İç politikada çok Kürt, çok Bahai, çok komünist, çok dindar katletti, dışarıya karşı ise hep melekti

Rafsacani: ‘İçi’, ‘dışı’ bir değildi

Ölüm haberini duyar duymaz şöyle bir göz atınca batı medyasının neredeyse ağız birliği etmişçesine “ılımlı molla” diye tanımladığını gördüm. Batı için “ılımlı” sözcüğü, kendisine yönelik yumuşak tutumu tanımlar sadece. Yoksa bu sıfatı layık gördüğünün “ana yurdunda” yapıp ettikleri umurunda olmaz. İran’ın “devrim”den sonraki dördüncü Cumhurbaşkanı Hüccetülislam Haşimi Rafsancani ılımlı falan değildi. Yüzlerce Kürd’ün, Bahai’nin, komünistin idam edildiği kanlı bir dönemdi onun cumhurbaşkanlığı.

İran’ın Amerika’ya “Büyük Şeytan”, ABD’nin İran’a “Terör Yuvası” demiş olması her iki ülkenin birbirine kayıtsız kaldığı anlamına gelmiyor. En katı, en ağır ambargoları uyguladığı zamanlarda bile Amerikan şirketletinin İran’la ticaret yaptığını bilmeyen yok. En “tutucu” kabul edilen Mahmud Ahmedinejat zamanında bile. Meraklısına şu İrangate olarak adlandırılan skandalla ilgili okumalar yapmasını öneririm. ABD ne İran’ı gözden çıkardı ne İran batıya yanaşma tutumundan vazgeçti. Dünya petrol rezervlerinin yüzde10’una, doğal gaz rezervlerinin de yüzde 16’sına sahip İran’a ABD sermayesinin kayıtsız kalması, böyle bir zenginlil üzerinde oturan İran’ın da bunu ABD ile batıya yanaşma fırsatına çevirmemesi mümkün mü?

İşte bu 1934 doğumlu Rafsancan’lı zat (soyadı doğduğu yerdendir) özellikle İran-Irak savaşı sonrası ülkenin iç piyasada ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu sırada, İran ticaret burjuvazinin çıkarları için çözümü yumuşamada bulmuştu. Irak diktatörü Saddam Hüseyin uğursuzunun İran üzerine saldırtılmasıyla 1980’de başlayıp, 88’de sona eren, 20 yaşın altında bir milyondan fazla İranlının hayatına mal olan savaşın kazananı olmasına rağmen İran’ın içine sürüklendiği ekonomik darboğazı aşmanın yolu, hemen değilse bile, mutlaka gerçekleşecek olan uluslararası sermaye ile “buluşma”daydı. Bu buluşmanın yollarını açan adamdı Rafsancani. İran’ın BM Güvenlik Konseyi’nin savaşı sona erdiren kararını kabul etmesindeki en önemli yetkilinin o olduğunu söylerler. Onu emperyallerin gözünde “ılımlı” yapan budur.
ABD’ye, Batı’ya “jest” yapma fırsatını hiç kaçırmadı. 90’ların başında Hizbullah’ın kaçırdığı Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasında oynadığı rol, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın ona teşekkür etmesini sağladı örneğin. “Büyük Şeytan”dan takdir gören ilk/tek İran devlet adamıdır. “Ilımlı” Rafsancani, Şeytan Ayetleri kitabı yüzünden hakkında öldürülmesi için fetva çıkarılan Salman Rüştü’ye yönelik söz konusu fetvanın kaldırılmasına “Humeyni’nin ilkelerine ters” diyerek karşı çıkmıştır.

Başkanlığı döneminde devlet kontrollü ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçişi savunması, bunun için çabalaması, sonunda kısmen de olsa başarması ülkenin en zengin kişilerinden biri olmasıyla da ilgiliydi. Doğduğu kent başta olmak üzere ülkenin hemen her şehrinde sahip olduğu mülklerin haddi hesabı yoktur. İran petrol sanayiinin zenginliğine zenginlik kattığı ikinci bir devlet yetkisi var mıdır, bilinmiyor. Bilinmiyor çünkü, İran devleti yöneticilerinin herhangi bir ekonomik sırrını açıklamama konusunda dünyanın en katı kurallarına sahip ülkelerden biri.

Emperyalizme karşı yumuşamış bir adam olarak “Ömer Kebir” takma adıyla yazdığı kitapta, roman kahramanını büyük bir antiemperyalist olarak tarif etmesi gülümsetiyor insanı.

Liberal denir ama ülkenin en büyük muhalif gruplarından Halkın Mücahitleri mensuplarının katledilmesi üzerine sarf ettiği sözler çok dikkat çekicidir: “Allah’ın hukukunun buyurduğu gibi; düşmanları onları cezalandırmak için bir, onları öldürün, iki, idam edin, üç, ellerini ve ayaklarını kesin, dört, sürün. Yaptığımız budur”.
Başkanlığı o kadar kanlıydı ki 1982’de eski Başbakan Mehdi Bezargan yazdığı bir açık mektupta onu ve yönetimini ülkede terör ve korku iklimi yaymakla, ulusu bölmekle suçlamıştı.

Rafsancani, iç politikada “kanlı”bir yönetici, dış politikada “uzlaşma yanlısı” ve “ılımlı”ydı. Yani “içi dış” bir değildi

“Devrim”in lideri Ayetullah Ruhullah Musavi el Humeyni’nin en yakın arkadaşıydı. En başından beri hem de. Öyle ki Şiiler için kutsal kabul edilen Kum kentinde birlikte dini eğitim aldılar. Rafsancani’nin İslamcı hareketin parçası olması 60’lara denk düşer. Şah rejiminin defalarca hapse attığı figürlerden biridir. 1965’de dönemin Başbakanı Hasan Ali Mansur’a yönelik suikastta suikastçıya silahı temin eden kişi olduğunu söylerler. Şah’ın devrilmesinden sonra Humeyni’nin en güvendiği yardımcısı olacaktır. Ordunun başına da getirilir, ülkede politika yapıcı en önemli kurumların sorumluluğuna da.

Başından beri savunduğu katı “devrim” ilkelerini, güne uydurduğu için revizyonşist olarak adlandırması doğrudur elbette ama daha çok oportünist olarak adlandırmayı hak ediyor. İki dönem süren cumhurbaşkanlığından sonra genel seçimlere Tahran’dan aday olduğunda kazanan 30 kişi arasında o yoktu. Devrim Konseyi’nin seçim sonuçlarını “hükümsüz” sayıp yeniden oy saydırması sonucu girebildiği parlamentodan yeminden az önce istifa etmek sorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olduğunda o kadar itibarsızdı ki, karşısına kim çıksa kazanırdı. Seçimlerde rakibi olan son derece silik, son derece ilkel Mahmud Ahmedinejat’ın kazanmasının nedeni toplum gözünde “zigzag” çizen birisi olmasıyla da ilgilidir.

Kanlı Cumhurbaşkanlığı döneminde ülkeyi imar açısından ihya ettiği doğrudur. Siyasi anlamda kurumların kökleşmesinde katkısı da inkar edilemez. Binlerce yıllık devlet yönetme geleneğine sahip İran toplumunun, dini temeller üzerine kurulu “yeni devleti”nin klasik devlet yapısına dönüştürülmesinde de hatırı sayılır katkıları oldu. “Dini polis devleti”ne dönüştürdüğü İran’da daha sonra diğer mollalara nazaran reformcu, yenilikçi kabul edilmesi tuhaf mı tuhaftır.

ABD’nin, batının ona “liberal” ya da “ılımlı” demesinin nedeni özellikle ülke dış politikasında izlediği tutumdu. Devrim’in retoriğinden vaz geçerek başladı bu politikaya. Humeyni, “ne doğu ne batı” diyordu örneğin ama Rafsancani “hem kuzey hem güney” diyerek farklı bir çizgi izledi. İran’da “İkinci Cumhuriyet” adını alan döneme damga vuran bir politikaydı bu.

Fırsatçılığı belki takdir edilmeli. Dünya politikasındaki alt üst oluşu fırsata çeviren biriydi aynı zamanda. Sovyetler dağılınca, Irak işgal edilip parçalanınca, İran’ın dünyayla uzlaşması için uygun iklim oluşmuştu bile. SSCB’nin ortadan kalkmasıyla dünyanın önde gelen stratejik bölgelerinde doğan jeopolitik güç boşluğu, bu coğrafyaların kesiştiği yerde bulunan İran’a bölgede etkin bir aktör olma fırsatı tanımıştı. Bunu değerlendirdiği için İran’da bu yanıyla tartışmalı olsa da önemli bulunur Rafsancani.

Rafsancani, Batı Avrupa ülkeleriyle yakınlaştı, Avrupa Birliği ve Japonya ile ticari ilişkilerini geliştirmeye çaba gösterdi.
Rafsancani’nin dış politikadaki hedefleri İran ticaret burjuvazinin beklentilerini karşılamaya yönelikti elbette. İran’ın uluslararası toplumdaki yalnızlığını sona erdirmek için uğraşırken, ABD’yi Irak’ta durdurmaya da çalıştı. Ilımlı olmmasına ters olan tutumu budur. Sürdüremediği, temeli olmadığı için sürdüremediği bir çabaydı bu. Yabancı yatırımı ülkeye çekmek için her şeyi yaptı. İran ordusunu güçlendirmek istedi, bu nedenle Rusya’yla ilişkilerini geliştirdi. 1990’larında başında İran ile Rusya nükleer işbirliği antlaşması imzaladı.

Basra Körfezi’nde de İran’ın hedefleri netti: Bölgede lider olmak. Bunu ABD ve Batı ile yaptığı nükleer anlaşmadan sonra petrol piyasasına hızlı ve kararlı bir dönüş yaparak gerçekleştirmiş sayılır. Rafsancani’nin “yakınlaşma” politikasının sonucudur bu.

Rafsancani, iç politikada “kanlı”bir yönetici, dış politikada “uzlaşma yanlısı” ve “ılımlı”ydı. Yani “içi dış” bir değildi.

KİMDİR?

Ali Ekber Haşimi Rafsancani (d. 25 Ağustos 1934, Rafsancan - ö. 8 Ocak 2017, Tahran), İranlı din ve devlet adamı. 1989-1997 arasında İran İslam Cumhuriyeti’nin 4. Cumhurbaşkanı.

İran’ın Kirman ilindeki Rafsancan’da doğdu. Fakir bir fıstık-çiftçisi ailenin oğluydu. 1948’de din eğitimini sürdürmek için Şiilerin kutsal kenti Kum’a gitti. 1958’de Ruhullah Humeyni’nin müridi oldu; zamanla Şiiler arasında ayetullah ‘lıktan sonraki en yüksek ikinci derece olan hüccetülislam mertebesine yükseldi. Humeyni gibi o da Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin modernleşme programına karşı çıktı. Humeyni 1964 yılında sürgüne gönderilince ülkede Humeyni için yardım toplayanların önderliğini üstlendi. 1975-78 arasında solcu teröristlerle ilişkisi olduğu ileri sürülerek yargılandı ve hapis cezasına çarptırıldı.

Şahın devrilmesinden sonra 1979’da Humeyni İran’a dönünce onun önde gelen yardımcılarından biri oldu. İslami Cumhuriyetçi Parti’nin kuruluşunda önemli rol oynadı. Devrim Konseyi’nde görev aldı. Devrimin ilk yıllarında içişleri bakanlığını üstlendi. 1980’de meclise seçildi ve meclis başkanlığına getirildi. Dokuz yıl boyunca meclis başkanı olarak görev yaptı ve zamanla İran’ın ikinci güçlü kişisi konumuna geldi. İran-Irak Savaşı (1980-1988) sırasında etkili rol oynadı.Ağustos 1988’de savaşı sona erdiren ateşkesi kabul etmesi için Humeyni’yi ikna etti.

Haziran 1989’da Humeyni’nin ölümünden sonra temmuzda oy çoğunluğuyla İran cumhurbaşkanı seçildi. Daha önce pek etkili olamayan yürütme organının yetkilerini artırarak güçlendi. Pragmatik bir politika izleyerek sertlik yanlısı İslamcılara karşı başarı kazandı. İran’ın uluslararası ilişkilerde yalnızlığa itilmesini önlemeye çalıştı. Savaştan çıkan ülke ekonomisini canlandırmak için yabancı sermaye yatırımlarından ve özel girişimden yararlanmak stratejisine uygun olarak, Avrupa’yla ilişkileri yenilemeye çalıştı. 1993’te, oy oranı düşmekle birlikte, yeniden cumhurbaşkanı seçildi.

2005 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda daha fazla oy almasına rağmen, ikinci turdaki rakibi Mahmud Ahmedinejad’e yenildi. İran İslam Cumhuriyeti Düzenin Yararını Teşhis Konseyi Başkanlığını yürütmekte iken, 8 Ocak 2017 tarihinde kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir.