Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanlığını devralırken "Türkiye’nin rasyonel bir sürece dönme dışında seçeneği kalmamıştır." derken aynı zamanda irrasyonel bir süreci devraldığını, süreç yönetimine hakim anlayışın akıldan ve mantıktan yoksun olduğunu söylemiş oldu. Akıldışı (irrasyonel) bulduğu sürecin ikinci bir aktörü olmadığına göre maliye bakanının  mesajı doğrudan cumhurbaşkanınadır.

Erdoğan, Maliye Bakanı’nın bu sözlerinden alınmaz. Çünkü o, akli ve nakli bilgi türünden ikincisi ile siyaset yapan biri. Buna rağmen irrasyonel biri olduğu da söylenemez. Akıldışılıkla eleştirilen  kararları bizim rasyonitemize uymadığı için onu irrasyonel sanıyoruz o kadar… Erdoğan için nakli bilginin amaç değil araçtır olduğunu biliyoruz artık. Kaldı Erdoğan’ın bilgi kaynakları irrasyonel olsa bile öyle davranması mümkün de değil: Ticaretle uğraşan, toplumu (devleti) bile şirket gibi yöneten birinin vahiye sadık kalması olanaksızdır. Mesela "nas"la açıkladığı faiz politikasını ele alalım; kapitalizmin içtihadına uymadığı için İrrasyonel bulunan düşük faizle enflasyonu ve kuru indirme iddiasıyla vahiyi araçsallaştırıp ciddi bir sermaye transferi yaptı. Niyetiniz halkın kaynaklarını kendinize veya yandaşınıza aktarmaksa meşruiyeti sorgulanamayan son derece akıllıca bir yöntem. Şimdi, Mehmet Şimşek, zenginler arasında dengesizliğe yol açan bu servet dağıtım sisteminden yeterince pay alamamış başka zenginleri mutlu edebilmek için Erdoğan’dan farklı bir yol izleyecek. Yöntemleri farklı da olsa ikisinin da amacı aynı, çalışandan alıp çalışmayana vermek. Buna amaca uygun araç kullanma deniyor, tanımın felsefi kavramı "araçsal rasyonelite"dir.

***

Rasyonel, kişinin veya toplumun düşüncelerini, yargılarını, karar ve eylemlerini akla uygun düzenlemesi (akılcılık) demektir. Fakat akla uygun her düşünce ve eylem doğrudur anlamına gelmez. Bu, aklın bilgiyi aldığı yere ve kullanım biçimine göre değişir. O nedenle aklın etkin, saf, teorik, pratik, araçsal, kutsal, eleştirel gibi çeşitleri vardır. Doğru akıl yürütmek için hem bilginin gerçek hem de onu işleyecek zekanın olması gerekir. Zeka, edindiğimiz bilgileri birbirine bağlamamızda, onlardan yeni bilgiler üretmemizde, öngörüde bulunmamızda ve nerede ve nasıl kullanmamız gerektiği konusunda bize yol gösterir. Zekasız akıl, kullanma becerisi olmayanın alet çantası gibidir, tek başına bir işe yaramaz.

Bazı insanlar karar, yargı ve eylemlerinde sanılarını, sezgilerini, içgüdülerini kullanır; gerçek dindarlar ise vahiyleri daha güvenilir bulur. Duyusal ve deneyimsel bilgileri reddeden, doğruluğu ve yanlışlığı test edilemeyen bu bilgi türüne irrasyonel (akıldışı) diyoruz. Yaşam dünyasını "kutsal akla" göre düzenleyen bu kategorideki kişiler ya başka bilgi edinme yollarından ya da bilgiyi kullanma kapasitesinden mahrumdur. Aydınlanma düşünürleri insanı yarım bırakan bu mahrumiyetin akılcı (rasyonel) bir eğitimle giderilebileceğini savundu. Modern toplum yirminci yüzyıla ahlaki temellere dayanan rasyonalist bir eğitimle girdi. Fakat kapitalizm, kısa sürede eğitimi, insan aklını karıştıran ve onu kendi amaçlarına uygun davranmaya zorlayan "kültür endüstrisinin" aracı bir kurumuna dönüştürdü.

Kapitalizmin akılla birlikte her şeyi araçsallaştırmasına ve ahlakı insanın temel değeri olmaktan çıkarmasına itiraz olarak bir grup düşünür (Frankfurt Okulu) "eleştirel teoriyi" geliştirdi. Eleştirel teorinin içinden ise eğitimi bilginin araçsal kullanımına karşı direniş teorisi olarak eleştirel pedagoji doğdu. İçinden geçtiğimiz süreç eleştirel pedagojnin sunduğu mücadele olanaklarını kullanmayı gerektiriyor.

***

Son günlerde, Erdoğan iktidarının bir beş yıl daha uzamasını dinselleşmenin onayı olarak değerlendiren MEB, Diyanet, cemaat ve tarikatların okullarda daha rahat hareket ettiği görülüyor. Okullarda toplu namaz etkinlikleri, manevi danışmanlık hizmetleri(!), dini gruplarla okul işbirliği protokolleri artık pedagojik olmamakla, din görevlilerinin formasyon eksikliği ile eleştirilemez. Konu birkaç aydın tepkisine bırakılamayacak kadar ciddi. Halkın aklına sahip çıkması gerekiyor.

Halk ne yapabilir derseniz ABD’den bir halk tepkisi örneği vereyim: ABD’nin Utah bölgesinde bir ebeveyn, İncil’in okullarda yüksek sesle okunmasının şiddet içerdiği ve ayetlerin saygısızca olduğu gerekçesiyle şikayette bulundu. Şikayeti ve İncil’in okunan ayetlerini inceleyen komite ebeveyni haklı buldu ve İncil’in bölgedeki okullarda okutulmasını yasakladı. İkinci örnek Türkiye’den; seçim öncesi AKP propagandası yapan imama bir dindar camide parti propagandası yapamayacağını söyleme cesaretini gösterdi. İzmir’de bir imam, camide seçim çalışması yapmasını isteyen AKP teşkilatını teşhir etti. Ne burası ABD ne de bunlar tek yol, itirazın birbir yolu var; fakat okullar camileştirilirken susmak bu yollardan biri değil…