Benim doğduğum dünyada, kal u bela’dan axir zamana kadar olan mılaket diye cin mi, yoksa peri mi desem, bir meleke varmış. Tanrı bu mılaket adlı arkadaşı hem kendi yanında, hem de biz insancıkların dünyasında çeşitli işlere koşmuş. Bu insanlar gibi yaşar, evlenir, çoluk-çocuğa karışır, cinlik yapar dururmuş. Davul, zurna, qırnata, ney çalındığında bir görünür, bir kaybolurmuş.

Mılaketin erkeği cin, dişisi ise periymiş. Erkek çok, dişi azmış. Erkek kaba, dişi zarifmiş. Höpürdetip içtiği kahvenin veya kırmızı bir ipi evirip çevirerek fala bakıp duran kişiler vardır ya, işte onlara kollarında asılı periler, cinler yol gösterirmiş. Bu mılaketlerin kıyafetleri de farklı farklıymış. Yeşili ve kırmızısı da varmış ama beyaz elbiseli Sipelaylar çok kötüymüş. İnsan en çok bunlardan korkarmış. Sipelaylar bazen birdenbire insanı tokatlar, şırraak diye vurdukları limo serdi’leriyle (soğuk pençe) insanları sakat bırakırmış.

Cinleri kış kış etmek için, gece uykulara dalmadan evvel biz çocuklar pısimlay eder dururduk. Dünyanın kilidi pısimlayla açılırmış. Bu laf her derde dermanmış. Ta ezelden, bizim sefiller, Ya Hakk sen limo serde’yi şu küçücük kom içine dolmuş biz biçarelerden, Oli Katarı’ndan bakiye mazlum neslimizden, axurdaki öküzümüzden, keçimizden uzak tut, ya Xızıııır, diye dualar etmiş. Düşmana kötülük isterken, Hakk’tan bela dilerken de, Ya Hakk sen ona soğuk pençe getir, derlermiş. Vesselam, mılaket adlı fedai işte böyle cevvalmış.

Ölüm meleği felek başta bir güzel cinmiş. Haq buna, git emanetimi getir, buyurmuş. Felek gitmiş, eli boş dönmüş. Hakk sormuş, o, kıyamadım bebeğini emziriyordu, demiş. Hakk yine emretmiş, bu yine gitmiş, elde var sıfır dönmüş. Hakk’a, çocuğunun ayağı taşa değdi, ağladı, bu kadar acı yeter dedim, almadım canını, deyivermiş. Üçüncü, dördüncü derken Hakk anlamış ki, bu can alamayacakmış. Dehşetli nefesiyle bir çarpmış bunu, kulaklarını sağır, yüreğini taş etmiş. Böylece bizim bildiğimiz zalim felek doğmuş.

Bizim oralarda, can almaya gelen feleğe, ister genç ol, ister yaşlı, ister lisede delifişek, ister doksanında ölüm döşeğinde, yine pısimlay denilmiş. Can almaktan vazgeçer, korkar, erteler, bugünün işini yarına bırakır umuduyla, pısimlay pısimlay, çekilirmiş.

Hani sınava giren, askere yollanana, hastalıktan kıvranana, yolculuğa gidene, gurbette sır olana hep dualar edilir, çerağlar yakılır, ziyaretler, evliyalar, enbiyalar yardıma çağrılır, kurbanlar kesilir, niyazlar pişirilir, dudaklar durmadan oynatılarak, tü tü tü çekilir ya, işte bizim ellerde tek cümleyle tüm bu işler bir güzel hallolur: Pısimlay.

Hakk ise yalnızca wayir, xade değilmiş, yüce erdemlilik, adalet, bir de dürüstlükmüş. Bakmış insan kötü, tam üç yüz altmış altı peygamber, veliler, deliler, nebiler göndermiş. Melekler, cinler, periler yaratmış. Kimsenin görmediği, gitmediği, dönmediği cenneti, sarı çıyanlarını, kaynar kazanlarını kimselerin tatmadığı cenemeyi var etmiş. İnsan kötülükten uzak dursun, iyilikle dolsun istemiş. Nafile, tövbelerin tövbesi, hiçbiri olmamış, Hakk’ın gücü insana, mılaketin gücü bizim iki dağ altı köylücüklere bile yetmemiş.

Hakk sırmış, mılaketi kimse görmemiş, elle tutmamış, dokunmamış, limo serdi’den bir kişi bile sakatlanmamış, pısimlay bir çocuk kandırmacasıymış, dev adam sıpelay’ı masallar bile unutmuş, zalim felek bile araziymiş. Ama Cisr eş-Şugur kasabasına bir gece ansızın sızan pis suratlı, simsiyah cehennem sakallı yobaz canavarların, İştebrak adlı Alevi köyünde kadın, çocuk, yaşlı demeden tam otuz beş canı kesmesi gerçekmiş. Mılaket de, sıpelay da, felek de işte bu kökü gelesice güruhmuş.