Sağcı popülist politikacıların sisteme karşıymış gibi görülen sahte muhalif tutumları göçmen düşmanlığı üzerinde şekillendi

Sağ Popülizm neden ‘başarılı’

Lider ülke ne de olsa. Bu yüzden Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi özellikle Batı ülkelerinde yükselişte olan sağ popülist politikaların başarısı açısından da bir hayli önemli. Bu sadece ABD sağının ya da muhafazakâlığının değil Batı sağının da zaferi sayılmalıdır. Bu nedenle Hollanda’nın aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin lideri Geerts Wilders Trump’ın seçilmesini Batı ülkelerinin yaşadığı vatanseverlik baharının bir işareti olarak değerlendirmekte son derece haklı.

Çünkü Batı’daki şu “vatanseverlik” sağ popülist literatürün en sihirli kavramı. “ABD’yi yeniden büyük yapalım” diyerek beyazlara çağrı yapan Trump da, “Hollanda Hollandalılarındır” diyen Wilders ile “Her şey Macarlar için” diyen Viktor Urban gibileri de ülkelerinin “vatanseverleri”. Bu kavram üzerine inşa ettikleri söylemleriyle ülkelerinde orta sınıflar ile emekçi sınıflar arasında yaygın olan güvensizlik duygusunu kullanıp ciddi başarılar elde ettiler.

Popülizm, sol ya da sağ, seçkinciliğe karşı bir anlayış. Ancak ülkelerinde sağ popülizmin bayraktarlığını yapanlar, en azından ekonomik açıdan, sengin kesimlere mensup seçkinler. Trump bunun en iyi örneği. Karşı olduğunu söylediği sistemin nimetlerinden en fazla yararlanan iri bir kapitalist. Onun ABD’yi yeniden büyük yapma hedefinde işçiler, emekçiler, yoksul kesimler nasıl yer alabilir? Trump ile benzerleri ait oldukları kesimlerin çıkarlarının, işçilerin uzun yıllar süren mücadelesiyle elde edilmiş sosyal kazanımlar nedeniyle zedelenmesi yüzünden sisteme karşıt hale geldiler. Bu elbette sahte bir karşıtlık. Buna rağmen çıkarları asla ortak olmayan emekçi kesimlerden ya da orta sınıftan nasıl destek alıyorlar? Nedenlerden biri şu olabilir pek ala: Sağ popülist politikacılar sahte sistem karşıtlığında yerli işçi sınıfına, ekmeklerini elinden alan göçmenleri hedef gösteriyor. Bu tutumları söz konusu kesimleri yanlarına çekmeye yarıyor.

Güvensizlik kaynağı: Göçmenler

Söz konusu kesimlerdeki güvensizliğin kaynağı göçmenler/yabancı işçiler olarak gösterildi. Küresel kapitalizmin yükseldiği zeminlerden biri de bilindiği gibi muhafazakarlık. Muhafazakâr değerlerin savunulması, göçmenlerin bu değerleri bozan unsur olarak görülmelerine de yol açtı. Sağcı popülist politikacıların sisteme karşıymış gibi görülen bu sahte muhalif tutumları göçmen düşmanlığı üzerinde şekillendi. 70’lere kadar uygulanan Keynesçi ekonomik politikalar sonucu işçi haklarının gelişmesini, kar etmelerini engelleyen bir unsur olarak görmeleri egemenleri öncelikle göçmen işçilere karşı olmaya yöneltti. İngiltere’nin AB’den çıkmasında birçok nedenin yanı sıra “yabancı emek gücünün” ülkeye doluşacağı korkusu da vardı. AB karşıtı İngiliz sağ popülist politikacılar bu korkuyu kullandılar referandum sırasında örneğin.

Yani işçiyi, işçiyle vurma politikası.

Popülizm yabancı düşmanlığıyla geliyor

Bu politika milliyetçi, ırkçı söylemlerle yürütülebilir. Trump’ın “tüm göçmenleri atacağım” demiş olması, gerçekleştirebilecek gücü olsun ya da olmasın, yerli emekçinin büyük kısmının desteğini kazanmasına yol açtı. Macaristan’da Viktor Urban’ın, Hollanda’da Geerts Wilders’in, Fransa’da yeniden popülaritesi yükselen Nikolas Sarkozy’nin, Filipinler’de Duterte’nin yükselişi bu söylemlerle mümkün olabildi. Popülizmin arkasında güçlü bir teori yok, ama kitleleri kararsızlığa sürükleyen bir söylemi var. Popülizm sorunların kaynağını tekleştirmekle çözümü de tekleştirmiş oluyor. Çözüm yabancılarsa, çözüm onları etkisizleştirmek ya da mümkünse yok etmek. Bu geniş kitlelere cazip geliyor. Çözümün bu kadar kolay olmasının cezbedici olması da doğal. Wilders’ın hızla destek kazanmasının nedenleri arasında ülkesinde camileri kapatıp, Kuran kurslarına yasak getireceğini söylemiş olması büyük yer tutuyor.

Ekonomik bir krizle bildiğimiz anlamda karşılaşmayan kimi Batı ülkelerinde yine göçmen karşıtlığının artması nasıl açıklanabilir peki? Göçmenlerin saf muhafazakâr değeri bozucu etkisi burada da belirleyici. Yani göçmen düşmanlığı üzerinde yükselen sağ popülizmin destek kazanmasının nedeni sadece ekonomik krizle ilgili değil.

Neden hepsi cinsiyetçi ya da küfürbaz?

Sağ popülist liderlerin hemen hepsinin göçmen/yabancı düşmanı, aynı zamanda küfürlü söylemlerinin yanında neden cinsiyetçi bir dil tutturdukları da merak konusu. Emek üretim sürecinde erkek gücünün abartılmış olmasının bunda payı var. Kadının kol emeği açısından zayıflığının üretimde gecikmelere yol açacağı fikri muhafazakâr bir argüman. Toplumsal iş bölümünde erkeğe verilen önceliği abartan tipler bunlar. Trump’ın, rakibi Hillary Clinton’ı kocasının çapkınlığının dolaylı sorumlusu ilan eden son derece iğrenç “kocanı tatmin edememişsin ülkeyi nasıl tatmin edeceksin” sözleri egemen erkek kültürü böbürlenmesinin dışa vurumu. Duterte’nin Obama’ya “o... çocuğu” diye cinsiyetçi bir küfür etmesi de alt kültür gruplarının söylemi, bu Duterte ile bu söylemlerle büyümüş sıradan Filipinli arasında bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Beyaz muhafazakâr kültürde kadını eksik gören ABD muhafazakârının Trump’a yaklaşmasını kolaylaştırdığı gibi. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in “kadınlar çalışma hayatına girdiği için işsizlik artıyor” diyerek çalışmayı sadece bir erkek hakkı olarak görmesi de aynı muhafazakârlığın yansıması. Bunların hepsinin erkek egemen kültürün kol gezdiği sokakta alıcıları var elbette. Ölmenin bile “erkekçe tarzı” olduğuna inanan Recep Tayyip Erdoğan’ın “kadın gibi ölmeyi” (ne demekse) küçültücü gören “şu madam gibi değil adam gibi ölmek” ifadeleri de coğrafyası farklı da olsa aynı muhafazakâr erkekçi düşüncenin yansımaları.

Sağ popülizm yaygın söylemi kullanarak hedef kitlesiyle buluşabileceği “ortak” noktalar yaratan bir tutum.

Sol popülizm neden başaramıyor peki?

Latin Amerika’daki örnekleri bir kenara bırakarak yanıtını arayalım. Sol popülist politikacılar sahte olmasa da bir hayli ılımlı, düzen içi çözüme odaklı “sistem karşıtlıklarında” emek üretim sürecinde yer alan herkesi kapsar durumdalar. Dolayısıyla göçmen ya da yabancı düşmanlığı yapmıyorlar. Söz konusu emek üretim sürecinde kadın emeğini yok saymaları da mümkün değil. Sistemden kaynaklanan sorunların çözümü, ılımlı da olsalar sokaktaki bireye radikal gelebiliyor. Bu tutumları muhafazakâr değerlerin aşınacağına inanan, “ekmeğini” de yabancı emekçiyle paylaşmak istemeyen bireyin tepkisine yol açıyor. Bu nedenle sol popülizmin enternasyonalizmi yerli dinamiklere çarparak bir sonuca ulaşılmasını engellemiş oluyor.

Sorunun çözümü, evet, liberallerle, ulusalcılar için pek bir anlam ifade etmeyecek ama sosyalistler için önemi tartışılamayacak olan sınıf mücadelesini yaygınlaştırmaktan geçiyor. Emek kardeşliği karşısında sağ popülizmin yaşama şansı yok çünkü.