Olaylar İslami burjuvazinin doğal olmayan bir hızla geliştiği ve iktidarı ele geçirdiği distopik bir toplumda geçmektedir. Ülkede doğulu üretim biçimlerinden batılı üretim biçimlerine geçiş, bir çok yapısal dönüşüm sorununu da beraberinde getirmiştir. İktidar bu sorunların çoğunu doğulu yöntemlerle (devlet zoru) halletmeye çalışır, ama İslamcı burjuvazinin gelişimi bazen batı kapitalizminin kurallarına uygun biçimde oynamayı gerektirmektedir. Süreç, bu yeni burjuva sınıfının kendi ‘sivil toplum’unu  (Gramsci’nin ‘hegemonya’ kuramı çerçevesinde tanımladığı şekliyle, iktidarın uygulamalarına yönelik ‘rıza üretimi’ni sağlayacak toplum mühendisliği mekanizması anlamında sivil toplum) yaratma çabalarıyla –eğitimin, medyanın ve kitle kültürünün biçimlendirilmesi- hızlanır. Tam bu sırada, ‘evletin sanata katkısı ‘sosyal devlet’ tanımının vazgeçilmez bir parçası –dolayısıyla anayasal bir hak- olmasına rağmen, ülkenin despotu, absürd bir yönetmelik değişikliğine itiraz eden bazı tiyatroculara kızar ve devletin tiyatrosu olamayacağını, tiyatroları özelleştireceğini, iktidarın uygun bulduğu projelere de destek vereceklerini (devlet zoru + rıza üretimi) söyler. Tiyatrocular buna itiraz ederlerken, medyaya ilginç bir bilgi ve fotoğraf ‘servis edilir’: Despot, zamanında (1977’de) Kızıl Pençe adlı bir kitabı Mas-Kom-Yah (Mason-Komünist-Yahudi) gibi zeka pırıltıları içeren bir isimle oyuna çevirmiş, oynamış ve yönetmiştir; yani tiyatro hakkında söz söyleme yetkisine çoktaaan sahiptir (rıza üretimi). Şimdi, bu yeni sivil toplumun rıza üretimi operasyonunun parçası olan bazı sinemacı ve tiyatrocular TV programlarında boy göstererek iktidar karşıtı tiyatrocularla tartışmaktadır. Ne var ki, sayıları çok az, sorunları çok fazla, kafaları epey karışıktır. Ve perde açılır (oyunun tamamı, yıkık bir imalathanede geçecek)...

Prolog: “Gerçeği ifade etmek gerekirse, Görsel Sanatlar devrimizde küfrün ve nifakın egemenliği altındadır. Bu sebepledir ki Görsel Sanatlar yoluyla inancımız zaafa uğratılıyor, ahlaki değerlerimiz yozlaştırılıyor, millet ve ümmet kültürümüz çiğneniyor ve islami değerler etrafında şüpheler oluşturuluyor. Özetlemek gerekirse Tağut’ların yönlendirdiği Görsel Sanatlar, tam bir münker haline dönüşmüştür. Bu münkerin değiştirilmesi lazımdır. Genelde Kur’an ve sünnet’in bütünü, özetle aşağıda manasını sunacağımız emr-i peygamber gereği bu münkerin değiştirilip düzeltilmesi, bazı durumlarda farz-ı ayn, bazı durumlarda farz-ı kifaye olmak üzere farz görevimizdir.” (İslami İlimler Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, “Görsel Sanatlar ve İslam”, Konuşmacı: Ali Rıza Demircan)

1. Perde, ‘Rızacının derdi’: “Sinemada en önemli sıkıntılardan biri de aktör üretme sıkıntısıdır. Hem inanan, inandığını yaşayan insan bulacaksınız, hem de oyun gücü olacak, yıldız olmuş, star olmuş oyuncu olacak. İslam’a sürekli söven, dinle alay eden, islam düşmanı oyuncuları alıp müslüman gibi göstererek oyun yapmak. Kimi kandıracağız böyle? Haşa Allah’ı mı? Kendimizi mi? Oyuncuyu mu? Seyirciyi mi? Kimi?”

“Oyuncunun rolünde başarılı olabilmesi için, iyiden iyiye rolüne konsantre olması gerekmez mi? Orçun Sonat gibi bir günahkarın insanların efendisi Hz. Ebu Bekir rolünü canlandırması mümkün mü? …Bir başka problem, mesela, kafir rolünü canlandırmanın vebali, san’at diye bir sahnede evlilik akdinin ilanı, zevceliğe aldım kabul ettim gibi ifadeler, bu sahnelere binlerce insanın şahit olması.” (“Görsel Sanatlar ve İslam”, Mesut Uçakan, Üstün İnanç, Ulvi Alacakaptan, Mustafa Kutlu, Osman Sınav ve Osman Kara’nın katıldığı oturumdan...)

2. Perde, ‘Kadının fendi’: “Hep iyi ahlaklı kadınların hayatlarını canlandırıp (ki o zaman sinemanın problemi epeyce azalmış olacaktır) kadınlarımızı yalnız özendirmek mi lazım, yoksa bazen kötü kadınların hayatlarını da sergileyerek, onlara kötü yaşantılarından doğacak kötü sonuçları da mı göstermek lazımdır? Bu ikinci durumda kadına sinemada rol vermek islami açıdan hangi ölçüde olmalı, nasıl olmalı, nereye kadar kadının rol kabiliyetinden istifade edilmelidir? Bunlar çok önemlidir sinemada. Zira sinema dünyasına girildiğinde görülecektir ki oyuncu değil yönetmen dahi zaman zaman kadınla müsafahadan öte yanaklarından da öpmek durumunda kalmaktadır.” (Aynı oturumdan...)

3. Perde, ‘Yardım geliyor’: “Kafir rolüne çıkılabilir mi? Bu suali cevaplandırmak için önce dünyamızdaki genel kanıyı tesbit etmek gerekir. Dünyamızın hiçbir ülkesinde aktörü kral rolüne çıktığı için kral kabul eden bir tek fert yoktur. Hiç kimse aktörü oynadığı tipin temsil edilen inançlarının bağlısı olarak görmez. ...Laikliğe ve Atatürkçülüğe bağlı kalacağına yemin eden mü’min parlamenterlerle aynı konularda belge imzalayan ilahiyatçılar ve müftülerin farklı bir konumları olmadığı gibi...” (Ali Rıza Demircan)

Epilog: “Yaptığımız savaşta zaruretler gerektirdikçe takiyye yapılabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki Yahudi Şairi Kab’ b. Eşref’i öldürmeye giden Muhammed b. Mesleme’ye Hz. Peygamber dilediği gibi konuşup davranabileceği ruhsatını vermiştir. Burada pratikte dikkat edilecek önemli bir husus da belirli sanatçıları hep kafir rollerine çıkartarak bilinçsiz halkın nazarında yanlış ve kalıcı imajlara sebebiyet vermemektir. Kaldı ki küfür ve nifak rolleri için gerçek kafir ve münafıklar da istihdam edilebilir. Ki, şahsen tercihimiz ve tavsiyemiz de budur.” (Ali Rıza Demircan)