sesini duyacak, dinleyecek birini bulmak da başka bir sorun. Bir başka sorun da Andımız kalsın, kalksın dışındaki seçeneğe kapalı tartışmaya dahil olup milliyetçilerle dincilerin sınır çekişmesinde taraflardan birine hizmet ediyor olmak.

Erdoğan, partisi ve dincilerin Andımız’a itirazı, yeminin Atatürk’e, Atatürk ilkeleri üzerine yapılıyor olmasındandır. Yemin Allah adına olsa, mesela besmeleyle başlasa sorun olmayacaktı. Milliyetçiler ise Andımız’daki milliyetçi vurguyu korumak istiyor. Dincilerin, Andımız’da Türklükle Türkçülük yapılıyor iddiası ne kadar konjonktürel, stratejik, taktikselse laiklik karşıtı iktidar politikalarına destek vermiş milliyetçilerin Türklükle Türkiye’de yaşayan bütün etnik unsurlar kastediliyor savı o kadar inandırıcı olmaktan uzaktır. Türklüğü, Türkiye halkları anlamında kullanmak laik olmayı gerektirir. Atatürk ilkeleri, bu çevrelerin umurunda olsaydı laiklik karşıtı iktidar eylemlerine destek vermiş olmazlardı.

Şu haliyle pedagojinin Andımız tartışmasına dahil olmasını gerektirecek atmosfer yok. Ama yine de tartışmanın dışında kalarak fikrimizi söyleyelim. Bugünkü haliyle Andımız, 1933’te Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in yazdığı motivasyon metni değil. Sonraki yıllarda metin üzerinde iki kez kalem oynatıldı: 1972’de “and içerim” ifadesi eklenerek yemin metnine döndürüldü. 1972’de “and içerim”den sonra gelmek üzere “Ne mutlu Türk’üm diyene”, 1997’de ise “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sloganları eklendi. Bu eklemeler ve diğer düzenlemeler, okulunda öğrenciyi motive edecek eğitimsel amaçlara hizmet etmediği gibi eğitimsel olabileceği düşünülen “doğruyum, çalışkanım, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak” ifadelerini de bağlamından kapatmaktadır. Kaldı ki Andımız, bu haliyle yemin metni de sayılamaz. Yemin metni “yemin ederim” veya “and içerim”le biter. Oysa Andımz’la “and içerim”den sonra öğrenciye iki slogan daha tekrar ettiriliyor.

Okulu yeniden kazanmadan bir mahkeme kararıyla laikliğe, Atatürkçülüğe dönüleceğini veya Danıştay kararıyla bir mevziyi ele geçirdiğini düşünenler de var. Diyelim ki Andımız pedagojiyle ters düşmeyen, Türkiye’deki bütün halklara, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe sadakati ifade eden bir motivasyon metni. İçinde ırkçılık yapılan, farklı inançları yok sayan, Atatürk ve Atatürkçülük bulunmayan, yalan yanlış bilgilerin öğretildiği okul kapısından girerken söylenmesinin kime yararı olacak. Bu yalanın büyüğü olmaz mı?

***

Vizyonunuz yoksa propagandayı vizyon sanırsınız

Girdiği her seçimi kazanmış bir iktidarın, son seçimde birkaç puan kaybetti diye vizyonunu değiştireceğini beklemek gerçekçi olmazdı. Fakat laikler, cumhuriyetçiler, ulusalcılar sanki partinin hükümet programını bekler gibi bir bürokrat olan Ziya Selçuk’un, iktidarın 16 yıllık vizyonunu değiştirebileceği beklentisine kapıldı. Neymiş efendim, altı doldurulursa devrim olurmuş! Adam vizyonunu niye değiştirsin! 16 yıl boyunca girdiği her seçimden sonuç almış bir siyasetçi bir bürokrata gel benim vizyonumu değiştir der mi, buna izin verir mi?

Tavuk yumurtasına gurka yatan hindi kadar saf bir toplumuz. Aklı başında, görmüş geçirmiş kimi solcuların bile Erdoğan’ın vizyonunu değiştirebileceğine inanıyor ve Eğitim Vizyon Belgesinde yeni bir şey söylediğini düşünüyor. Vizyon Belgesindeki okullar arası kalite farkını ortadan kaldırarak sınav sorununu çözme önerisini destekleyenlere rastladım. “Kalite”, nitelik karşılığı olarak kullanılıyorsa iyi, makul ve mantıklı bir yöntem; ama kardeşim kalitesi destekçileri tarafından sorgulanan İmam Hatip Ortaokulu, İmam Hatip Lisesi, imam hatipleşmiş üniversiteler dururken okullar arası kalite farkı nasıl ortadan kalkar düşünmez misin?

Ziya Selçuk’u anlıyorum, o, ürettiği mala müşteri arayan piyasa adamı. Erdoğan’ı da anlıyorum, o da insanlara inanmaları gereken yalanı söylemekten kaçınmayan bir siyasetçi. Anlamadığım tokatlanmış, ötekileştirilmiş, mezhebine, ırkına, cinsiyetine, kültürüne, fikrine hakaret edilmiş insanların 17. yılında iktidardan yeni bir vizyon bekliyor olmaları. Ziya Selçuk damak tadına hitap ediyor olabilir. Fakat iyi bir aşçı elinden çıkmış, bol malzemeli lezzetli yemek bulaşık kapta da yenmez ki!